Tarih: 27.09.2020 Yazar: Emrah Gölbaşı Yorumlar: 0

Sindelar, Totti, Messi, Mandzukic, Cenk Tosun… Futbolun bir zamanlar gerçek olan boylu poslu 9 numaraları, sihirbaz teknik adamlarının ellerinde önce “Sahte Dokuzlara”, son olarak da “Kenar Dokuzlara” evrildiler…

Futbolda, forma numarası ile sahadaki rolü en çok örtüşen ve ezberlenen mevki kuvvetle muhtemel santrafor mevkisi diyebiliriz. Dokuz numaraların stili belli dönemlerde farklılık gösterse de, saha içinde yerleştikleri pozisyon hep aynıydı. En uçta ve gole en yakın bölgede…

2000’li yıllarla birlikte futbol sözlüğüne, sahada karşılığı olan yeni terimler girmeye başladı. Bu terimlerden bazılarının simge ismi teknik direktörler olurken, bazıları da belli futbolcular ile eşleşti.

Futbolun yeni sözlüğü

Topa sahip olma oyunu deyince haliyle herkesin aklına gelen ilk isim elbette Pep Guardiola oluyor. 1970’lerin Hollanda’sı ile başlayan bu ekolün bayrağını, 1980’lerde Piontek’in Danimarka’sı, 1990’larda Sacchi’nin Milan’ı ve 2000’li yılların başında Rijkaard’ın Barcelona’sı gibi takımlar taşıdılar. Ancak bu oyunun tamamen keskinleştiği ve neredeyse kusursuz bir şekilde sahada uygulandığı takım Guardiola’nın 2010’lardaki Barcelonası oldu. Dolayısıyla pas ve topa sahip olma oyunu, şu an hepimizin zihninde İspanyol teknik adam ile kodlanmış durumda.

Conte 3’lü savunma ile oynattığı Chelsea’nin başında 2016-17 sezonunu şampiyon tamamladı

1980’lerde Carlos Bilardo’nun öncülüğünü yaptığı ve 1986’da şampiyon olan, 1990’da final oynayan Arjantin Milli Takımı’na oynattığı 3’lü savunma dizilişi, o dönemden sonra takımların tek santrforlu sistemlere dönmesiyle yavaş yavaş etkinliğini yitirmişti. Ancak 2010’lardan sonra önce Chelsea’de Antonio Conte, şimdilerde de Atalanta’da Gian Piero Gasperini, 3’lü savunma dizilişine sahip taktikleri ile fark yarattılar. Bu teknik adamlar futbola öyle yenilikçi yaklaşımlar getirdiler ki, kağıt üstünde ismi aynı olan taktikler bile zaman zaman felsefe anlamında ciddi farklılıklar gösterdi.

Conte’nin 3’lü savunmasında defansif özellikleri daha ağır basan, pas kalitesi nispeten düzgün olmasına rağmen, hücum aksiyonlarında fazla rolü olmayan John Terry, David Luiz, Gary Cahill ve Branislav Ivanovic gibi stoperler yer alırken, geçtiğimiz sezon tozu dumana katıp tüm dünyaya acayip bir hücum futbolu izleten Gasperini’nin Atalanta’sında 3’lü dizilişteki stoperlerden 2 tanesi topla çıkabilen ve çoğu zaman da hücum dizilişlerinde orta sahada konumlanan bir role sahiplerdi. Aynı dizilişi, bir teknik adam savunma anlamında keskinleştirirken, diğeri de hücum tarafında tepeye çıkardı.

