Tarih: 26.10.2022 Yazar: Yavuz Yavuz Yorumlar: 0

“Benim Dünya Kupam” serimizin ilk bölümünde, Tanıl Bora ile henüz 11 yaşında bir çocukken izlediği 1974 FIFA Dünya Kupası’nı konuşuyoruz.

2022 FIFA Dünya Kupası, Katar’da ağır sömürü koşulları altında çalışan işçilerin inşa ettiği stadyumların ve gerçekleşen insan hakları ihlallerinin gölgesi altında adım adım yaklaşıyor. Önümüzdeki Dünya Kupası için duyamadığımız heyecan bizi hatıralarda kalan turnuvalar arasında dolaşmaya çağırırken, Serbest Atış’ta spor üzerine düşünen insanlarla akıllarında yer eden Dünya Kupalarını konuştuğumuz, “Benim Dünya Kupam” isimli bir röportaj dizisi hazırlamaya karar verdik.

Serimizin ilk bölümünün konuğu, yıllarca Radikal Futbol’da yazılarını okuduğumuz Tanıl Bora. Ankara Rüzgârı: Gençlerbirliği Tarihi (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2019) kitabının yazarı, Futbol ve Kültürü (İletişim Yayınları, 1993) kitabının ise editörlerinden biri olan ve geniş bir yelpazeye sahip çalışma alanları arasında ideolojiler ve milliyetçilik gibi konular da yer alan Tanıl Bora ile, henüz 11 yaşında bir çocukken izlediği 1974 Dünya Kupası’nı ve turnuvanın etrafındaki politik atmosferi konuştuk.

Batı Almanya’da düzenlenen ve ev sahibi ekibin finalde Hollanda’yı yenerek kazandığı 1974 Dünya Kupası, turnuvada yer almayan Türkiye’de televizyondan canlı yayınlanan ilk Dünya Kupası’ydı. Bu nedenle televizyonun sınırlı erişim alanıyla ilk defa bu ölçekte maçların canlı yayını yapılan Türkiye için bu Dünya Kupası çok yakın, ancak aynı zamanda bir o kadar da uzaktı. Turnuva esnasında Almanya’da yaşayan Tanıl Bora da dinlenme günü olarak kendisine ayırdığı bir Pazar sabahı, Akçakoca’dan 48 yıl öncesine uzandı ve izlediği ilk Dünya Kupası’nı anlattı.

Tanıl Bora, Kaynak: Gazete Duvar

Geçmişe dönmeden size şunu sormak istiyorum, 2022 FIFA Dünya Kupası insan hakları ihlalleri, göçmen işçilerin iş cinayetlerinde ölümü ve Katar’ın spor yoluyla imajını temize çıkarma çabalarıyla hatırlanacak. Eğer siz kupada yer alan bir teknik direktör, futbolcu veya bir milli takımın başka herhangi bir yetkilisi olsaydınız, bu turnuvaya nasıl tepki gösterilmesini isterdiniz? Ya da nasıl bir hissiyatla bu turnuvada yer alırdınız?

Biliyorsunuz bu konuda şu da tartışılıyor, bu arka planında yolsuzlukların, tahribatın, sömürünün olduğu ilk Dünya Kupası değil. Daha önce de mesela Dünya Kupası nedeniyle kentsel yaşamı alt üst eden “aşırı” altyapı yatırımları, sömürü ve rüşvet gibi birçok skandal yaşandı. Bu nedenle, “bu biraz oryantalist bir bakış, Araplar olduğu için böyle söyleniyor, hatta islamofobik” gibi şeyler de söyleyenler oluyor. Ama gerçekten burada ekstra bir şey var. Bir kere Körfez sermayesi bütün dünya futbolunda hâkim güç haline geldi. Her yere sızan, futbolun endüstrileşmesinin sevimsiz yönünün önemli çehrelerinden biri haline geldi. Ve hakikaten çok büyük, tahammül edilemez boyutlarda yolsuzluklar ve insan hakları ihlalleri var. Dolayısıyla ben öyle bir sorumlu konumda olsam bir tepki göstermek isterdim. Hatta biliyorsunuz boykotu savunanlar oldu, öyle ki bazı İskandinav futbol federasyonları boykotun kıyısından döndü, yani katılmaktan vazgeçme noktasına bile gelebileceklerdi neredeyse, öyle bir kamuoyu baskısı vardı.

