Tarih: 12.09.2020 Yazar: Berkhan Günaydın Yorumlar: 0

Guadeloupe deyince aklınıza ne geliyor? Muhtemelen hiçbir şey. Peki ya Thierry Henry, Rudy Gobert veya Yannick Borel? Muhtemelen pek çok şey. Guadeloupe, Karayipler’de Fransız yönetiminde bulunan küçük bir ada. Bu adanın en önemli özelliklerinden biri de yetiştirdiği dünyaca ünlü sporcular. Bu hikaye ise dünyaca ünlü bir sporcuyu anlatmıyor. Zaten tarihe geçmek için her zaman kazanmak gerekmez.

Dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi, Guadeloupe’da da futbol çok seviliyor. En az futbol kadar sevilen bir diğer spor da bisiklet. Adada her sene düzenlenen Guadeloupe Turu’na halk büyük ilgi gösteriyor. Hatta, Fransa Turu organizatörleri, 2000 yılında turu Guadeloupe’a götürmeyi düşünmüşler, ulaşımı da Concorde uçaklarıyla sağlamayı planlamışlardı. Maalesef, Concorde uçakları gibi, bu plan da çok uzun ömürlü olmadı.

Adada bisiklet çok sevilmesine rağmen, bisikletçilerin Avrupa sahnesine çıkması oldukça geç oldu. 1997’de arkadaşı Rony Martias ile beraber Guaeloupe’dan Paris’in Saint-Maurice kasabasına yerleşen genç bir adamın ise, bundan 14 yıl sonra tarih yazacağından henüz haberi yoktu.   

Temsiliyet sorunu

Bir bisiklet yarışını izlerken, yarışçıları birbirinden ayırmak oldukça zordur. Taktıkları kask ve gözlüklerle beraber yüzleri neredeyse tamamen kapanır ve genelde birbirlerine çok benzer fiziksel yapılara sahiptirler. Tüm bu benzerliklerin yanında, çok daha dikkat çekici bir benzerlik vardır ki, bu da hemen hemen tüm bisikletçilerin beyaz olduğudur. Hatta, dünyada çok az sayıda spor bisiklet kadar beyazdır. ABD’li siyahi kadın bisikletçi Ayesha McGowan, İngiliz The Telegraph’a verdiği röportajda, yaptığı sporun ne kadar beyaz olduğunu şöyle dile getirmiştir: “Bisikletin dünyadaki en beyaz spor olup olmadığını bilmiyorum. Beyazların ciddi şekilde domine ettiği pek çok spor var ama bisiklet de gerçekten oldukça beyaz.”

Bisikletin, büyük ağırlıkla beyazların yaptığı bir spor olmasında, bu sporun avrosantrik yapısının büyük etkisi var. Sadece siyahların değil, beyazların dışındaki etnik ve ırksal grupların da bisiklette temsiliyeti oldukça düşük. Batı hegemonyasını istikrarlı şekilde bozabilenler sadece Güney Amerikalılar, özellikle de Kolombiyalılar. Uluslararası Bisiklet Birliği UCI’nın, bisikleti Batılı ülkeler dışına yayma çabasına rağmen, takımların bu ülkelerdeki yetenekleri ortaya çıkarma konusunda isteksiz olduğu görülüyor. Bununla birlikte, bu kalıpların dışına çıkmaya çalışan takım görevlilerinin de olduğunu söylemek gerek. Bunlardan en önemlisi, Total-Direct Energie takım direktörü Jean-Rene Bernaudeau. 1984’te Systeme U adıyla kurulan ekibin direktörlüğüne 1995’te getirilen ve kendisi de eski bisikletçi olan Bernaudeau, Avrupa dışı yetenekleri keşfetme konusunda kesinlikle diğer sportif direktörler kadar tutucu değil.

Bernaudeau etkisi

1997’de Guadeloupe’da tatilde bulunan Bernaudeau’nun Yohann Gene ile tanışıklığı bu yıllara dayanıyordu. O zamanlar 17 yaşında genç bir bisikletçi olan Yohann’ı, bir diğer genç arkadaşı Rony Martias ile beraber Avrupa’ya gelmeye ikna eden başarılı takım direktörü, Yohann’ı Avrupa’da karşılaşacağı zorlu şartlar konusunda da uyarmayı ihmal etmiyordu: Yağmurda geçilen arnavut kaldırımlı yollar ve dolu altında çıkılan yokuşlar. Bernaudeau, Gène’nin Avrupa sahnesindeki ilk adımlarını anlatırken: “Hem Yohann hem de Rony’yi bulduğum için şanslıydım. Batı Hint Adaları’nı oldukça iyi bilirim, orada bisiklet çok canlı. Orası, bisikletin futboldan daha popüler olduğu tek Fransız bölgesi. Guadeloupe Turu yılın en önemli spor olayı.” diyordu.    

Gene’nin ana sahneye adım atması, her bisikletçi için olduğu gibi amatör bir takımla başlıyordu. Bernaudeau’nun yetiştirme takımı Vendee U ile Avrupa kariyerine başlayan genç sporcu, iki yıl bu takımda yarıştıktan sonra profesyonelliğe, yine Bernaudeau’nun takım direktörü olduğu, eskinin Systeme U, o zamanın Brioches-La Boulangere takımıyla adım atıyordu. Kariyerinin sonuna geldiğinde takım beş kez daha isim değiştirecek; ancak o ve Bernaudeau ne takımlarından ne de birbirlerinden ayrılmayacaklardı.

