Tarih: 15.09.2020 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Madrid’de doğdu, Madrid’de efsaneleşti. Dünyada taraftarını memnun etmenin en zor olduğu kulübün sembol oyuncusu oldu. Sayısız süperstarın geçtiği Bernabéu’da, Alfredo di Stéfano’nun tahtına yalnızca Raúl González layık görüldü…

Madrid’in güneyinde bir yoksul mahallesi… İsmi San Cristóbal de Los Angeles. Madrid’de ev kiralarının en ucuz olduğu yer burası. Elektrikçilik yaparak evini geçindirmeye çalışan Pedro da işte bu mahallenin sakinlerinden biriydi. Mahalle sakinlerinin çoğu gibi o da Atlético Madrid taraftarıydı. Hatta oldukça koyu bir taraftar olduğu söylenebilir. Atlético’ya işçilerin takımı demek fazla kaçar; ancak, özellikle şehrin nispeten yoksul güney mahallelerinde yaşayanların, daha kuzeydeki istediğini alan ve hep kazanan Real Madrid’den çok kendilerini Atlético’ya yakın hissetmeleri de gayet anlaşılabilir. Pedro hırslı bir babaydı ancak asla oğlunun üzerinde baskı kurmaz, ona koşulsuz destek olmaya çalışırdı. Oğlunda bir cevher olduğunu hissediyordu. Yine de Pedro oğlunun zenginlerin efsanesi olacağını nereden bilebilirdi ki?

Raúl González Blanco babasının hayallerinin çok ötesine gitmeyi başardı. Aslında, Real Madrid efsanesi olduğu düşünülürse babasının hayallerini yıkmış da olabilir ancak Pedro’nun bundan şikayetçi olduğuna dair bir bilgi bulunmuyor. Bilindiği üzere, İspanyollar hem anne hem babalarından soyadı alır. Kim bilir, Raúl’un kaderine etki eden de belki annesinden gelen Blanco soyadı olmuştur.

Bir zamanlar Zaragoza’da

Tarih: 29 Ekim 1994. Yer: La Romareda Stadyumu. Real Madrid teknik direktörü Jorge Valdano bir süredir takip ettiği C takımı oyuncusu 17 yaşındaki Raúl González’e ilk kez A takımla Real Zaragoza karşısında forma verdi. C takımıyla yedi maçta attığı 16 gol yeterince dikkat çekici olmuştu. Yine de Valdano’nun çekinceleri vardı. Maçtan önceki gün Raúl’un yanına gidip onunla konuştu. Onu oynatmak istediğini ancak gergin olmasından korktuğunu söyledi. Raúl’un yanıtı yaşına göre fazlasıyla iddialı oldu: “Kazanmak istiyorsan beni oynatırsın, kaybetmek istiyorsan başkasını.” Valdano, Raúl’un özgüveninden çok etkilenmişti ancak Real Madrid o gün kaybetti. Genç Raúl çıktığı ilk maçta Zamorano’nun golünün asistini yapmıştı. Ancak standardı her zaman çok yüksek olan Real Madrid taraftarının aklında yaptığı asistten çok kaçırdığı goller yer etmişti. 17 yaşında bir çocuk Real Madrid’in golcüsü olabilir miydi? Jorge Valdano bu soruya “Evet” yanıtını vermeyi çok istiyordu ama tereddütleri vardı. Üstelik sıradaki maçta ezeli rakipleri Atlético ile Bernabéu’da karşılaşacaklardı.

