Tarih: 17.12.2023 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

Onun hikayesi yarım kalan bir hikaye. Tamamlansaydı kusursuz olacağı su götürmeyen, neden yarım kaldığıysa fazlasıyla düşündüren…

Yakılıp yıkılan evler, yağmalanan dükkanlar, tekmelenen insanlar, yaralananlar, ölenler… Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hatırlandığında dahi tüyleri diken diken eden günlerinden 6-7 Eylül 1955 olayları kendilerini bu ülkenin evlatları olarak gören birçok gayrimüslimi yeniden düşünmeye ve göçe zorlamıştı.

Azınlıklar için varlık savaşı dünyanın pek çok yerinde zor bir görev, ardında da pek çok acı barındırdığı aşikar. Türkiye’de de durum hiçbir zaman farklı olmadı. Vatanı olarak gördüğü topraklarda huzur içinde yaşayan; bu ülkede doğan, büyüyen başta Rum, Yahudi ve Ermeniler adeta sistemli bir şekilde ülkeden uzaklaştırıldı. 6-7 Eylül olayları da organize kötülüğün gün yüzüne çıktığı sembol günlerden. 

Olayların vehameti ve zamanla endişenin büyüttüğü ayrılık hikayeleri… Kimi evini, kimi işini, kimi dostlarını, kimiyse Yakovos Bilek gibi kariyerini bu topraklarda bırakarak gidenlerin hazin öyküsü…

Basketbolun bu ülkede büyüyüp gelişmesini sağlayan, milli formayı sırtına geçirip ülkesini gururla temsil eden, antrenörlükte kendini geliştiren ve bununla yetinmeyip 1952 Helsinki ve 1960 Roma Olimpiyatları’nda Türkiye adına basketbol hakemliği yapan spora adanmış bir hayatın adıydı Yakovos Bilek. İstanbul’da Kurtuluş ve Beşiktaş’ta basketbol oynadı. Yine bu takımlarda antrenörlük yaptı. İstanbul’un bu bölgeleri adeta onun yuvasıydı, oysa hazin olaylar sonrası yaşamaktan korktuğu ve görünür olmaktan çekindiği yerlere döndü. Onun ülkesi burasıydı ancak mübadele dönemi ve ardından bu korkunç 6-7 Eylül olayları, iki kız babası bir insanı haliyle gitme ve kalma arasında bir karara zorluyordu. Olayların bir yıl sonrasında, Eylül 1956’da dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e ülkesine olan bağlılığını, olayların üzerinde yarattığı etkiyi açıklayan ve en çok da “Bize atfedilen sıfatlar nediri” sorgulayan bir mektup kaleme aldı.

’’Muhterem beyefendi,

Yunanlılar İzmir’i işgal ettikleri zaman, merhum pederime; “fesini çıkar ve şapka koy” emirlerine: ‘Siz burada misafirsiniz, yakın bir günde geldiğiniz yere gideceksiniz, bu fesin sayesinde ben ailemi geçindiriyorum, burası vatanımdır’ diyerek, bir türlü emirlerine itaat etmemişti (tütün eksperi Todori idi ismi). Bizi, bu fikirler ile büyüttü ve ben ile ağabeyim, bu toprakları kendi öz vatanımız diye saydık ve sayıyoruz. Sporcu bir gencin çıkacağı en yüksek mertebeye çıktım: Türk basketbol milli takımının ilk beşinde yer alıp Atina’da, onları kendi sahalarında perişan ettik ve İstanbul’daki rövanş maçında mağlup olduk, fakat kendi başıma en çok sayıları yaptım. Hakemlikte beynelmilel oldum ve Milano’da, Yugoslavya’da ve 1952 olimpiyatlarında iftiharla Türkiye’yi basketbol hakemliğinde temsil ettim. Göğsümde “ay-yıldızı” takarak, bir Türk olarak, memleketimi şerefle temsil ettim ve bundan da gurur duymaktayım. Ancak ikide birde: “siz ekalliyetler, artık burada yeriniz yoktur, parazitsiniz…” vs. bu yersiz söylemlerden ben şahsen hiçbir endişe duymamaktayım, fakat iki kız babası olduğum cihet ile, çocuklarımın istikballerini de düşünmek mecburiyetindeyim. Emin olmak istediğim nokta: “siz ekalliyetsiniz” ne demektir? ben kendimi Müslüman bir Türk kadar, kendimi Türk hissetmekteyim. Bütün vazifelerimi yerine getirdikten sonra, bir din farkı ile mi bu “Türklük” benden alınmaktadır? “İstanbul Ekspres” gazetesinde spor muharrirliği icra etmekteyim ve bay Mithat Perin de beni çok iyi tanımaktadır. Niçin kendimi mağdur hissederek, kendi memleketime yabancı hissedeyim? bütün samimiyetimle sizlere temin edebilirim ki, İstanbul’daki Rumların kısmı azamisi benim gibi düşünmektedirler. Bizi ne Yunanistan alakadar eder ne de yanlış ve hatalı politikaları. Her hususta halis bir Türk gibi düşünmekteyiz, Kıbrıs davası dahil. Bizim arzumuz, yirmi dört milyon Türklerden biri, kendimizi saymak ve sulh ve şeref içinde memleketimizin istikbali için çalışmak ve muvaffak olmaktır. Tarih bize göstermiştir ki: “hayalperest milletlerin sonu, mahvolmaktır”.
Güzel ve istikbali parlak Türkiye’mizde yaşamamızın devamını ve endişelerimizin izalini sizden bekler, en samimi hürmet hislerimin kabulünü rica eder, saygılarımı sunarım, efendim.
24 Eylül 1956’’