Ama tabii futbol endüstrisinin içinde yer alanların bir şey yapması çok zor, kıskaç içindeler, yani ben de teknik direktör veya futbolcu olsam bir şey yapmak ister ama muhtemelen yapamazdım. Bence bu konuda ses çıkarma gücü en fazla olanlar futbolseverler ve yorumcular. Benim gönlümden geçen onların olabildiğince yüksek sesle bu Dünya Kupası’nı protesto etmesi, hatta bir futbolseverin yapabileceği en zor şeyi yapıp seyretme boykotu uygulaması. Ama mesela bunu ben kendim ne kadar yapabileceğimi bilemiyorum, hakikaten ciddi olarak söylüyorum, böyle bir açmaz içinde hissediyorum kendimi. En azından kısmen boykot etmeye, “az seyretmeye” zorlamalıyım kendimi!

İsterseniz 1974 Dünya Kupası ile devam edelim, Batı Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nı zihninizde canlandırdığınızda aklınıza ilk gelen görüntü ve olaylar neler? Bu aynı zamanda Türkiye’de televizyondan yayınlanan da ilk Dünya Kupası, sizin televizyona erişiminiz var mıydı o dönem?

Ben o dönem Almanya’daydım! O zaman 11 yaşındaydım ve babamın görevi nedeniyle 1973 ve 1974 yıllarında Almanya’da kaldım. Almanya’da televizyondan izledim turnuvayı. Tabii bir yandan sokakta çocuk sohbetlerinde de konuşuluyordu. Aklımda birçok sahne var, çünkü izlediğim ilk Dünya Kupası oydu. Bir-iki senedir de futbolla çok yakından ilgilenmeye başlamıştım, o yüzden benim için inanılmaz heyecanlıydı.

Çok fazla görüntü, çok fazla kare var yani saymakla bitmez. Örneğin Doğu Almanya-Batı Almanya maçı çok dramatikti, özellikle Almanya’da büyük bir hadise olduğu için çok konuşulmuştu. Polonya’ya zaten daha sonra geleceğim, o Dünya Kupası’ndaki aşkım Polonya olmuştu. Zaire maçları çok acayibime gitmişti, ilk kez bir Afrika takımı görüyordum. Zaten çok fazla maç seyretme tecrübem de yoktu ama çocuk aklımla, çocuk cehaletiyle bir Afrika takımı olması çok acayip gelmişti. Tabii ki, sonuçta milli hisler şırınga edilmiş bir küçük vatan evladı olarak Doğan Babacan’ın yönettiği maç, kırmızı kart göstermesi ve böylece sahne alması beni etkilemişti çocuk halimle, çok şey hatırlıyorum yani.

Turnuvayı nerede izlediniz peki Almanya’da?

Evde, televizyonda. Babamla izledim.

Bu kupa bir de Türkiye’den işçi göçünün başlamasından 13 yıl sonra düzenlenen bir turnuva, acaba Almanya’da Türkiye’den gelen işçilerle beraber izleyebileceğiniz ortak bir mekânınız var mıydı o zamanlar?

Dediğim gibi o zaman henüz 11 yaşındaydım, öyle bir şey olmamıştı bu nedenle, ama görüştüğüm arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla pek öyle bir organizasyon da yok gibiydi. Ama benim edindiğim izlenim, Türkiye’den göç etmiş işçilerin ve onların çocuklarının genellikle yaşadıkları yerin takımı olarak ve onları kuşatan günlük atmosferin etkisiyle Almanya’yı destekledikleri yönündeydi. Genel havanın etkisiyle neredeyse tamamına yakını Almanya’yı destekliyordu.

Ben de ister istemez o havanın içerisinde Almanya’ya yakınlık duyuyordum. Ama turnuva ilerledikçe Polonya acayip gönlümü çeldi, özellikle o müthiş Almanya-Polonya maçında Almanya’yı tutsam bile Polonya’nın hak ettiğini düşündüm ve gönlüm onlara kaydı.

