Tarih: 26.05.2021 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Martina Hingis’in fırtına gibi başlayan kariyeri, 1999’da efsane Steffi Graf ile karşı karşıya geldiği olaylı Roland Garros tek kadınlar finaliyle birlikte sekteye uğradı ve Hingis için bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Andre Agassi tenisin en zor yanlarından birinin “insanların gözü önünde olgunlaşma zorunluluğu” olduğunu söylemişti. Tenis, kuşkusuz dünyanın en çok zihinsel dayanıklılık gerektiren sporu. Dünyada etrafı binlerce kişilik tribünlerle çevrili bir sahada tek başınıza mücadele etmek zorunda olduğunuz başka bir spor branşı yok. Üstelik tenis, işleri oyuncular için daha da zorlaştıran yazılı ve yazılı olmayan kurallara sahip. Pek çok branşta normal karşılanacak -hatta olumlu bile bulunacak- duygu patlamaları sonucu yapılan eylemler bir anda her şeyin tenisçiler adına tepetaklak olmasına neden olabilir. Bu yüzdendir ki bir tenisçi ne kadar yetenekli ya da formda olursa olsun “kafasını toparlayamaması” veya kendine hakim olamaması emeklerini ziyan edebilir.

5 Haziran 1999 günü Roland Garros tek kadınlar finalinde Martina Hingis ve Steffi Graf karşı karşıya geldi. Bir tarafta henüz 18 yaşında olmasına rağmen beş Grand Slam şampiyonluğu bulunan ve tarihin en iyisi olup olamayacağı konuşulan İsviçreli Hingis; diğer taraftaysa çoktan efsaneleşmiş, o dönem için tenis tarihinin teklerde en çok Grand Slam kazanan oyuncusu olan (Açık dönem) ve kariyerinin son sezonunu yaşayan 30 yaşındaki Alman Graf.

Martina Hingis maçtan önce büyük çoğunluğun şampiyonluk favorisiydi ve bunun için ortada haklı sebepler vardı. Dile kolay, iki yıldan biraz fazla bir süre içerisinde üç Avustralya Açık, bir Wimbledon ve bir de Amerika Açık şampiyonluğu olmak üzere toplamda beş Grand Slam şampiyonluğu yaşamış, 1997’de Avustralya Açık’taki şampiyonluğu sayesinde, henüz 16 yaş 177 günlükken, tarihin en genç Grand Slam şampiyonu unvanını kazanmıştı. Aynı yıl dünya sıralamasında bir numaraya yükselerek bu alanda da bunu başaran en genç oyuncu olmuştu. Günümüzde Hingis’in rekorları hala kırılabilmiş değil.

Dahası, Martina Hingis gençliğinin verdiği dinamizm ve güçten çok, yaşının ötesinde bir oyun zekası ve çeşitliliğiyle ön plana çıkıyordu. Adeta büyümüş de küçülmüş gibiydi. Ancak her ne kadar oyunu yaşına göre olgun olsa da, Hingis’in henüz olgunlaşmamış yanları vardı ve belki de bu yüzden Hingis’in hikayesi beklenenden çok farklı bir yönde ilerledi.

Tenis seyircileri maçlarda oyunculardan biri üzerinde baskı yaratacak şekilde açık açık amigoluk yapmaz, zaten böyle bir görüntü de tenise yakışmayan bir nezaketsizlik olarak kabul edilir. Ancak sevinçlerden, alkışlardan ve hatta nadir de olsa rastlanılan birtakım seyirci çılgınlıklarından tribünlerin gönlünün aslında kimden yana olduğunu anlamak pek zor değildir. Özellikle de kariyerinin sonuna gelmiş bir tenis efsanesi söz konusu olunca, seyirciler efsanenin belki de son şampiyonluğuna tanık olma ayrıcalığına erişecekleri için ve biraz da o zamana kadar yaşattığı tüm güzellikleri onurlandırmak adına, o oyuncunun tarafında yer alabilirler.

Bu açıdan bakıldığında, 1999’un o Haziran gününde Martina Hingis’in karşısına çıkan Steffi Graf, Paris’teki merkez kortta şampiyonluk için Fransız seyircilerin gönlünden geçen isimdi. 21 Grand Slam şampiyonluğu ve tenis tarihinde aynı yıl Golden Slam yapabilen tek oyuncu olması gibi ulaşılması güç başarıları Graf’ı tenis tutkunlarının gözünde bir tür “azize” konumuna getirmişti.

Hingis ise henüz 18 yaşındaydı ve halihazırda şampiyonlukları vardı. Kariyer Grand Slam’ini tamamlayabilmesi için eksik olan tek şey, o gün kazanmak için sahaya çıktığı Roland Garros şampiyonluğuydu. Ancak önünde uzun yıllar vardı ve bir gün mutlaka başarırdı. Başarırdı, değil mi?