Raúl ilk maçında

Valdano, C takımında izlediği Raúl’u şöyle anlatıyor: “Öyle çok güçlü bir oyuncu değildi. Pek hızlı da sayılmazdı. Teknik açıdan da harika olduğu söylenemez. Başarısının sırrı kafasının içindeydi.” Valdano’nun sözlerini daha iyi anlamak için o ilk maçtan altı yıl geriye gitmek gerekiyor. Raúl’un futbola başladığı San Cristóbal’daki akademinin antrenörü Renato de Lacour o zamanlar gözlemlediği Raúl’u anlatırken şu sözleri kullanıyor: “Teknik becerisi daha yüksek oyuncularımız vardı ancak hiçbiri Raúl kadar çalışkan değildi. Antrenman sahasına geldiğimde diğerlerini çene çalarken bulurdum. Raúl ise çoktan çalışmaya başlamış olurdu.” Renato için Raúl’un ilk hocası olmak büyük gurur kaynağı ama bir yandan şakayla karışık Raúl için “hain” demeyi de es geçmiyor. Başarılı performansının ardından Raúl kendini Atlético akademisinde buldu. Pedro ve Renato’nun bu durum karşısında ayakları yerden kesilmiş olmalı. Ancak ayakları yere basan biri vardı: Atlético Madrid Başkanı Jesus Gil. Hatta ayaklarının gereğinden fazla yere bastığı söylenebilir. Maliyetleri bahane ederek Atlético akademisini kapattı. Pedro ve Renato’nun hayallere bu kadar hızlı kavuşmanın peri masallarında bile olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmesi nasıl oldu bilinmez. Fakat Raúl’un bir sonraki hamlesi kendisinin duruma ne kadar gerçekçi yaklaştığını ortaya koyuyor. Soluğu, böyle bir yeteneği havada kapacak olan Real Madrid’de alacaktı.

İşte o Raúl tam altı yıl sonra “Bir zamanlar kapınızdan kovduğunuz fakir ama gururlu bir genç vardı” demek için Atlético karşısında sahadaydı. Durum tabii ki bu kadar dramatik değildi. Fakat Valdano endişelerini bir kenara bırakmış, Raúl’un yeteneğine güvenmeye karar vermişti. Üstelik onu oynatmak adına Real Madrid tarihinin en büyük efsanelerinden birini kesmişti: Emilio Butragueño, namıdiğer Akbaba. Ceza sahasında sabırla avını bekler, fırsatını bulunca da asla affetmezdi. Raúl’un da zamanla hayvanlar aleminden bir lakabı olacaktı ancak önce kendini ispatlaması gerekiyordu. Valdano’nun güvenini boşa çıkarmadı ve 4-2 kazandıkları maçta usta işi denecek bir vuruşla ilk golünü attı. Müthiş kariyeri son bulduğunda da yaşadığı en büyük gol sevincinin bu olduğunu söylüyordu.

Atlético Madrid Futbol Akademisi

Real Madrid her zaman başarıya, hatta yalnızca ve yalnızca başarıya odaklıdır. Butragueño bunun farkındaydı. Vefasızlığa uğradığını düşünmüyordu. O sezon takımdaki son sezonu olacaktı. Mesele efsane olmaksa onu zaten sonsuza kadar garantilemişti. Fakat artık zirvede değildi. Son sezonunu Raúl’un uyumuna yardımcı olarak geçirdi. Akbaba hem yerini hem de Real Madrid tarihinde özel bir yeri olan 7 numaralı formasını Raúl’a devretti. 7 numaranın yeni sahibi “Tilki” olmuştu. Futbol dünyasında muhtemelen Raúl kadar çok lakabı olan bir oyuncu daha yoktur. Üstelik “Tilki” onun lakapları arasında en az bilineni. Ancak onun oyunculuğunu en iyi özetleyen lakabının bu olduğu söylenebilir. Savunmacılar olacakları sezene kadar Raúl çoktan golü nasıl atacağını kafasında çizmiş ve hareketlenmiş olurdu. Hücumda sürekli arayış halindeydi, en ufak bir açığı yakalamak için her zaman pozisyonun içinde kalırdı. Valdano’nun “Başarısının sırrı kafasının içinde” demesinin nedeni de tam olarak bunlardı. Savunmacıların başına belaydı ancak bir golcünün kalitesinin sorulacağı birincil kaynak onun golünü yiyen kaleciler olsa gerek. İspanyol futbolunun bir başka efsanesi Santiago Cañizares onu şu şekilde anlatıyor: “Raúl tam bir kabustur. Hiç kimse ceza sahasında onun kadar yaratıcı olamaz. Bazı forvetler tek bir melodi çalmayı bilir. Kaleciler için çözmesi en kolay olanlar onlardır. Raúl öngörülemezdir. Üzerinizden aşırır, bir şaşırtmayla sizi ters köşeye gönderir, etrafınızdan dolaşır, sert vuruşlar yapar, takım arkadaşına pas çıkarır. Çok fazla seçeneği vardır.”

