Tarih: 14.07.2020 Yazar: Serbest Atış Yorumlar: 0

Gretel Bergmann 1936 Berlin Olimpiyatları’nda en yüksekte olmayı hak ediyordu. Olimpiyat ateşi yanarken hissettikleri ise bambaşkaydı. Kandırılmışlık, öfke ve hayal kırıklığı…

1936 Berlin Olimpiyatları yaklaşırken Alman sporcu Gretel Bergmann, oyunlarda yer alıp alamayacağından şüpheliydi. Bu kendi yeteneğinden duyduğu bir şüphe değildi asla. Zira “En iyisiydim!” diye çokça tekrarladığını röportajlarında okuyabilirdiniz. Sadece Almanya sınırları içerisinde değil, zamanının belki de en iyi yüksek atlamacısı olmasına bakarsak haklıydı da. Yahudi olduğu için oyunlardan dışlanması, burada, hikayesinin yönünü keskin bir şekilde değiştiriyordu ve zaferlerden çok yaşanamayanlar üzerinden kendini yeniden yaratıyordu. 

Olimpiyat Oyunlarından iki yıl önce, Bergmann’ın ne 19 yaşında taşındığı İngiltere’den, Almanya’ya geri dönmek gibi bir düşüncesi ne de Berlin Olimpiyatları’nda Almanya’nın olimpik takımında yer alma gibi bir umudu vardı. Bergmann, bu en parlak yıllarında Berlin Olimpiyatları’na belki de İngiliz olimpik takımına girerek gidebileceğini düşünüyordu. Çünkü Yahudi kimliğiyle “Burada bana yer yok.” diye düşündüğü Almanya’dansa İngiltere’de sevildiğini hissettiğini söylüyor, hayatın burada o kadar da kötü olmadığını düşünüyordu. 

Berlin Olimpiyatları’nın hazırlık aşamasında Almanya, olimpiyatlara katılacak ülkelerin olası protestolarının önüne geçmeliydi. Tabii bunun için de tüm dünyaya Yahudi sporcuları olimpiyat takımından dışlamadığını göstermesi gerekiyordu. Dışarıya karşı böyle bir algı oluşturması gerekirken Gretel Bergmann’ı olimpiyat hazırlıklarına çağırmamak olmazdı elbette. Bergmann’ın babası, bizzat İngiltere’ye gelip Nazilerin onu olimpiyat hazırlıklarında istediğini ve gelmek istememesi durumunda bütün aileyi tehdit ettiklerini söylediğinde Bergmann, hemen bir sonraki gün kendisini babasıyla beraber Almanya’ya dönüş yolunda buldu. 

Amerika ise bu dönemde olimpiyatları protesto edebileceği konuşulan ülkelerin başında geliyordu. Spor gazetecilerini de kapsayan ve Yahudi çoğunluğun elinde bulundurduğu medyanın önemli bir bölümü ABD Olimpiyat Komitesi Başkanı Avery Brundage’ın üzerine gidiyorlardı. Brundage ise ondan istenilenin aksine, 1935’te Almanya ziyaretinden sonra ülkesine döndüğünde Almanya’nın IOC’nin koyduğu kurallar dışına çıkmadığını ve Alman olimpik takımının öncekilere göre çok önemli bir kısmının Yahudilerden oluştuğunu söyleyerek bu çıkıntılık yapan topluluğu yatıştırmaya çalışıyordu. Tabii tüm bunlar olurken Yahudilerin olimpiyatlara hazırlık sürecinde spor kulüplerine ve idman tesislerine girmesi Naziler tarafından yasaklanmıştı. 

Ne olursa olsun “Show must go on”  deyip asla hiçbir şeyin, siyasetin,  spora karışmaması gerektiğini düşünen, yıllar sonra da IOC başkanı olarak göreve gelecek Avery Brundage’a göre bazı Yahudiler Nazilere karşı olan boykotlarında oyunları bir silah olarak kullanamayacaklarını anlamalıydılar.

Bu ülkedeki Nazi karşıtı çığlıklar provokatörlerin, komünistlerin ve belli başlı Yahudilerin işi. Azınlıkların gördüğü eziyetler tarihte çok eski. Hiçbir olimpiyat komitesi buna kulak vermemeli.

Herhangi biri, boykotla alakalı sesini yükseltmek istediğinde bunlar her zaman Avery Brundage için oyunu sevmeyenler, oyuna saygı göstermeyenler oluyordu. Boykot bir nevi sporu sevmemeye denk düşmek demekti.

Tabii sadece Avery Brundage değildi.  Yahudiler çok şikayet ediyor algısı olimpiyat yetkilileri arasında sanıldığından çok daha fazlaydı. Brundage’ın da başını çektiği birçok yetkiliye göre, Yahudiler yaşamın çoğu alanında güçlü çıkmaya başlamışlar ve böyle olduğunda da genellikle pozisyonlarını çok yanlış kullanıyorlardı. Nazilere açıktan desteklerini göstermeseler de Brundage ve dönemin IOC başkanı Baillet-Latour, Yahudilerin fazla tepki verdiği üzerine hemfikir olup ne yapabileceklerine dair kafa yoruyorlardı.1933’de Brundage’ın, Sigfred Etsrom‘dan (Etsrom Baillet-Latour’un ölümünden sonra IOC başkanlığına gelecekti) aldığı mektup da IOC’nin Nazi sempatisinin daha da süreceğini gösteriyordu:

Canım Avery, Amerikan Yahudilerin bu kadar aktif olması ve bize bu kadar soruna yol açması çok kötü. Bütün bu kargaşa geçmez ise Alman arkadaşlarımızın bu pahalı olimpiyat hazırlıklarını sürdürebilmesi imkansız.