Kaynak: BCA, 30-1-0-0/133-870-2

Yazdığı mektup gün gibi ortada ancak bu mektup Adnan Menderes’e ulaşmış mı ya da ulaştıysa okumuş mu bilinmiyor. Okumadığını düşünenler, okusaydı bu hikayenin daha farklı olacağını düşünüyorsa tarihin tozlu sayfalarını biraz daha karıştırmalarında fayda var.

1917’de İzmir’de dünyaya gözlerini açan Todori’nin oğlu Yakovos, ülkede yaşadığı süre boyunca Türkiye’yi gururla temsil etmişti. Üstelik bu coğrafyaya vereceği daha pek çok şeyi olan iyi yetişmiş bir basketbol insanıydı. Bu olaylar yaşanırken emekli bir oyuncu olan Bilek, bu mektubun satırlarını yazarken İstanbul Ekspres gazetesinde muhabirdi. Artık deneyimli bir spor adamı olarak tecrübelerini yeni nesillere aktaracak ve ülkede basketbolun bir üst seviyeye yükselmesini sağlayacak bilgi birikimine çokça sahipti. Ancak bu utanç günleri ve ardından yaşanan psikolojik baskı dönemi onu ülkesinde ancak yedi yıl daha tutabildi. 1962’de rotasını Almanya’ya çevirmeden önce ayrıştırıcı onca politikaya rağmen Türkiye spor tarihine geçecek işler yapmaya devam etti. Hüdai Budanur ismini hatırlayanlar mutlaka olmuştur. Beşiktaş’ın efsane isimlerinden Budanur, Karagücü potasına 110 sayı gönderip takımının tüm sayılarını kaydettiğinde antrenörlük koltuğunda Yakovos Bilek oturuyordu. Beşiktaş-Karagücü maçında kıvrak zekasını ve nasıl farklı düşündüğünü göstermişti. Kuşkusuz basketbolun bir takım oyunu olduğunu ondan daha iyi bilen yoktu ancak o, oyuncusunun hak ettiği değeri göremediğini ve ancak bu yolla dikkatleri üzerine çekebileceğini düşünerek takımına tüm sayıları Hüdai’nin atmasını iletmişti. Bununla da yetinmedi, ikinci olimpiyatı olan Roma 1960’ta altı maçta düdük çaldı. Daha ülkeye katacağı neler neler vardı Yakovos Bilek’in. Ancak olmadı. Almanya’ya cebinde büyük bir tecrübeyle göç etti. Gider gitmez, bitme noktasına gelen Almanya Basketbol Milli Takımı’nın başına getirildi. Felaket durumdaki Almanya basketbolu onun döneminde ivme kazandı. Ancak o bunu yeterli görmüyordu, işe altyapıdan başlanması gerektiğinin farkındaydı. Federasyon ona güvendi, o da tüm unvanlarını kenara atıp Almanya’da muhteşem bir altyapı dönüşümüne imza attı. Ev ev, okul okul dolaştı. 1990’lı yıllarla giderek basketbolda önemli bir güç haline gelen ve her takıma ciddi bir rakip olan Almanya basketbolunun temellerini 1960’lı yıllarda atan isimlerin en önde gelenlerindendi.

Türkiye kendi elleriyle yetişmiş bir cevherini Almanya’ya kaptırmıştı. Oysa ki o formasını terletmekten gurur duyduğunu her daim belirttiği Türkiye’de bu atılımı yapabilirdi. Edindiği engin tecrübeyi, Türkiye’yi karış karış gezerek yeni nesillere aktarıp çok köklü bir basketbol ekolünün temellerini yıllar öncesinde vatanında atabilirdi.

Türkiye’nin 100 yıllık tarihinde gurur dolu anlar olduğu gibi unutulması ve hicap duyulması gereken bazı dönemler de var. Yakovos Bilek de bu karanlık dönemin mağdurlarından biri olarak vicdanı rahat bir şekilde farklı bir ülkede hayatını kurdu. Bugün bu satırlarda adını anmaktan gurur duyduğumuz izler bırakan Yakovos Bilek gibi kim bilir hangi değerler o zifiri karanlık günlerde gözlerden uzaklaşarak kayboldu.

Onun adı Yakovos Bilek… Mektubunda belirttiği gibi vatandaşı olmaktan gurur duyduğu ülkesinden koparılan, Almanya’da basketbolu kalkındıran ve sonunda Atina’da hayata gözlerini yuman, karanlık günlerin bir ülkeden bir başka ülkeye savurduğu adam.

Bir Cevap Yazın