İki tenisçi arasında turnuvaya dair motivasyonel farklılıklar vardı. Steffi Graf’ın veda sezonunda en çok istediği şey, son kez Wimbledon’da başarı kazanmaktı ve Roland Garros’u Wimbledon öncesi ısınma turu olarak görüyordu. Ancak deneyimi sayesinde önce üç numaralı seribaşı Lindsay Davenport’u, ardından da iki numaralı seribaşı Monica Seles’i yenerek kendini finalde buldu. Finale yükseldiğinde bile asıl arzusu şampiyon olmaktan ziyade Paris’e ve toprak korta en güzel şekilde veda etmekti.

Martina Hingis için ise durum farklıydı. Çok kısa sürede çok büyük başarılar elde etmişti ve gençliğinin verdiği coşkuyla her şeyi kazanmak ve en iyi olduğunu kanıtlamak istiyordu. Üstelik bu motivasyonunun arkasında Steffi Graf’ın da dahil olduğu gerekçeler vardı. Graf, 97-99 arasını büyük oranda sakatlıklarla geçirmişti ve pek çok tenis otoritesi, Hingis’in başarılarını takdir etmekle birlikte, bunun Graf’ın olmayışı sayesinde mümkün olduğunu iddia etmişti. Bu yorumlardan rahatsız olduğu belli olan Hingis, Haziran 1999’daki finalden birkaç ay önce Graf için şu ifadeleri kullanmıştı: “Steffi’nin geçmişte bazı başarıları oldu ancak artık daha hızlı, daha atletik bir oyun var. Artık yaşlandı ve zamanı geçti.”

İşte ikili bu şartlar altında Roland Garros finalinde karşı karşıya geliyordu. Hingis maça çok iyi başlamış ve ilk seti 6-4 kazanmıştı. İkinci sete de çok iyi giriş yapan Hingis, setin başında servis kırarak sette 2-0 öne geçmişti. Steffi Graf’ın kazanmasını dileyen seyirciler yavaştan tablonun netleşmeye başladığını hissediyordu. Belki bu yüzden biraz içleri burulacaktı ancak Hingis müthiş bir özgüvenle takdire şayan bir oyun ortaya koyuyordu. Her şey onun için mükemmel ilerliyordu. Ta ki o ana kadar…

Milos Forman’ın yönettiği 1984 yapımı Amadeus filmini izleyenler vardır. Filmin başında Antonio Salieri rahibe içini dökerken Mozart ile tanıştığı zamanı şu şekilde anlatır: “O gece hayatımı sonsuza kadar değiştirdi.” Genç Martina Hingis, Steffi Graf’ın kendi Mozart’ı olacağını nereden bilebilirdi ki?

İkinci sette 2-0 öndeyken hakemin verdiği bir dışarıda kararı sonrası Martina Hingis buna itiraz etti ve topun içeride olduğunu iddia etti. Karşılaşmanın hakemi Anne Lasserre, çizgi hakemiyle birlikte topun düştüğü noktayı incelemek için olay yerine gitti. Açıkçası, düştüğünü varsaydıkları yer demek daha doğru olur; çünkü iki hakemin bakışları ve jestlerinden topun düştüğü yeri kesin olarak bilerek gelmedikleri anlaşılıyordu. İki hakemin yaptığı değerlendirme sonrası Anne Lasserre, Hingis’e dönerek dışarıda kararının geçerli olduğunu söyledi. Hingis’in “şalterini attıran” da bu oldu.

Martina Hingis topun apaçık şekilde içeride olduğunu düşünüyordu. Ona göre hakemler topun düştüğü noktayı bile doğru tespit edememiş, üstüne bir de dışarıda kararında ısrarcı olmuştu. Final oynayan şampiyon bir oyuncunun bu noktada yapması gereken şey, sinirlerine hakim olup kendini yatıştırması ve oyuna kaldığı yerden devam etmesidir. Ancak Hingis, pek de destekçisinin olmadığı bir ortamda kabul edilemez bir hareket yaparak filenin diğer tarafına geçti.

Hingis daha kendi tarafındayken bile itirazlarına homurdanan seyirciler, bu ihlal karşısında çılgına döndü ve Hingis’i yuhalamaya başladı. Hingis ise, son derece rahat bir şekilde, raketiyle topun asıl düştüğü yeri hakeme göstererek ona kararının hatalı olduğunu anlatıyordu. Hem kurallar nezdinde hem de seyircilerin gözünde ciddi bir hata yapmıştı ancak durmaya hiç niyeti yoktu. İtirazlarını sürdürmek için hakemin yanına giderken seyirciler çoktan “Steffi” tezahüratlarına başlamıştı. Oysaki Steffi Graf olayın taraflarından biri değildi, onun dahil olduğu veya etkilendiği bir durum yaşanmamıştı.