Yeniden en tepeye

Günümüzden bakınca Real Madrid’in 32 yıl boyunca Avrupa’nın en büyük kupasını kazanamadığı düşüncesi garip gelebilir. 1966-1998 yılları arasında olan durum tam olarak buydu. José Antonio Camacho, Hugo Sánchez, Emilio Butragueño, Jorge Valdano… Bu efsanelerin hiçbiri beyaz formayla bu kupayı kaldırma mutluluğunu tadamadı. Raúl ise 1998-2002 arasında üç kez bu sevinci yaşadı. 1998 finalinde Jupp Heynckes yönetimindeki Real Madrid, birkaç yıl sonra kupayı beyaz formayla kaldıracak olan Zinedine Zidane’ın o zamanki takımı Juventus’u yenerek hasrete son verdi. Raúl’un gol atmadığı tek Şampiyonlar Ligi finaliydi bu. Bu dönemde Raúl takımının gol yükünü çekiyor, gol krallıklarına ulaşıyordu. Fakat tıpkı Batman’in Robin’i gibi, Raúl’un da onu çok iyi tamamlayan bir partneri vardı: Fernando Morientes. Sahada çok iyi anlaşan bu ikili saha dışında da çok yakındı. Attıkları gollerle 2000 Şampiyonlar Ligi finaline damga vurdular ve Real bir kez daha Avrupa’nın en büyüğü oldu. İki yıl sonra birlikte yeniden finale çıkıp kazanacaklardı ancak Real Madrid artık başka bir vizyonla yönetiliyordu. Bu yeni vizyon en sonunda bu ikilinin ayrılmasına yol açacaktı.

Raúl ve Morientes Avrupa’nın en büyük kupasını üç kez kaldırdı

Görüldüğü gibi, Real Madrid halihazırda başarılıydı. Ancak yeni başkan Florentino Perez için takım uyumu ve salt başarı yeterli değildi. O, tüm spot ışıklarının Real Madrid üzerinde olmasını istiyordu. Figo ve Zidane’ı, Ronaldo ve Beckham izledi. Morientes önce kiralandı, sonra gönderildi. Tüm bu yıldızların gelişine rağmen Raúl takım için en kilit isimdi. Valdano bunu şöyle açıklıyor: “Galácticos bize dünyanın geri kalanıyla bağlantı kurma şansı verdi. Ama Raúl bizi Real Madrid’in tarihi değerlerine bağlı tutuyordu. Soyunma odasında bu durum görülüyordu. Raúl takımın lideriydi.” Soyunma odasına mağlup girildiğinde Raúl esip gürlerdi. Dünyanın en yetenekli futbolcularına Real Madrid’in ne olduğunu hatırlatmak onun göreviydi. Onun için Galacticoların ilki demek pek yanlış olmaz ancak kendisinin bundan ne kadar hoşlanacağı şüpheliydi elbette.

