Yasmani Copello Escobar, 2014’te Küba vatandaşlığından Türkiye vatandaşlığına geçtiğinde her iki ülkenin de atletizm programı ciddi kriz içindeydi. Yasmani, bu türbülansın içinde kariyerinin en parlak dönemine kavuştu.
Küba bir dönemler neredeyse her olimpiyatta atletizm podyumlarında kendisine yer bulan bir ülkeydi. Ülkenin olimpiyat tarihindeki ilk altın madalyalarını 1976’da 400 ve 800 metrelerde kazanan Alberto Juantorena ve saha yarışmalarında ilk büyük başarıları elde eden isimlerden Maria Caridad Colon gibi isimleri yetiştiren Küba atletizm programı, 1990’larda ise küresel sahneye iyiden iyiye damga vuruyordu. Barcelona 1992’de Maritza Marten’in diskte, Javier Sotomayor’un ise yüksek atlamada aldığı altınlarla sevinen Karayip ülkesi, 1997 Dünya Şampiyonası’nda ise madalya sıralamasında ABD ve Almanya’nın ardından üçüncü sırada kendine yer bulmuştu.
Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından Sovyetler Birliği, Demokratik Almanya Cumhuriyeti ve Yugoslavya’nın spor sahnesinden çekilmesiyle bir fetret devri yaşayacağı öngörülen sosyalist spor ekolünün taşıyıcılığını, kadın voleybol takımının olağanüstü başarıları da eklendiğinde Küba üstlenmiş gibi görünüyordu. Ancak tam da bu uluslararası konjonktürde, artan ambargoların da baskısıyla Küba’nın spor programı kan kaybetmeye başladı ve 2000’lere bir önceki yüzyılda elde edilen başarıları tam olarak taşıyamadan girdi.
Türkiye atletizmi içinse 2010’ların ortalarının manşeti doping kriziyle atılıyordu. Londra 2012’de kadınlar 1500 metre yarışını birinci ve ikinci sırada tamamlayan Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut’un aldığı cezalarla zirveye çıkan skandal sonrası dönemde Türkiye’nin uluslararası sahnedeki başarıları transfer atletlerden gelmeye başlamıştı. Bu trendin belki de en önemli ismi ise, 2012’de Türkiye’ye gelen Yasmani Copello oldu.
Bir yandan ambargo altındaki ülkenin atletizmde yaşadığı kan kaybı bir yandan da geniş atlet havuzu içerisinde milli takımda kendisine yer bulamamak, 400 metre engelci Yasmani’yi kariyerinin nispeten geç bir döneminde yeni bir ülke arayışına itmişti. Türkiye’ye geldikten iki yıl sonra pasaportunu eline alan atlet, kariyerinin en büyük başarılarını bu noktadan sonra elde etti.
Türkiye tarihinin en başarılı uluslararası atletizm organizasyonu olan 2016 Avrupa Şampiyonası’nda 400 metre engelli altını kazanan Yasmani, aynı yıl Rio’da da 47.92 ile ulusal rekoru kırarak Olimpiyat bronzunu boynuna geçirdi. Bu – Eşref Apak’ın hâlâ resmi kayıtlara işlenmeyen 2004’teki çekiç atma gümüşü sayılmazsa – Türkiye’nin 1948’de Ruhi Sarıalp ile elde ettiği üç adım bronzundan bu yana atletizmdeki ilk olimpiyat madalyasıydı. 2017’de de Londra’da Karsten Warholm’ün kariyerinin ilk dünya şampiyonluğunu kazandığı yarışta ikinci olan Yasmani Copello, Türkiye tarihinde Olimpiyat, Avrupa ve Dünya madalyası kazanan tek isim olmayı başardı.
2021’de tarihin en hızlı 400 metre engel yarışı olan Tokyo’daki Olimpiyat finalinin de aktörlerinden olan Yasmani, en son 2022’de 35 yaşındayken elde ettiği Avrupa üçüncülüğüyle üst düzey performansının ne kadar uzun erimli olabileceğini de göstermiş oldu.
Yasmani’nin atletizm pistlerine bıraktığı belki de en önemli iz ise, 400 metre engel branşında kendisinden sonra gelen genç atletlerin performansını yukarı çekmesi oldu. Türkiye, Yasmani’nin ardından 2021’de Berke Akçam, 2022’de ise İsmail Nezir ile iki dünya gençler şampiyonu çıkardı. Türkiye’de çokça, ama bir o kadar da eksik şekilde tartışılan transfer atlet politikasının en başta gelen figürlerinden olan Yasmani Copello Escobar, hâlâ 2018’deki Avrupa Şampiyonası finalinde gümüş madalya alırken koştuğu 47.81 ile ulusal rekorun sahibi. Ülkenin spor tarihine düştüğü notlar ise yalnızca dereceler ve madalyalarla ölçülemeyecek büyüklükte.
Kapak fotoğrafı: AFP