Muhakkak ki seyirciler taraf tutar ve destekledikleri oyuncuya moral verir. Dolayısıyla, seyircilerin protestosunu şu şekilde yorumlamak mümkün olabilirdi: Hingis de Graf gibi olgun ve zarif olmayı öğrenmeli, birkaç şampiyonluk kazandığı için kendinde tenisin “davranış kodlarını” çiğneme hakkını bulmamalı. Fakat devamında yaşananlar bunun “haddini bildirmenin” ötesinde olduğunu gösterdi.

Hingis bir türlü sakinleşmiyordu. Hakemin yanına gitti, ona kararın yanlış olduğunu söyledi ve oyuna devam etmeyi reddederek sandalyesine oturdu. Hakem Lasserre’in ikna çabaları sonuç vermeyince devreye turnuva hakemi Gilbert Ysern ve WTA yetkilisi Georgina Clark girdi. Topun bıraktığı izin gayet belirgin olduğunu ve hakemlerin ısrarla yanlış ize baktığını söyleyerek Ysern ve Clark’ı ikna etmeye çalışan Hingis, doğal olarak, bu girişiminden istediği sonucu alamadı. İkili, Hingis’e kararın uygulanması gerektiğini ve oyuna devam etmesini söyleyerek yerlerine döndü. Bu esnada seyircilerin Hingis’e yönelik yuhalama ve ıslıklamaları kesintisiz devam etti.

Tüm bunlar olup biterken, Steffi Graf ise son derece sakin ve tepkisiz bir görüntü sergiliyordu. Hatta Hingis onun tarafına geçtiğinde bile dönüp onunla ilgilenmek yerine ufak ısınma hareketleri yapmaya başlamıştı. Usta avcı, deyim yerindeyse, kanın kokusunu almıştı. Maçı önde götüren, formda bir Hingis’e karşı tek şansı, rakibinin konsantrasyonunun alt üst olmasıydı. Hingis’le diyaloğa girerek odağı yeniden kendi üzerine çekmek anlamsız olurdu. Hingis’i zihninde bir türlü uzlaşamadığı o anla ve seyirciyle baş başa bırakmak en doğru stratejiydi.

Aslında Hingis’in tek bir puan için bu kadar olay çıkarmasını -hele ki bunun bir şampiyonluk maçı olduğunu düşününce- anlamlandırmak normal şartlarda pek mümkün değil. Ancak daha sonrasında Graf’ın yaptığı açıklamalar bu konuda fikir sahibi olmaya yarayabilir: “O puan için o kadar çok endişelenmesine şaşırdım. Bu bir oyun ama sanırım onun için bundan daha fazlasıydı.”

Hingis, Graf’ı yenmeyi çok istiyordu, hem de olabilecek en gösterişli şekilde. Ne kadar üstün bir zafer kazanırsa, kendisini yeterince büyük bir şampiyon olarak görmeyenlere o kadar net bir cevap vermiş olacaktı. Kazandığı şampiyonlukları birilerinin olmayışı sayesinde değil; yeteneğiyle, azmiyle, zekasıyla kazandığını kanıtlamalıydı. İşte bu yüzden, örümceğin ağını büyük bir dikkat ve maharetle oluşturmasına benzer şekilde bir gayretle kortta oyununu yönetiyordu. Rüzgarın ağda yarattığı tek bir kopukluğa da bu sebepten tahammül edemedi. Sanki hakemin o kararıyla “mükemmel galibiyeti” alıp kusursuzluğunu ilan etme şansı ortadan kalkmışçasına zihni allak bullak oldu. Yeteneği vardı, azmi vardı, zekası vardı; ancak onu bu durumdan kurtaracak deneyime henüz sahip değildi. Karşısında da bunun son derece farkında olan bir rakip ve seyirci vardı.

Hingis kendini toparlamaya çalıştı. Oyun kaldığı yerden devam etti ve setin sonuna kadar başa baş bir mücadele yaşandı. Seyirci durmaksızın Steffi Graf lehine tezahüratlarda bulunurken, Hingis’in her hatasında da sevinç çığlıkları duyuluyordu. Hingis bu şartlarda durum 4-4 iken servis kırmayı başardı ve 5-4 öne geçti. Artık hem maç hem de şampiyonluk için servis atacaktı. Ancak olmadı. Seyircinin kesintisiz desteği Graf’ın umudunu kaybetmeden maçta kalmasını sağlamıştı. Üst üste üç oyun kazanarak ikinci seti 7-5 kazandı.

