Tarih: 14.07.2020 Yazar: Burcu Biçer Yorumlar: 0
Emil Zatopek

Herkes çok farklı şeyler düşünerek 42.195 kilometrelik mesafeyi koşar. İçinizden bir mantrayı sürekli tekrarlamadığınız sürece başarabilmeniz mümkün değildir...

Murakami yukarıdaki sözü de içeren “Koşmasaydım Yazamazdım” kitabında koşmanın anlamı üzerine düşünmeye başlar. Mantra; zihni boşaltmak için ses ve oluşan titreşimler aracılığıyla kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını sağlar. Emil Zátopek’in mantrası neydi? Ve bunu sadece koşarken mi içinden geçirirdi?

İşgal altında bir ülkede işgalcilerin düzenlediği bir spor müsabakasına isteksiz de olsa katılan Zátopek, yarışta ikinci oldu. Yerel yönetimlerden bir antrenörün koşmasını tuhaf ama fena değil diye tanımlamasının üzerinde çok fazla durmadı. Arkadaşlarının da onunla koşmak istemesi ve ısrarlarıyla koşmaya başladı. Sporu sevmeyip, bedensel idmanları zaman kaybı gören Zátopek yalnızca koşmayı sevdi ve belki de vatanı Çekoslovakya’da olan bitenle şimdilik bu şekilde mücadele etti.

Üç heceli koşu ritmi: ZA-TO-PEK

Zátopek akademik klişelerden ve her tür zarafet kaygısından uzakta bir koşma stili geliştirdi. Çabasını saklamaya çalışmayan bir ifade ile bitiş çizgisine varmak onun stiliydi. Her ne kadar reddetse de antrenman kuramlarını inceleyip hepsini bir araya getirdi ve kendi yöntemini oluşturdu. Kültür-fiziğe çok az yer verip, hazırlık çalışmasının yarış anından daha yoğun olması gerektiğini düşünüyordu. Yarışçı zayıfladığını hissettiği anda yavaşlamalı fikri pek ona göre değildi. O yorgun hissettiği an hızını arttırıyordu. Yalnızca dayanıklılığını geliştirmeye yönelik çalışmaları reddedip daha çok hız odaklı çalışıyordu. İlk büyük koşusunda beşinci gelen Zátopek memnuniyetsizliğini çalışmasına aktarabilen bir yöntem edindi. Daha hızlı koşmaya, gücünü daha iyi ayarlamaya odaklandı. Enerjisini saklama üzerine kurulu kendi taktiğini geliştirmek için rakiplerinin taktik ve tekniklerini incelemesi gerektiğini anlamıştı. Çünkü istediği sadece koşmaktı. Sao Paulo’daki yarışın tabanca sesi ile değil de Brezilya ulusal marşının son notasıyla başlayacağını öğrendiğinde plak alıp marşı ezberlemesi kendi yarattığı koşma stilinin ve mantrasının bir parçasıydı. Bu koşma isteği ona 15 yılda 18 dünya rekoru ve eşsiz bir itibar getirdi. Dünyanın en hızlı koşan insanı Zátopek. Üç heceli adının biçimi bile tribünlerdeki seslere koşu ritmine ayak uydurmuştu.

Zátopek, 1948 Londra Olimpiyat Oyunları’nda 5000 ve 10000 metre yarışlarında koştu. 1948’den 1954’e kadar 10000 metre yarışında kendisini geçebilen olmadı. En önemlisi de 1952 Helsinki Olimpiyat Oyunları’nda 5000, 10000 ve daha önce hiç koşmadığı maraton olmak üzere üç farklı dalda altın madalya kazanmasıydı. Romantik bir ayrıntı: Beraber katıldıkları 1952 Helsinki Olimpiyat Oyunları’nda atlet olan eşi Dana Zatopkova da ciritte altın madalya kazandı.

Zátopek koşmaya devam ediyor

Soğuk savaş dönemi Çekoslovakya hükümeti Zátopek’i kaptırmamak için türlü yollara başvurdu; başka ülkelere kaçmasından endişelenerek onu yarıştırmadılar. Diplomat ve devletin atleti olan Zátopek askeri kuruldan izin almadan yarışmalara katılamadığı bir döneme girdi ve birçok yarış geri çevirmek durumunda kaldı. Prag’da korkunun hakim olduğu o dönemde; insanlar herhangi bir bahaneyle hapishaneye gönderiliyordu. Böyle bir dönemde Zátopek başarılarıyla sosyalizmin ürünü gibi devletin temsili haline getirildi. O ise kendini kazananın ilahlaştığı bir güç gösterisinin içinde buldu. Sistem onu istediğinde yıldızlaştırıyor, istediğinde kapatıp “koruyan” bir konuma geçiyordu. Zátopek koşmaya devam ediyordu. İspanya’da son kez koştuğunda,  son zaferini alıp durmayı tercih etti. Bu tercihi ülkesinin sorunlarıyla ilgilenmesine fırsat veren bir tercih oldu. Prag baharı zamanında halkın pasif direnişine katılan Zátopek yine devletin başka bir yüzüyle karşı karşıya kalıp madenlere işçi olarak sürgün edildi. Daha sonra çöpçülüğe yükseltildi ve cezası tamamlandıktan sonra ise Prag’da bir spor merkezinde görevlendirildi. Sadece koşmak isteyen ve bunun hakkını çok iyi veren bir sporcu siyasi çekişmelerin ve kitlesel hırsların bir kurbanı haline geldi.

Bir Cevap Yazın