Tarih: 13.09.2020 Yazar: Serbest Atış Yorumlar: 0

Yazarlar:

Bir Anı Olarak Metin Oktay: Merve Dundar

Bir Film Olarak Metin Oktay: Emrah M. Güllüoğlu

Bir Beste Olarak Metin Oktay: Burcu Biçer

Taçsız Kral’ı kimimiz anılardan, kimimiz gazetelerden, kimimiz filmlerden, kimimiz ise müzikle tanıdı. Türkiye futbol tarihinin en özel karakterlerinden Metin Oktay tek bir yönüyle anlatılamayacak kadar kalabalık bir karakter.

Metin Oktay futbol topunu ağlara gönderme konusunda repertuvarının genişliği kadar saha dışındaki yaşamı ile gerek çağdaşları gerekse sonraları birçoklarının hayatında yer etmiş bir figürdür. Türkiye futbol tarihinin en önemlilerinden biri olan Taçsız Kral adına şarkılar yazılmış filmler çekilmiş, tanıyan ya da sonradan tanımış herkesin hatırası olan bir futbolcudan öte önemli kültür ikonlarından biri haline gelmiştir. Hala Galatasaray’a transfer olan her futbolcunun ‘’Metin Oktay Pozu’’ diyebileceğimiz, sağ elini armanın üzerinde konumlandırarak bu pozu çektirdiğini görürüz. Futbolu dışında özel hayatı ile de zamanın medyasında çokça yer bulmuş figürü kronolojik bir hayat hikayesindense farklı pencerelerden bakarak ele almaya çalıştık.

Bir anı olarak Metin Oktay

Sırtında 10 numaralı parçalısı, siz halini hatırını soruyorsunuz o diyor ki, “Metin çok başkaydı. O gün bizimle kalsaydı bugün belki aramızda olacaktı” ve ardından gözleri doluyor. O andan itibaren ne kendisi ne de siz gözyaşlarınıza engel olabiliyorsunuz. 29 yıl önce bugün aramızdan ayrılan Taçsız Kral’ı, beş yıl önce işte böyle dinlemiştim Berlin Panteri’nden

Metin Oktay ve Turgay Şeren
Turgay Şeren ve Metin Oktay

Onlar, Türk Milli Takımı’nın ve Galatasaray Kulübü’nün iki büyük efsanesi. Biri attığı gollerle yıldızlaşmış namı diğer “Taçsız Kral” Metin Oktay, diğeri kalesinde devleştiği anlarla tarihe geçmiş “Berlin Panteri” Turgay Şeren. Yolları futbolla kesişen, 50’li, 60’lı yıllara damga vurmuş iki isimden Metin Oktay’ın erken son bulan hayat hikâyesi Turgay Şeren’in yaşamında da derin izler bırakmış. Futbol dışındaki yaşamlarında da pek çok anıyı biriktiren ikiliden Turgay Şeren ile beş yıl önce gittiğim, Florya’da bulunan Galatasaraylılar Yurdu’nda tesadüfen karşılaştım. Daha doğrusu kendisinin orada kaldığını öğrenince tanışmayı ve sohbet etmeyi çok istedim. O da beni ve arkadaşımı kırmadı, odasına kabul etti. Yaşım canlı olarak izlemeye yetmediğinden hep büyüklerimden hikâyelerini dinlediğim bir efsane karşımda duruyordu. Üzerinde, 19 yıl boyunca kariyerini adadığı sarı kırmızı renkler ve Metin Oktay ile özdeşleşen parçalı forması vardı. O heyecanla konuşmaya nereden başlayacağını bilemiyor tabi insan. Klasik bir girişle önce halini hatırını sordum. “İyiyim” dedi önce, ziyaret edilmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Ardından konuyu Metin Oktay’a getirdi. “Metin benim için çok önemliydi” dedi. Daha önce pek çok röportajında da söylediği gibi, “Metin o gün bizimle kalsaydı o kazayı yapmayacaktı ve belki bugün bizimle olacaktı” diye devam etti. Metin Oktay, hayatını kaybettiği 13 Eylül günü Turgay Şeren ve arkadaşlarıyla Kuruçeşme’deki Galatasaray Adası’nda yemekteydi. İlerleyen saatlerde masadan ayrılmak için izin isteyen Oktay’ı arkadaşları kalması için ikna etmek için çok uğraşsa da başarılı olamadılar. “Bizi dinlemedi, gitmem lazım diyerek yanımızdan ayrıldı ve gidiş o gidiş” diye anlatmaya devam eden Şeren’in gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Zaten anlattıkları karşısında metanetli durmak çok mümkün değildi. Gözlerinden, o gün yanından kalkıp ölüme giden arkadaşına engel olamamanın üzüntüsü bir başka okunuyordu. Biraz dinlendikten sonra Metin Oktay’ın futboldaki başarısının yanı sıra bir insan, bir arkadaş olarak kendisi için değerinden bahsetti. Ne anlatırsa anlatsın hemen hemen her cümlesi “Ama Metin erkenden gitti” cümlesiyle bitti ve her defasında gözlerinden yaşlar döküldü. Bu kısa sohbetin ardından veda etmek için bir kez daha gücünü topladı ve yüzünde buruk gülümsemesiyle bizi odasından uğurladı. O günden bir sene sonra da hayata gözlerini yumdu ve belki de Taçsız Kral ile bir başka dünyada buluştu.

