Tarih: 03.11.2022 Yazar: Berkhan Günaydın Yorumlar: 0

“Benim Dünya Kupam” serimizin ikinci bölümünde 2000’li yıllardan beri Orta Doğu’da futbolu takip eden James Montague ile 1986 Meksika’yı konuştuk.

2022 FIFA Dünya Kupası, Katar’da ağır sömürü koşulları altında çalışan işçilerin inşa ettiği stadyumların ve gerçekleşen insan hakları ihlallerinin gölgesi altında adım adım yaklaşıyor. Önümüzdeki Dünya Kupası için duyamadığımız heyecan bizi hatıralarda kalan turnuvalar arasında dolaşmaya çağırırken, Serbest Atış’ta spor üzerine düşünen insanlarla akıllarında yer eden Dünya Kupalarını konuştuğumuz, “Benim Dünya Kupam” isimli bir röportaj dizisi hazırlamaya karar verdik.

İkinci bölümdeki konuğumuz Türkçe’ye İthaki Yayınları tarafından “Oyunun Efendileri” olarak çevrilen The Billionaires Club, When Friday Comes: Football in the War Zone, 1312 ve Thirty One Nil kitaplarının yazarı James Piotr Montague. Montague ile yedi yaşındayken izlediği ve ilk Dünya Kupası deneyimi olan 1986 Meksika’yı konuştuk.

Geçmişe dönmeden önce, bu Dünya Kupası insan hakları ihlalleri, göçmen işçilerin iş cinayetlerinde ölümü ve Katar’ın spor yoluyla imajını temize çıkarma çabalarıyla hatırlanacak. Eğer siz bir teknik direktör, futbolcu veya bir milli takımın başka herhangi bir yetkilisi olsaydınız, bu turnuvaya nasıl bir tepki gösterilmesini isterdiniz?

Dürüst olmam gerekirse, bu konuda biraz ikiye bölünmüş durumdayım. Son 15 yıl boyunca Orta Doğu’da gazetecilik yaptım ve Körfez Ülkeleri’nde de uzunca bir vakit geçirdim. Katar’ı ilk kez 2005 yılında ziyaret ettim ve o yıllarda ülkenin bir gün Dünya Kupası düzenleyeceğini söyleseniz bu çılgınca gelirdi. Ama ne yaptılar ettiler, turnuva düzenleme hakkını kazandılar. Tüm bunlar; yani demokrasinin olmayışı, insan hakları ihlalleri ve işçilerin Kafala Sistemi altında maruz bırakıldığı dehşet verici muamele bu hakkı kazandıklarında da çok iyi biliniyordu. Sorun şu: kimse bu problemler hakkında bir şey bilmek istemiyordu, özellikle bu tip işçi sömürülerinin çok daha kötü olduğu Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde. Hiçbir şey olmasa bile, Dünya Kupası işçilerin maruz bırakıldığı kötü muameleyle ilgili Katar’ı aynaya bakmaya zorladı. Diğer Körfez ülkelerindeyse bu olmadı. Bu nedenle bir yanım Katar’ın ev sahipliğinin uluslararası spot ışıklarını, geriye dönüp baktığımızda 21. yüzyılın en büyük ekonomik suçlarından biri olarak hatırlayacağımızı sandığım bu ihlallere çevirdiğini düşünüyor. Fakat dediğin gibi Katar açıkça sporu ve özellikle Dünya Kupası’nı hem yumuşak hem de sert bir güç vasıtası olarak kullandı ve bu yüzden hesap vermesi gerekiyor. Katar hükümeti beni ülkeye alırsa turnuvaya gitmeyi düşünüyorum. Bu çılgın projenin nasıl sonuçlanacağını görmek istiyorum. Fakat esas turnusol testinin turnuva bittikten sonra başlayacağını düşünüyorum. Dikkatler üzerlerinden çekildiğinde. Bir şeyler gerçekten değişecek mi acaba? Sorunu o zaman daha iyi yanıtlayabilirim…

Sizin geçmişe baktığınızda ‘’Benim Dünya Kupam’’ dediğiniz turnuva hangisi? Turnuvayı zihninizde canlandırdığınızda aklınıza ilk gelen görüntü ve olaylar neler?

İlk futbol hatıram aynı zamanda ilk Dünya Kupası hatıram da. Belki azıcık yanlış hatırlıyor olabilirim ama yedi yaşındaki zihnimde bu, 1986’nın yazı. Aklımda öne çıkan birkaç şey var. Arjantin, İngiltere’yi yendikten sonra babamı ilk kez sinirli görüşüm. Polonyalı annemin -ki bu beni de yarı-Polonyalı yapıyor- hiç de hoşuna gitmeyen şekilde İngiltere’nin Polonya’yı ezip geçmesi. İlk Panini çıkartma albümüm, burada Irak Ulusal Takımı’yla karşılaşmam ve “Acaba Irak hangi cehennemde?” diye düşünmem. Ve tabii ki Tanrının Eli…

Bu kupayı sizin için özel ve önemli kılan detaylar neler?

Herhangi birine bu soruyu sorsan bahse girerim ki on kişiden dokuzu sana aynı sebebi öne sürerek cevap verirdi: İlk ve en net hatırladıkları dünya kupası olduğu için. Oyuna âşık oldukları, içlerinde, henüz ne olduğunu anlamasalar bile, güçlü bir şey hissettirdiği için.

