Tarih: 08.03.2024 Yazar: Hilal Doğan Yorumlar: 0

1912 Stockholm Olimpiyat Oyunları’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil eden yalnızca iki sporcu vardı. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin olimpiyat tarihindeki ilk resmi katılımı demekti. Her ikisi de atletizmde yarışan Ermeni sporculardan biri Vahram Papazyan’dı. Dönemin koşullarında olimpiyat biletini almak, bugünkü anlamından daha farklıydı.

Vahram Hepet Papazyan, 1892’nin Eylül ayında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sarkis, oturdukları Bebek semtinde gazete bayisi sahibiydi. Vahram’ın sıkı sıkıya bağlı olduğu koşma tutkusu, hayatının önemli bir parçasıydı. Günün ilk ışıkları süzülürken, boğazın esintisi eşliğinde Bebek’ten Babıâli’ye koşar, oradan aldığı gazeteleri babasına teslim etmek üzere dönüş yolunu izlerdi. Sabah koşusunun son durağı ise öğrencisi olduğu Robert Kolej’di.

Vahram’ın günlük rutini, babasının işlerine yardım amaçlı görünse de asıl motivasyonu farklıydı; çok sevdiği sporla iç içe olmak. Antrenman olarak değerlendirdiği sabah koşusunu yaptığı bir gün, taşıdığı gazetelerde onu yakından ilgilendiren bir ilan gözüne çarptı. İlanda, 1912 Olimpiyat Oyunları’na katılmak isteyen gençler arandığı yazıyordu.

1908 yılında Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti adıyla temelleri atılan Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi’nin kurucusu Selim Sırrı Tarcan, oyunlara resmi ilk katılımın sağlanması için sporu seven gençleri teşvik amaçlı bir duyuruda bulunmuştu. Vahram, ilanı gördüğünde hiç vakit kaybetmeden başvuru yaptı. Kısa sürede gelen yanıt, onu pek memnun etmedi. Oyunlara katılmak isteyen sporcuların masraflarını kendilerinin üstlenmesi isteniyordu. Ailesi, bu giderleri karşılayacak imkâna sahip değildi. Konunun üzerine fazla düşünmedi ve çok geçmeden kararını verdi. Gerekli belgeleri ilettikten sonra harcamalarını karşılamanın bir yolunu bulacaktı.

Vahram, ilk olarak mensubu olduğu Ardavast Kulübü’ne gitti. Kulüp yöneticileri konuya çok sıcak yaklaştı ve kararını desteklediler. Kulüp bünyesinde bir yardım kampanyası başlatıldı. İstanbul başta olmak üzere, taşradan da önemli destekler geldi. Aynı zamanda, Arnavutköy’de bulunan Rum Tiyatrosu’nda bir gece düzenlendi. Vahram’ın da rol aldığı “Fedakâr Gemici” adlı tiyatro oyunundan elde edilen bütün gelirler, gidiş dönüş masrafları için kendisine teslim edildi.

Vahram’ın spor geçmişinde 13 yaşındayken katıldığı 1906 Ara Olimpiyat Oyunları da vardı. Yaz Olimpiyat Oyunları’na çeşitlilik ve canlılık getirmesi amacıyla olimpiyat yılı dışında düzenlenen etkinlikte, sporcular bir ülke adına değil; kentleri temsilen veya bireysel yarışıyordu. Atina 1896’nın 10. yılının kutlandığı oyunlarda, en genç sporculardan biri olarak 800 ve 1500 metrelerde yarıştı. Alınan dereceler resmi olarak kayıtlara geçmese de tecrübe anlamında önemli bir kazanımdı.

1912 Stockholm Olimpiyat Oyunları, Vahram Papazyan (Soldan üçüncü)

Kaynak: TMOK Haluk San Olimpiyat ve Spor Kütüphanesi – İlhan Hattatoğlu arşivi

1912 Stockholm’de ilk önce 800 metre eleme serisinde yarıştı. Kronometre ile ölçüm yapılan yarışlarda, yalnızca bitiş çizgisine ilk sırada gelen sporcunun süresi kaydediliyordu. Sekiz atletin yarıştığı seride -net sıralaması ve derecesi bilinmemekle birlikte- son dört içinde yer aldı. Üç gün sonra yapılan 1500 metre seçmelerine daha iyi bir formda çıktı. Önde yarıştığı yarışta belki de ilk sırayı zorlayabilecek durumdayken dizlerinin üzerine düştü ve bir anda yerde kaldı.

O dönem Osmanlı toplumunda hüküm süren karışıklık, azınlıkları doğrudan etkiliyordu. Olası bir madalya ihtimali ve sonrasında ne olacağı düşüncesi zihnini meşgul ediyordu. Vahram, yarışı bitiremedi ama olimpiyata katılan sporcular arasına adını yazdırmayı başarmıştı. Üstelik, onu zorlayan sebepler yalnızca maddiyattan ibaret değildi.

Vahram Papazyan, 1915 olayları sırasında İstanbul’dan ayrıldı. Bir süre Beyrut’ta kaldıktan sonra ABD’ye göç etti. Rhode Island eyaletinde bir şirkette elektrik mühendisi olarak 35 yılı aşkın süre çalıştı. 1986 yılında, New Jersey’de 94 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.

Resmi olarak 1912’ye uzanan bu izler, öncesinde atılan cesur adımlarla görünür hale geldi. Tutkuyla yola çıkmak, cesaret gösterebilmek ve devam edeceklere ışık olmak. Her biri, var olan umutları yeşertmek için atılan tohumlardı.

Bir Cevap Yazın