2013’te Toprak Saha için yazdığınız bir yazıda da bundan bahsediyorsunuz ve Polonya’nın İkinci Dünya Savaşı yıllarında en ağır Nazi zulmüne uğrayan ülkelerden biri olduğunu, şansölye Willy Brandt’ın Varşova’daki soykırım anıtı önünde diz çökerek dilediği özrün ardından yumuşayan havaya karşın Polonya’nın yine de “Almanya’yı yenmeyi öççü bir tutkuyla istediğini” anımsatıyorsunuz. Turnuvadan yaklaşık iki ay önce ise Willy Brandt istifa etmek zorunda kalıyor. Bu politik atmosfere dair şimdiden dönüp baktığınızda neler söyleyebilirsiniz?

Tabii o zamanlar böyle şeyleri asla bilmediğim için buna dair bir hatıram yok ama hatırladığım kadarıyla o günün atmosferinde Almanya tarafında rakibin Polonya olmasından gelen çok bariz bir siyasi tansiyon yoktu. Buna karşılık, sonradan araştırıp öğrendiklerime göre Polonyalılar bu maça çok özel bir önem atfediyorlardı. Kazanmak onlar için çok değerli olacaktı ancak olmadı. Bir de şunu ekleyeyim, Polonya benim ilgimi ilk olarak bu turnuvayı hevesle ve merakla beklerken İngiltere’yi eleyip turnuvaya katılması hakkını kazanmasıyla çekmişti. Wembley’de kazanmışlardı yanlış hatırlamıyorsam. O zaman bu maçın özetlerini görmüştüm televizyonda, Jan Tomaszewski o maçta adeta Wembley Panteri gibi -o zaman böyle adlandırılıyor muydu hatırlamıyorum ama malum, kahraman kalecilere panter denirdi!- muazzam bir performans sergilemişti. Tabii organik ve doğal olsun diye röportajdan önce bakmadım internete ama yanlış hatırlamıyorsam Polonya’nın golcüsü de katılamadı bu turnuvaya. Büyük bir santrforları, golcüleri vardı, Wlodek Lubanski, o galiba sakatlanıp bu turnuvada yer alamamıştı.

Buna karşın gol kralı Polonya’dan çıkıyor turnuvada, Grzegorz Lato yedi golle kupanın en golcü oyuncusu oluyor…

Buna rağmen, evet. O zamanki bilgimle Polonya’nın daha turnuva öncesinde İngiltere’yi eleyerek katılım hakkı kazanması muazzam bir şey gibi gelmişti. O zamanlar Polonya’yı bir futbol ülkesi olarak bilmiyordum ve çok müthiş bir sürpriz olarak dikkatimi çekmişti.

Polonya 1974 Dünya Kupası elemelerinde İngiltere’yi, Wembley’de 2-0 mağlup ederek turnuva bileti almıştı, Kaynak: FIFA

Turnuvayı babanızla izlediğinizi söylediniz, birlikte izleme deneyiminize dair hatırladığınız neler var?

Babam fazla netice odaklı bir futbol seyircisi oldu her zaman. Bir takımın kazanacağı belli olduğu zaman maça ilgisini neredeyse tamamen kaybederdi. Onun için birlikte maç seyretmesi çok zevkli birisi değildi. Yine de sonuçta tecrübeli bir futbol seyircisi ve futbol meraklısı olduğundan, birçok oğlan çocuğu gibi benim futbol sevgim ve ilgim de onun refakatinde başladı. Mesela bazen o kadar ehemmiyetini fark etmediğim bir pas serisini veya bir hareketi göstermesi, övmesi benim için önemli bir terbiye yerine geçiyordu, bir şeyler öğreniyordum. Ama doğrusu, dediğim gibi, birlikte maç seyretmesi çok keyifli birisi değildi (gülüyor).

Peki bu turnuvanın özel olarak hafızanızda yer etmesinde nostaljik bir yan olduğunu düşünüyor musunuz?