Morientes; Galácticos anlayışının takımın geri kalanında bir huzursuzluk yarattığını, ortak hedef için çabalayan birbirine denk oyuncular topluluğunu baltaladığını düşünüyordu. Raúl’un da yakın arkadaşıyla benzer bir düşüncesi vardı. Real Madrid taraftarlarını gerçekten mutlu edecek tek şey Avrupa’nın en büyüğü olmaktır. Gelen yıldızların hepsine çok saygı duyuyordu ancak Galácticos projesinin vadettiği kadar başarı getirmediğine inanıyordu. En nihayetinde, Morientes’in bahsettiği oyuncu grubu iki, Galácticos bir kez en büyük kupayı almıştı. Raúl ise Galácticos dönemine de damgasını vurmayı başarmıştı. Alex Ferguson, Bernabéu’da 3-1 kaybettikleri Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçının ardından Raúl’u övgüye boğmuştu: “Zidane ve Figo harika oyuncular ancak onlarla başa çıkabilirdik. Raúl ise çok zordu. Real Madrid son yıllarda çok büyük oyuncular aldı ama şu an Raúl dünyanın en iyi oyuncusu.” Figo, Zidane, Ronaldo ve Beckham gitti. Raúl kulübün sembolü olmaya devam etti. Alfredo di Stéfano’nun ardından kulüple en çok özdeşleşen oyuncu olmayı başarmıştı.

Real Madrid formasıyla son gol sevinci

Florentino Perez ona olan saygısından hiçbir oyuncunun Raúl’dan daha çok kazanmasını kabul etmezdi. Ancak bu kulübü Real Madrid yapan prensiplerden biri de profesyonelliğin esas olmasıdır. Jose Mourinho geldi ve Raúl’un gitmesini istedi. Muhtemelen takım üzerinde söz sahibi bir başka kişi düşüncesinden hoşlanmamıştır. Perez, Raúl’un Real Madrid için ne ifade ettiğini belki de en iyi bilen kişi de olsa buna engel olmadı. Alfredo di Stéfano, Real Madrid’de önemli olanın bir bayrak yarışı şeklinde her zaman yeni gelenlerin kulübü daha ileri taşıması olduğunu söylüyor. Butragueño’dan bayrağı alan Raúl González günümüzde yalnızca Real Madrid’in değil tüm İspanya’nın sembollerinden biri olarak görülüyor. Luis Aragones onu Euro 2008 kadrosuna dahil etmediğinde tribünde açılan bir pankart durumu özetliyordu: “Sizler en iyisiniz ama büyük kaptan eksik.”

Bir zamanlar Zaragoza’da: Bölüm 2

Tarih: 24 Nisan 2010. Yer: La Romareda Stadyumu. Real Madrid teknik direktörü Manuel Pellegrini maçın başında sakatlanan Rafael van der Vaart’ın yerine Raúl’u oyuna aldı. Bu onun Real Madrid formasıyla son maçı olacaktı. Bu sefer La Romareda’da golünü atmayı başardı, üstelik bileğindeki sakatlığa rağmen. 16 yıl önce içinde kalan ukdeyi gidermişti. Golün asistini Raúl’un önce formasını sonra da en golcü oyuncu rekorunu alacak olan Cristiano Ronaldo yapmıştı. O ve Lionel Messi istatistik algılarımızla öyle bir oynayacaktı ki Raúl’un bir zamanlar Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü oyuncusu olduğunu unutanlar olacaktı. Real Madrid tarihinin en golcüsü unvanını Cristiano’ya, İspanya Milli Takımı tarihinin en golcüsü unvanını da David Villa’ya kaptırdı. Fakat hala kırılmamış bir rekoru var: Real Madrid formasını en çok giyen oyuncu.

Fernando Hierro ona “Ferrari” diyordu, Real Madrid taraftarları ise “El Capitán” Golünü yiyen kalecilerin gözünde “Tilki”. Bazıları ona sadece “El Siete” derdi, yani “Yedi” Beyaz formanın en yakıştığı oyuncu. Belki de en özel lakabı da buradan geliyordur: “Madrid’in Meleği”

Bir Cevap Yazın