Baktığımızda, Naziler’in Berlin Olimpiyatları’nı ‘adaletli’ yürütmesi adına uygulanan baskı namına elimizde bir tek ABD Olimpiyat Komitesi Başkanının IOC’nin, olimpiyatın ‘ırkların eşitliği’ ilkesine zarar verecek hiçbir müdahaleyi kabul etmeyeceğini söylemesi olmuştu. Bu da ABD olimpiyat takımının 1936 Berlin’e katılımı açısından bir tehlikesinin olmadığı öğrenildiğinde tamamen kaybolmuştu zaten. Almanya da Gretel Bergmann’a olimpiyat takımına katılıp katılamayacağının haberini vermek için Amerikan olimpiyat takımının yola çıkmasını beklemiş ve işin içinden kolaylıkla çıkmıştı.

Yakın zamandaki performanslarınıza baktığımızda olimpiyat takımında yer almanız mümkün değil, Heil Hitler!

1936 Berlin Olimpiyatları resmi posteri

Birkaç hafta önce yüksek atlamada 1.60 metre ile Almanya rekorunu kıran Gretel Bergmann, Ulusal Spor Birliği’nden gelen bu mektubu aldığında 1936 Berlin Olimpiyatları’nda altın madalya alma ihtimali en yüksek olan atletti. Olimpiyat hazırlıklarına katılması için Gretel Bergmann’ı Almanya’ya çağıran ama onu asla olimpiyatlara gidecek takıma almak gibi bir niyetleri olmayan Naziler, aynı zamanda Bergmann’ın dışlanmasının Alman olimpik takımında protestolara yol açabileceği düşündüğü için arkadaşlarına da onun sakatlandığı söylemişlerdi. Bergmann yıllar sonra bütün bu olanları maskaralık olarak özetleyecekti.

Burada, bu hikayenin yan kahramanı olan Dora Ratjen için de bir parantez açabiliriz.  Naziler, yüksek atlama takımında Bergmann’ı alt etmesi ve böylece Almaya için yarışmasını istediği Dora Ratjen’ı bulmuştu. Dora ise Bergmann yerine Berlin Olimpiyatlarına gitmişti gitmesine ama dördüncü gelmişti. Hazırlık kampında Bergmann ile çok samimi bir ilişkisi olan Dora’nın, bir süre sonra aslında Hermann adında bir erkek olduğu ortaya çıktı. Sonrasında Dora, Nazilerin onu kılık değiştirip yarışması için zorladığını söyleyecekti. Naziler tarafından Dora’ya giyinmesi ve yıkanması için başka odalar verilmiş ve onu hiç çıplak görmeyen Bergmann dahil bütün takım arkadaşları bir şeylerden şüphelenseler de kesin olarak bir şey öğrenememişlerdi. 

1937’ye geldiğimizde Bergmann artık Almanya’dan kesin bir şekilde kaçmak istiyordu. Yanına almasına izin verilen sadece birkaç dolarla Amerika’ya göç etti. Burada, bütün öfkesinin ve hayal kırıklıklarının birikimiyle aldığı bazı kararlar vardı Bergmann’ın: İsmini hemen değiştirip Margaret yapmak, bir daha Almanya’ya adım atmayacağına dair yemin etmek ve Almancayı hiç konuşmayarak unutmaya çalışmak. 

Yıllar sonra bakıldığında,  Margaret Bergmann’ın öfkesinin dindiğini söylemek çok güç. Özellikle kendisinden çokça, tekrar tekrar ve zihninizde bu tekrarın yol açtığı yabancılaşma olmadan “İzin verselerdi kazanabilirdim!” dediğini duyduysanız.  Ama belli bir zaman geçtikten sonra eşiyle beraber kendilerine çok güzel bir hayat kurdukları da rahatlıkla görülebilir. Torunu Molly Lambert’in The New Yorker’a yazdığına göre 103 yaşına kadar yaşayan Bergmann, 80’lerine kadar çok sevdiği bovlingi oynamaya devam etmiş ve her zaman iyi bir spor izleyicisi olmuştu. Eğer merak ediyorsanız en sevdiği iki sporcu Venus ve Serena Williams idi. 

Onun hikayesinde, 1996 yılına geldiğimizde Margaret Bergmann’ın elinde yine bir mektup bulabiliriz. Bu kez Almanya Olimpiyat Komitesi onu Atlanta Olimpiyatları’nda misafir etmek istiyor ve bu mektup The New York Times manşetlerine ilk sayfadan “60 Yıl Geç Gelen Olimpiyat Daveti” olarak taşınıyordu. 

Bir Cevap Yazın