2005 yılında, takımın ismi Bouygues Telecom olarak değişirken, Gene de İspanya Turu ile beraber ilk büyük turunu koştu. Bundan sonra 2008 ve 2010 hariç 2017’ye kadar her sene bir büyük tur koşacaktı. Kariyerinin hiçbir bölümünde pelotonun, hatta takımının lider bisikletçilerinden biri olmasa da, ne kadar güvenilir bir isim olduğu üst üste katıldığı büyük turlardan anlaşılabilir. Onun görevi, özellikle düz yollarda takımına ve liderine yol kaptanlığı yapmaktı. 2011 yılında ise sadece takımının öncü kuvveti olmakla kalmadı, bisikletin de öncülerinden biri oldu.  

2011 yılında, Europcar adını alan Bouygues Telecom, Yohann Gene’yi ilk defa Fransa Bisiklet Turu’na götürme kararı aldı. Gene, yarışta takım lideri Thomas Voeckler’in düz yoldaki seyrüsefercisi olacaktı. Dünyanın en meşhur bisiklet yarışında yer alacağı için tabii ki çok mutluydu ve bunu gerçekleştiren ilk Guadeloupe’lu olduğu için de gururluydu. Adalı vatandaşlarını gururlandırmak için elinden gelenin en iyisini yapacağını söylerken, “Beni kesinlikle çok yakından takip edecekler, çünkü bisiklet orada bir numaralı spor.” diyordu.

Guadeloupe’dan çıkan ilk Fransa Turu yarışçısı olması tarihi bir olay olsa da, Gene’nin tura katılmasının esas tarihi önemi bu tura katılacak ilk siyahi bisikletçi olmasıydı. Eski turlardaki organizasyon bozuklukları nedeniyle kimlerin bu yarışlara katıldığı net olarak bilinmediği için bu  bilgi kesin olmasa da, Gene’nin Fransa Turu’na katılan ilk siyahi bisikletçi olduğu kabul ediliyor.  Çünkü hayatta olan hiç kimse daha önce bir siyahi bisikletçinin tura katıldığını hatırlamıyor. 1903 yılından beri düzenlenen turda, 2011 yılına kadar hiçbir siyahi sporcunun yarışmamış olması, bisiklet sporu için yıllarca uğraştıkları doping skandallarından bile daha büyük bir utanç kaynağı.

2011’den itibaren yedi sene üst üste Fransa Turu’na katılan Gene, peloton içinde zaman zaman ırkçı saldırılara da maruz kaldı. Jean-Rene Bernaudeau, bir Katar Turu sırasında, Estonyalı bir bisikletçinin Gene’ye karşı ırkçı sözler sarf ettiğini ve bunun üzerine sporcunun sponsorlarıyla konuşmak zorunda kaldığını anlatıyor: “Onlara şöyle dedim; eğer dikkatli olmazsanız, bisikletin dopingden sonra yeni problemi ırkçılık olacak.” Bernaudeau, bu sorundan bahsederken aynı zamanda Gene’nin mental gücünden de övgüyle söz ediyordu: “O kaya gibi. Pelotondan biri ırkçı bir söz sarf ederse, cevap vermez. Sadece onu ana gruptan geriye düşürür.”

Yolu takip edebilmek

Gene, geçtiğimiz sene bisikletten emekli olup arkasında başarılı bir kariyer bırakırken, önemli de bir yol açtı. 2010’ların ortalarından itibaren pelotonda siyahi sporcuların sayısı artış gösterdi. Sadece Guadeloupe’lu değil, Ruanda’lı, Güney Afrikalı, Eritreli ve Etiyopyalı bisikletçiler Avrupa sahnesinde şanslarını denediler, hatta aralarından Daniel Teklehaimanot, Natnael Berhane ve Kevin Reza gibi Fransa Turu’na katılanlar da oldu. Ne var ki, 2020’ye gelindiğinde toplamda büyük turlara katılan siyahi sporcuların sayısı hala iki elin parmaklarını geçmiyor. 2020 Fransa Turu’nda da pelotonun tek siyahi bisikletçisi Kevin Reza. 2011’de Yohann Gene tura katıldığından beri, bisikleti daha global bir spor haline getirmek için atılan adımlar maalesef yeterli değil. 

Yedi kez Fransa, üç kez İtalya ve bir kez de İspanya Turu’nda yarışan Yohann Gene, ayrıca en sevdiği yarış olan, dünyanın en zor tek günlük yarışı Paris-Roubaix’de de tam 14 kez yer aldı. Bu yarışların hiçbirinde ilk elliye bile giremedi. Asla Thierry Henry gibi döneminin en büyük futbolcularından biri olarak, Rudy Gobert gibi NBA’in en iyi savunmacısı olarak ya da Yannick Borel gibi olimpiyat şampiyonu bir eskrimci olarak anılmayacak. Ancak Fransa Bisiklet Turu’na katılan ilk siyahi bisikletçi olmasıyla Yohann Gene şimdiden tarihin sayfalarında kendine önemli bir yer edindi. Onun açtığı yoldan gitmek içinse, bisiklet dünyasının çok daha fazla çaba harcaması gerekiyor.


Kapak Fotoğrafı: Tour de Langkawi

Bir Cevap Yazın