Olmaz mı, kesinlikle. İlk izlediğim turnuva benim için müthiş bir şölendi. Televizyonda, canlı olarak ve üst üste bu kadar maçı izlemek bugünün çocukları için çok sıradan bir şey ama o zaman düşünün yani televizyon bile çok yeni zaten. Bugün bunu tasavvur etmek çok zor olabilir ama Almanya’ya gidince ilk kez televizyonda naklen futbol maçı yayını görmüştüm ve bu kadar çok sayıda üst düzey maçı her gün izleyebilmek cennet gibi bir şeydi. Bir de dediğim gibi, futbol bilgim henüz tazeydi ve rengarenk formalar, adını duymadığım ülkeler, acayip isimler beni cezbetmişti. Mesela Polonya’nın beni etkileyen yanlarından biri de (Henryk) Kasperczak ve (Jerzy) Gorgoń isimleriydi. Gorgon, mesela, masal kahramanı bir devi andıran bir isim. Zaten dev gibi bir oyuncuydu. O Polonya’nın, ilk 11’ini değilse bile, inanın hiçbir yere bakmadan yedi-sekiz oyuncusunu sayabilirim ezbere, unutamadığım bir ekiptir o. Yani birçok yönden büyüleyiciydi benim için, ayrıca çok zevkli ve kaliteli bir turnuvaydı. Geriye dönük mukayese ettiğimde en kaliteli turnuvalar arasında ilk üçe girer bence.

Bununla bağlantılı bir soru sormak istiyorum, yine Toprak Saha için yazdığınız o yazıda, “74’te herkes ya Almanyacı ya Hollandacıydı, ben Polonyacıydım” diyorsunuz. Bu turnuva aynı zamanda futbolda yıldız oyuncu fenomeninin de görünür olmaya başlamasında önemli bir yere sahip, özellikle de televizyonun etkisiyle. Sizin yıldızınız da o zaman…

Deyna!

…tam onu soracaktım, Johan Cruyff veya Franz Beckenbauer’den ziyade başka bir oyuncu muydu?

Kesinlikle (Kazimierz) Deyna. Çünkü tam anlamıyla hayran olmuştum. O kadar çok sahne alamadı, çok geç yaşta transfer olabildi ülke dışına, Amerika’ya falan gitti ve parlak bir kariyeri olmadı. Sadece o Dünya Kupası’ndaki performansıyla hafızamda yer etti. Ama gerçekten Cruyff’tan aşağı kalır bir yönü yoktu. Muazzam bir top hâkimiyeti vardı, müthiş ince paslar atıyordu ve tıpkı Beckenbauer ve Cruyff gibi dik oynayan bir oyuncuydu, hiç eğilip bükülmeden oynardı. Mecazi anlamda değil fiziksel anlamda söylüyorum bunu! Roman’dı galiba. Devamlılığını bilmiyoruz ama hakikaten şahane bir oyuncuydu.

Kazimierz Deyna, Kaynak: Polsat Sport

Bu kupa aynı zamanda Zaire, Haiti ve Avustralya gibi ülkelerin de katıldıkları ilk Dünya Kupası’ydı. Bir yandan da Dünya Kupaları izleyiciler için, en azından zaman zaman, yeni coğrafyalarla tanışmanın da bir vesilesi oluyor. Siz 11 yaşında bir çocuk olarak ilk defa izlediğiniz takımlar hakkında ne düşünmüştünüz, hatırlıyor musunuz?

Tabii bana o zaman çok egzotik gelmişti. Yani çocuk aklımla “Allah Allah, bu takımlar nasıl Dünya Kupası’nda varlar?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Örneğin Zaire’nin Brezilya ile oynadığı maçta, yenilmeleri halinde ülkeye dönemeyecekleri tehdidi üzerine, Brezilya’nın kullanacağı bir serbest vuruştan önce Mwepu Ilunga’nın barajı bozduğu pozisyon bana acemilik gibi gelmişti. Kuralları bilmiyorlardı gibi sanki… Bunlar Dünya Kupası düzeyinde yarışacak takımlar değiller diye düşünmüştüm. Yani ben de aslında gayet oryantalist bir gözle baktığımı hatırlıyorum. Ama ne olursa olsun formalarıyla, isimleriyle, benim egzotik olarak gördüğüm varlıklarıyla orada olmaları bir renkti.