Bu turnuvayı izlediğinizde kaç yaşındaydınız, neler yapıyordunuz? Bizlere izlediğiniz yeri ve çevresini anlatabilir misiniz?

Yedi yaşındaydım. Turnuva zamanı ailemle İngiltere’nin güneyinde, Cornwall’da tatildeydim. Gerçekten boktan bir eski Renault 5’imiz vardı. Annem ve babam ön koltukta; ben, kız kardeşim, Polonyalı anneannem ve köpeğimiz Sheba arkada arabayı doldurmuştuk. Polonya o dönemde hala Demir Perde’nin arkasında olduğundan annem ailesinden yıllardır ayrıydı ama bazen ailesinden birine bizimle bir sene kadar yaşaması için vize almayı başarıyorduk. İşte o zamanlar da anneannem bizimle kalıyordu. Hiç İngilizce bilmezdi ama bizi çok severdi. Bazen bizi tanımazdı ve o zaman bunun neden olduğunu anlamazdım. Neden bazen kaybolduğunu, kendini Varşova’da sanıp parkta gezintiye çıkmaya karar verdiğini de. Alzheimer Hastalığı’nın son evrelerinde olduğunu bana yıllar sonra söylediler. İşte sıkış tepiş içine sığdığımız bu minik araba; bizi günlerdir yoldaymışız gibi hissettirdikten sonra eve ulaşmayı başardı.

Uzun bir yolculuğun sonunda Essex’e, yani eve vardık ve İngiltere-Arjantin çeyrek final maçını izledik. Tabii ki siyaset hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ne Falkland Savaşı ne başka bir şey. Ama bana yabancı görünen bir dünyadan imgelerin neredeyse yanan, canlı renklerini hatırlıyorum. Ve tabii ki Tanrının Eli. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Bu elle oynama! Sayılmaz! Ancak sayıldı ve ağlamaya başladım. Bu büyük haksızlıktı! Bu kadar aleni bir adaletsizliğin yaşanmasına nasıl izin verildiğini anlayamamıştım. Bu çok -aslında sürpriz olmayan şekilde- ikicil ve çocukça bir mantıktı. Sanırım bunu masumiyetin yitirilişi olarak adlandırabilirsin.

Turnuva esnasında yaşadığınız dünyada neler oluyordu hatırlıyor musunuz? Bu anıları hatırlamanızda turnuvanın bir yeri olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, düşünüyorum. Bir rüya gibi geliyor. Çünkü o kadar mükemmel şekilde kafamda canlanıyor ki neredeyse gerçek olması imkansızmış gibi geliyor. Turnuvayı izlediğimiz oda ve bütün ailemin bir arada bulunduğu hatıralar. Babcia’nın (anneannemin) hastalığı o kadar ilerlemişti ki Polonya’ya döndü ve burada hayatını kaybetti. Bu turnuva sırasında yaşadıklarım onunla ilgili en güçlü anılarımdan.

Bu kupayı güzel hatırlamanızda nostaljik bir taraf olduğunu düşünüyor musunuz? ‘86 Meksika bugün de oynansa favoriniz olur muydu?

Çok emin değilim. Birkaç tanesini canlı olarak da izleme şansına sahip olduğum için, birbirinden ayrılması gereken iki şey olduğunu düşünüyorum: Objektif olarak en iyi Dünya Kupası ve onu yaşamınızda tecrübe ediş biçiminizden kaynaklı, hatırladığınız en iyi Dünya Kupası. İtalya 90’ı hatırlıyorum mesela, bir süre o kupanın en iyisi olduğunu düşünmüştüm. Fakat, o turnuvayı ancak tekrar izlediğimde aslında bayağı kötü olduğunu ve İngiltere’nin de süper sayılmayacak bir oyun oynadığını fark ettim. Doğrusu sadece yarı finalde berabere kaldığımız Batı Almanya maçında iyiydik. Ya da tamamen evdeki arkadaşlarımla geçirdiğim son yazla özdeşleştirdiğim Fransa 98’i ele alalım. Daha büyük bir dünyaya doğru yola çıkmadan önceki son yazımdı. Nostalji tabii ki büyük bir rol oynuyor. Ama bunun kötü bir şey olduğunu da düşünmüyorum, eğer futbolu gerçekten seviyor ve onun ruhunun içinde nasıl yaşadığını anlayabiliyorsan.      

Turnuvaya dair saha dışı gündeminden aklınızda kalan bir şeyler var mı? Bir oyuncunun veya teknik direktörün bir demeci, bir protesto veya başka bir olay? Varsa eğer, bunu o zaman nasıl deneyimlemiştiniz? Şimdiden dönüp bakınca neler hissediyorsunuz?

Yani tabii ki Maradona’nın, Tanrı’nın bizzat gelip İngilizleri “çarptığını” iddia etmesi. O zaman oldukça mütedeyyin bir Polonyalı Katolik aile olduğumuz için bunu unutmak kolay değil.  

Son soruda sahanın içerisinde kalarak bitirelim. Sizin için bu kupa hangi oyuncu veya takım demek? Sizde iz bırakan oyuncu veya takım hangisiydi? İz bırakmasının özel bir sebebi var mıydı?

Maradona tabii ki. Adam resmen kalbimi kırdı. Ancak, Polonya’ya karşı hat-trick yaptığı için, Gary Lineker de aynı zamanda. İngiltere’de herkes sevinçten havalardaydı. Ama annem çok sinirlenmişti. Şimdi bile onu affettiğini sanmıyorum.

Bir Cevap Yazın