Bir film olarak Metin Oktay

1965 yapımı Taçsız Kral filmini izlediğimizde derinlikli bir Metin Oktay portresindense zamanın sinemasına uygun şekilde bir melodramın başrolü olan Taçsız Kral’ı, bir popüler kültür ikonu olarak Metin Oktay’ı izlemiş oluyoruz. İzmir sokaklarında başlayan kariyerinin Galatasaray efsanesine dönüşmesi, Metin’in ilişkilerinin anlatımında yan unsur olarak kalıyor. Ekranda Metin’i sırasıyla Mine, Hülya, Mine, Gönül, Hülya, Gönül ve son olarak Mine ile görürüz. Filmin esas oğlanının arayışları sonrasında, aslında aradığının hep yanında olduğu o klasik söylem üzerine oturduğunu söyleyebiliriz.

Her şeye rağmen bir yerinde sinemanın cazibesi içine çekiyor en nihayetinde, yüzlerce çocuğun sokakta yaptığı maçlarda olmayı seçtiği Taçsız Kral’ın filminden ben de bir karakter seçmeye karar verdim. Filmin içinde bir sahnede olsam, Metin Oktay ile bir anım olsa ne olsun diye düşünmeye başladım. İzmir’de toprak sahada birlikte top oynadığı çocuklardan biri olsam güzel olurdu dedim. Sonra sahneler ilerledi, Metin İstanbul’un yolunu tuttu. Galatasaray’da henüz oynamaya başlamışken Karıncaezmez Şevki ile birlikte tribünde olmak da güzel bir hayaldi. Ama sonrasında, bugünlerde örneğiyle karşılaşamadığımız o röportaj sahnesi geldi ve ben artık filmdeki rolümü bulmuştum. Maç öncesi Fenerbahçe kaptanı Naci Erdem ile birlikte röportaj yapılıyordu. Ve düşündüm ki ben o röportajı yapıyor olsam ne sorardım? Metin Oktay’la röportaj yapmak güzel bir hayal olsa gerek. 

Taçsız Kral Film Posteri

O röportajda Milliyet gazetesi muhabiri iki futbolcuya da maçın nasıl geçeceğini ve beklentilerini soruyor. Naci, 0-0 ön görürken, Metin ise muhakkak gol atacağını söylüyor. Metin ve Naci’ye yalnızca o maçın akibetini değil saha içi rekabetlerini, saha dışı ilişkilerini de sormak isterdim. Maç sonunda soyunma odasına giden koridorda Naci’nin ‘’Tebrikler Meto, gol attın’’ sözlerine Metin ‘’Senin dediğin de çıktı berabere kaldık’’ diye cevap veriyor. 