Doğan Babacan’ı da sormak istiyorum, Türkiye takım olarak temsil edilmiyordu ama Türkiye’den bir hakem turnuvada yer almıştı. Acaba bunun size yansımaları nasıl olmuştu, hatırlıyor musunuz?

Tabii o yaşlarda, milli eğitim tornasında sıkışmışken gerçekten milliyetçi ajitasyona çok daha yatkın oluyor insan. Ben de öyleydim ve Doğan Babacan’ın maç yönetecek olması beni de heyecanlandırıyordu, gururlandırıyordu. Mesela kırmızı kart göstermesinin (Batı Almanya-Şili maçında, Şilili Carlos Caszely’ye gösterdiği, Dünya Kupası tarihinin ilk kırmızı kartı), orada sahne almasını sağladığı için ve hakemin öne çıkmasını sağladığı için, üstüne üstlük Almanya lehine olduğundan dolayı o zamanlar hoşuma gittiğini hatırlıyorum. “İşte, bizimki yaptı numarasını” gibi düşündüğümü hatırlıyorum.

Elbette Doğan Babacan çok kolay kırmızı kart gösteren bir hakem olarak ünlüydü, birden fazla ve sık kırmızı kart gösterdiği maçlar vardı. Bununla da bir sert hakem şöhreti kazanmıştı, orada da bunu sergilemek istedi sanırım. O kart da biraz kolay bir kırmızı karttı gibi geliyor bana bugünden bakınca.

Doğan Babacan, Kaynak: NTV Spor

İzleme deneyiminize ilişkin sorularımı burada bitirdim, o yüzden buradan itibaren soracağım soruları bugünden geriye bakarak yanıtlamanızı rica edeceğim. 1974 Dünya Kupası, 12 Mart darbesi sonrası atmosferde düzenlenen bir turnuva Türkiye için. Hem de en yakıcı mesele olarak gündemde Kıbrıs var, zaten final maçından yaklaşık iki hafta sonra da Türkiye’nin Kıbrıs’taki harekâtı başlıyor…

Siyasi af beklentisi var aynı zamanda…

…evet, aynen öyle. Aslında o dönemki yoğun milliyetçi atmosferin, Türkiye turnuvada olmadığı için ülkedeki Dünya Kupası izleme deneyimine etkisinden bahsetmek güç. Ama yine de Türkiye’nin ambargolar nedeniyle dünyadan izole olduğu bir dönemde TRT’den canlı Dünya Kupası yayını aracılığıyla böyle de bir uluslararası bağlantı kuruluyor. Bunun nasıl bir etkisi olmuştur sizce?

Tabii örneğin turnuvanın Türkiye’de 12 Mart ile verilen aradan sonra yeniden hızlanan politizasyona ket vurmaya dönük bir işlev gördüğünü söyleyemeyiz. Hatta bana öyle geliyor ki, futbolseverlerce çok zevkine varılmış olmakla birlikte sonraki dünya kupalarına nazaran günlük hayatta yer kaplamak bakımından epey tesirsiz de geçmiştir. Ama televizyon üzerinden dünya gündeminin, bütün dünyayı aynı anda ilgilendiren bir şeyin izleyici olarak dahi parçası olmak yeni bir deneyimdi. O bakımdan dünyaya katılma deneyimi olarak önemliydi gibi geliyor bana, o yıllarda.