Son setin başında Martina Hingis kıyafet değiştirmek için mola aldı. Mola dönüşünde Steffi Graf alkışlanırken Hingis ise yuhalanmaya devam etti. Kıyafet değişikliği Hingis adına hiçbir olumlu değişiklik yaratmadı ve Graf son sette oyunu tamamen domine etti. Sette durum 5-2 Graf lehineyken, hala bir umudu olduğu için mi yoksa seyirciyi iyice kızdırmak amacıyla mı bilinmez, Hingis underhand servis denemesinde bulundu ve devamında sayıyı aldı. Seyirciyi hedef alarak yaptıysa, Hingis bunda başarılı olmuştu. Tribünlerden bu underhand denemesine de büyük tepki geldi.

Underhand servis kullanmamak tenisin yazılı olmayan nezaket kurallarından biridir. Yine de genelde büyük tepkiyle karşılanmaz, çoğunlukla tribünlerde yalnızca bazı homurtular duyulur. 1989’daki Roland Garros tek erkekler finalinin sürpriz şampiyonu Michael Chang, dördüncü turda bir numaralı seribaşı Ivan Lendl karşısında, hem de beşinci setin kritik puanlarında, underhand servis denemiş ve seyircilerden de alkış almıştı. Bu örnek, o gün seyircinin Hingis’e bakışını yeterince açıklıyor.

Steffi Graf bu servisi karşılayabilmek için elinden geleni yaptı ancak yine hiçbir tepki belirtisi göstermedi. Martina Hingis belki de zamanla kendisinden çok daha başarılı bir tenisçi olacak ve onun rekorlarını kıracaktı, bunu bilemezdi. Ancak tüm maçı Hingis’in sahip olmadığı tek şey olan olgunluğun adeta dersini vererek oynadı. Olan bitene dair maç esnasındaki tek tepkisi tam da şampiyonluk puanı öncesinde geldi ve aslında pek çok şeyin özetiydi.

Hingis sebepsizce bir kez daha underhand servis atmaya çalıştı ancak rüzgar buna engel oldu. Anlamsızlıklar deryasında kaybolan Hingis, bir de gidip hakem Lasserre’e uzun uzun bu durumdan şikayet edince Steffi Graf sonunda dayanamadı ve hakeme gidip “Ne yapıyoruz şimdi? Tenis mi oynayacağız, yoksa sohbet mi edeceğiz?” diye sordu. Hakemden “Tenis” yanıtını alması üzerine de “Tamam, güzel seçim” diyerek yerine döndü. Bu birkaç saniyelik konuşma, iki oyuncu arasındaki mantalite farkını net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Graf işi uzatmadan şampiyonluk puanını aldı ve 22. Grand Slam şampiyonluğuna ulaştı. Hingis ise hızlıca kortu terk etti. Seyirciler bu esnada bile onu yuhalamaya devam ediyordu. Kupa törenine katılması ise annesi ve antrenörü Melanie Molitor’un uzun çabalar sarf etmesi sonucunda oldu. Annesinin omzunda ağlayarak korta dönen Hingis’in kupa için adı anons edildiğinde aldığı alkışlar iş işten geçtikten sonra gelmiş oldu.

Kupa töreni konuşmasında Steffi Graf, Hingis’e dönerek “Çok iyi bir oyuncu olduğunu biliyorum. Endişelenme, bunu kazanmak için çok fazla şansın olacak” sözleriyle onu teselli etmeye çalıştı. Steffi Graf’ın öngörüler konusunda tenisteki kadar başarılı olmadığını zaman gösterecekti. Martina Hingis bir daha Grand Slam kazanamadı. Bir ay sonra katıldığı Wimbledon’da ilk turda 16 yaşındaki Jelena Dokic karşısında aldığı yenilgi yalnızca bir başlangıçtı. Yaşadığı sakatlıklar sonucu 2003’te tenisi bırakma kararı aldı.

İlerleyen yıllarda başarısız geri dönüş denemeleri oldu ancak yalnızca 2013’teki dönüşü sonrası çiftlerde bazı başarılar elde etti. Roland Garros’taki o finalden 2003’teki bırakma kararına kadar çıktığı dört tekler Grand Slam finalini de kaybetti. “Fırtına” olarak hatırlanabilecek olan tekler kariyeri, bunun yerine “tatlı bir rüzgar” şeklinde hatırlanıyor. 1999’daki finalden geriye ise tek bir soru kaldı: Bir daha asla Grand Slam kazanamayacağını bilselerdi, seyirci Martina Hingis’e nasıl davranırdı?

Bir Cevap Yazın