Filmde daha çok kadınlarla ilişkisini görebildiğimiz Metin’e, futbolla ilişkisini tanımlayan üç erkek karakterle gerçekte nasıl bir ilişkisi olduğunu sormak isterdim. Adı geçen ama ilişkilerinde detaya inilmeyen üç babayı sormak isterdim. Birincisi futbol oynamasını istemeyen, top oynamak günahtır diyen biyolojik babası. Futbol oynamasına nasıl ikna oldu, kariyeri boyunca babası ile ilişkisi nasıldı? İkinci baba olarak ise Baba Murat (Gerçek ismiyle Fikret). Filmde Erol Taş’ın canlandırdığı Murat eski bir futbolcu ve Metin’in futbolcu olmasında çok emeği var. Mine’nin babası Murat, Metin’in Mine ile evlenmesi ile kayınbabası oluyor aynı zamanda. Son baba olarak ekranda Baba Gündüz’ü görüyoruz. Bir başka Galatasaray efsanesi Gündüz Kılıç. Metin’in İzmir’den İstanbul’a gelişinde önemli rol oynayan, Galatasaray yıllarında hem hocalığını hem de abiliğini yapan Baba Gündüz, filmde de kendini oynamış. Atıf Yılmaz’a da burada teessüflerimizi iletelim. Elinde dönemin o kadar ünlü ve merak edilen figürü var iken bu karakterleri biraz daha konuşturup, filmin içine daha çok sokabilir miydi acaba diye düşünmeden edemiyorum. Filmde Palermo’da geçirdiği zaman İtalya görüntüleri üzerine Mine’ye yazdığı ‘’Acaba orada bana ‘Palermo’lu Metin, Metin ol!’ diye tezahürat ederler mi?’’ cümlesiyle başladığı mektubuyla geçmekte. Metin Oktay’a sormak isterdim o yıllarda nasıl bir yerdi İtalya, nasıl bir histi Palermo’da oynamak? 

Milli takım kampında testler sırasında ortaya çıkan kalp rahatsızlığı ile ilgili ne hissettiğini sorardım. Filmde buralar alkole ve kumara düşüş üzerinden anlatılmış durumda. Sonrasında ise Metin’in, Baba Murat ve Mine’nin desteğiyle tekrar ayağa kalkıp ve Galatasaray tribünleri ile tekrar buluşmasını izleriz.

Film tarihler ve isimler vermek konusunda biraz kısır kalmış durumda. Metin’in testlerinin olumsuz çıktığı milli takım kampı Cihat Arman’ın milli takım teknik direktörü olduğu 1964 senesine denk geliyor olsa gerek. Zira Cihat Arman 27.09.1964 – 01.11.1964 tarihleri arasında milli takımın başında görev alıyor. Bu süre zarfında Türkiye iki karşılaşma yapıyor. Birincisi 27 Eylül tarihli Polonya’ya 2-3 kaybedilen maç, ikincisi ise 1 Kasım tarihli Tunus’u 4-1 yenilen maç. Metin’in rahatsızlığın ortaya çıktığı maçın hangisi olduğunu ise bilemiyoruz.

Film 1965 yapımı olduğu için Metin’in tekrar sahalara dönüp gollerine devam etmesiyle son bulur. Mutlu son Metin’in yegane iki sevdası Mine’ye, diğer aşkı futbol ve Galatasaray’a kavuşmasıyla gerçekleşir. Film, Metin Oktay’ın aktif olarak futbola devam ettiği bir zamanda çekildiği için kariyerinin ve Türkiye futbol tarihinin en önemli karelerinden birini barındıramamıştır. O kare herkesin gözünün önünde canlanan, kendi jübile maçında Can Bartu ile topun üzerine ayaklarını koydukları karedir. O maçta ikisinin formaları değişmesi ile birlikte Metin Oktay ezeli rakip formasını saha içerisinde kısa bir sürede olsa giymiş olur. Buranın hem Metin Oktay’a hem de Atıf Yılmaz’a sormaya değer bir nokta olduğunu düşünüyorum. Atıf Yılmaz’ın, Taçsız Kral’ı 1969 yılında sonra çekseydi yukarıda bahsi geçen hadiseyi nasıl görürdü, merak ettim. Böylesine ikonik bir anın üzerine kurmak ister miydi filmi? Son olarak Metin Oktay’a bu anı sorardım, neler hissetti, Can Bartu ve Fenerbahçe ile nasıl bir ilişkileri vardı? Eminim ki böyle bir sohbet şansım olsaydı burada yazabildiklerim kadar bile soramayacağım, çoğunlukla dinleyeceğim ve bundan keyif alacağım bir sohbet olacaktı.