Doğu Almanya-Batı Almanya maçına dönelim isterseniz, Almanya’nın iki parçasını Olimpiyat haricinde futbol sahasında karşı karşıya getiren ilk ve tek maçı Demokratik Almanya Cumhuriyeti 1-0 kazanıyor…

O günlerde Alman medyasında bu çok önemseniyordu, buna çok yer veriliyordu. Tabii, her iki ülke de kendisinin Alman ulusal iradesinin gerçek temsilcisi olduğu ve diğer parçanın iradesi kırılmış, esaret içinde olduğu iddiasındaydı. Bu ulusal iddialaşma, sosyalizm ve kapitalizmin karşı karşıya geldiği bir siyasal iddialaşma anlamına da geliyordu.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin tarihinde, yani ulusal tarih yazımında ve popüler milli algısında bu maçın önemi inanılmaz boyuttaydı. Federal Almanya için de kuşkusuz gurur kırıcı oldu çok zayıf addedilen bir rakibe yenilmek. Tamam onların burunlarını sürttü, eyvallah, ama daha önemlisi Demokratik Almanya tarafında müthiş bir gurur ve sevinç yarattı. Hatta kimi Demokratik Almanya tarihçileri, Demokratik Almanya Cumhuriyeti ulusal kimliğinin en güçlendiği anın belki de (Jürgen) Sparwasser’in golüyle kazanılan o maç olduğunu söylerler. Bu isimle yayımlanmış kitaplar vardır Doğu’da, “Wo waren Sie, als das Sparwasser-Tor fiel? (Sparwasser Golü Attığında Neredeydiniz? yazar: Elke Wittich)” adını taşıyan. Yani Batı Almanya’ya galebe çalmak ve hem siyasi hem de ulusal temsil iddiasını göndere çekmek, Demokratik Almanya Cumhuriyeti için çok önemliydi.

Maçın Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde ulusal kimliğin inşasındaki rolüne yönelik vurgunuzdan yola çıkarak, Sparwasser’in 1988’de, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bir, Almanya’nın birleşmesindense iki yıl önce Batı’ya firar etmesinin de Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin sona ermesi açısından sembolik bir öneminden bahsedebilir miyiz?

Tabii, çok sembolikti. 1980’lerin sonlarında futbolcu ilticaları epey artmıştı, Batı’ya geçen çok futbolcu vardı. Sparwasser de aktif futbol hayatı devam etmiyor olsa da o kafilenin bir parçasıydı. Birçok aktif futbolcu da o dönem taraf değiştirmişti. Sembolik önemi büyük tabii.

Bitirirken Şili’yi sormak istiyorum. Şili, 1973’te sosyalist Salvador Allende hükümetine dönük Pinochet darbesi ve Estadio Nacional stadyumunun darbeciler tarafından gözaltı merkezi olarak kullanılması nedeniyle burada maça çıkmayı reddeden Sovyetler Birliği’nin elemelerdeki boykotunun ardından Dünya Kupası’na katılım hakkı kazanmıştı. Aynı zamanda 1970’ler de spor boykotları açısından çok önemli yıllar, çünkü bir yandan da Üçüncü Dünya ülkeleri spordan apartheid Güney Afrikası’nı dışlama iradesini gösteriyorlardı. Şili’nin bu ortamda turnuvaya katılması nasıl bir etki yaratmıştı?

O zamanlar Şili’deki darbeden ve yaşananlardan haberdar olmamama rağmen Şili takımı, Doğan Babacan’ın kırmızı kartından da bağımsız olarak, bana çok sevimsiz gelmişti. Oyunlarıyla da oyuncuların tavırlarıyla da çok antipatik gelmişlerdi. O dönem Almanya’da da birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi protestolar yapılmıştı, zaten pek çok Şilili mülteci vardı Almanya’da. Onların da katılımıyla yapılan gösterilerde açılan pankartları televizyonda gördüğümü hatırlıyorum. Oradan biraz Şili’de pis bir şeyler olduğu hissi uyanmıştı. Tabii şimdi geri dönüp baktığımda bu antipati çok daha güçleniyor, üstelik Allende’nin devrilmesi çok tazeydi o zamanlar. O yıllarda Avrupa’da gerçekten Inti-Illimani’nin müziğiyle ve mülteci grupların etkisiyle epey büyük bir Şili dayanışması vardı. Aslında bu açıdan, bana öyle geliyor ki Şili’nin kupaya katılması, aleyhine propagandaya zemin hazırlamak bakımından rejimin lehine değil aleyhine işledi.

Bir Cevap Yazın