Fırsatım olsa araya muhakkak bir soru daha iliştirirdim; tribünlerle ilişkisi nasıldı? Adına besteler, marşlar yapılması, binlerce kişinin adını haykırması nasıl bir histi acaba.

Bir beste olarak Metin Oktay

Sporla müziğin iç içeliğini oyunun da bir ritmi olduğuna bağlayabiliriz tabi fakat popüler kültürün efsaneler için bir şeyler üretmesi gerek. Metin Oktay, döneminin hatta günümüzün bile en saygı duyulan futbolcusu. Sahada attığı goller kendisi için şarkılar yazılmaya varacak kadar görsel bir şölen.

Metin Oktay’ın en popüler olduğu 1960’lı yıllarda kendisini sadece yeşil sahalarda görmüyor beyaz perdede de izliyoruz, plaklardan da adını duyuyoruz. Sadece futbol sahalarıyla sınırlı kalmayan bu popülerlik müzik sahalarında da kendisini gösteriyor. O meşhur ağları delen golü ile, oyun şekliyle şarkılara konu oluyor.

1965’te Ezgi Plak tarafından Spor Serisi’nin ikinci plağı Metin Oktay için hazırlanıyor. İlki, Vasfi Uçaroğlu Orkestrası’nın yaptığı “Şampiyonlar Şarkısı” Fenerbahçe için yapılmış. Ülkemizde futbolcular için yapılmış bestelere rastlamak zor, Metin Oktay bunun ilk örneği. Halit Kıvanç, maç anlatışı esnasında “Metin gol Metin gol” tekrarlarından ritme ve tempoya kapılıp  bir şiir yazar. Metin Geliyor Metin’in sözlerini yazıp besteci Şevket Uğurluer’e verir. Şevket Uğurluer ve Arkadaşları’nın seslendirmesiyle plağın bir yüzünde Kral Metin şarkısı diğer yüzünde ise Halit Kıvanç anlatımıyla Kralın Golleri yer alır. Şarkıda;

Füze şutunun hızı sözleriyle Romanya kalesine 40 metre uzaklıktan gönderdiği şuttan ve şutlarının hızından,
Ağlar bile delindi Metin topa vuralı sözleriyle Fenerbahçe’ye attığı golün ağları delmesi ve toplarının sertliğinden, 

Rengi sarı kırmızı sözleriyle de Galatasaray’da oynadığından bahsedildiğini anlıyoruz.


Şarkı, hareketli ve batılı bir melodik yapıyla bestelenmiş. Koro ile yapılan vokallerin tezahüratvari bir söylemle akılda kalıcılığı ve ezberi kolaylaştıran yapısıyla tribünlere uygun bir şarkı. 1960’ların batı tarzı ve biraz da rock’n roll havasını hissettiriyor. Sporda imza hareketler dediğimiz çoğu hareketi müzikle destekleme isteği ortaya çok erken çıkmış fakat uzun soluklu olamamış. Spor dünyasının kültürel ikonlarıyla görsel, işitsel ve yazılı bir hafıza oluşturmak spor tarihi için önemli bir yol. Spor Plakları kısa ömürlü bir seri olur, Metin Oktay’ı sadece futbol kitlesiyle sınırlı kalmayan bir bilinirliğe ulaştırır fakat bu seri Metin Oktay’ın popülerliğinden pek bir fayda sağlayamaz. 

Metin Oktay’ın Serbest Atışı ise son maçı Şekerspor’a karşı, maçın ikinci yarısında kaleye yirmi beş metre mesafeden topu 90’dan kaleye göndermiş olmasıdır.

Bir Cevap Yazın