Bunların yanında geçtiğimiz yıllarda zaman zaman şahit olduğumuz gibi bazı oyuncular da pozisyonlarını adeta yeniden tanımladılar. Bu tarz oyuncuların oyunun taktiksel evrimine katkısı en az teknik adamlar kadar değerli. Yakın zamandan başlarsak kim, Trent Alexander-Arnold, Andy Robertson ve Achraf Hakimi’nin takımları içindeki rollerini sadece “bek” kavramı ile anlatabilir ki? Henüz oyunun sözlüğünde bununla ilgili yeni bir tanımlama olmasa da, mesailerin çoğunu 3. bölgede geçiren bu tarz oyunculara bir kanat ya da savunma beki rolü biçmek saha içindeki gerçeklerle pek örtüşmüyor. Liverpool hücumunun temel direği, bu iki bek görünümlü adamın katlarına dayalı. Hakimi, geçen sezon Dortmund’ta öylesine yoğun bir oyun oynadı ki, Real Madrid’e geri dönüşü takımın gelecek sezondaki en büyük kazancı olacak deniliyordu. Ancak oyuncunun İnter tercihi ile birlikte, pozisyonu bek diyebileceğimiz Hakimi, Serie A’nın bu sezonunun en çok heyecan vericisi oyuncusu diyebiliriz.

Luis Suarez
Tarihin ilk regista’larından Interli Luis Suarez

Bir dönem savunma önü oyuncuları sadece fizikli, her topa basan tipik 6 numaralardan seçiliyordu. Real Madrid’in Los Galacticos’unda bütün yıldızları teker teker saydıktan sonra Fransız orta saha Claude Makhalele’nin ismi “bu yıldızları bir arada tutan adam” olarak anılıyordu. Ancak pas oyunu futbolu domine ettikçe, savunma önü oyuncularından sadece pres ve alan tutma görevleri değil, daha fazlası talep edilmeye başlandı. Kariyerine tipik bir 10 numara olarak başlayan Andrea Pirlo, Juventus’da bir zamanlar Herrera’nın Inter’inin en büyük yıldızı olan Luis Suarez gibi savunma önünde oyunu kuran ve yöneten “regista” rolüne evrildi. Bunu belli bir oranda UEFA Kupası’nı kazanan Galatasaray kadrosundaki Okan, Suat, Emre üçlüsü için de söyleyebiliriz. Bu oyuncuların herhangi birini kariyerlerinin en başında tempo ve yüksek pres gücü ile tanımlayamazdık. Ancak Fatih Terim’in o dönem oynattığı karşı prese dayalı oyunda bu üçlü adeta tek bir oyuncu, yekpare bir vücut haline gelmişti. Özellikleri, rolleri, katkıları çok benzer olan bu üç oyuncunun yaptığı işin tamamı adeta bir mevkide toplanmıştı.

Modern futbolun sözlüğünde ise bu terimlere ek olarak oyunun diline yerleşmiş yeni bir terim daha var. Sahte 9…

Hitler’e meydan okuyan ilk Sahte 9

Mathias Sindelar
Avusturyalı futbol sanatçısı Mathias Sindelar nam-ı diğer ilk sahte 9

1930’ların meşhur Avusturya takımında oynayan ve henüz 36 yaşında trajik bir olay sonucu hayatını kaybeden Matthias Sindelar futbol dünyasında bilinen ilk Sahte 9’dur. Efsanevi teknik adam Hugo Meisl’in çalıştırdığı Avusturya Milli Takımı, 1934 Dünya Kupası’nda yarı finale kadar çıkmış ve oynadığı futbolla “Wunderteam” yani “muhteşem takım” lakabını almıştı. Meisl, o dönem için futbolun neredeyse putlaşmış olan taktiği W-M dizilişini modifiye ederek sahaya W-W (2-3-2-3) şeklinde dizilen bir takım ortaya çıkarmıştı. Avusturyalı teknik adamın bu dizilişteki en önemli oyuncusu da tipik bir 9 numara gibi konumlanmayıp, orta sahaya kadar gelen ve markajcısını da kendisiyle birlikte sürükleyen Sindelar’dı.

Son derece teknik ve zeki bir oyuncu olması sebebiyle “Futbolun Mozart’ı” olarak anılan Sindelar, milli takım kariyerinin büyük bir bölümünü bu rolle birlikte kaleden uzakta oynamış olsa da 43 maçta 27 gol atmayı başarmıştı. Avusturya’nın en büyük sanatçısıyla ismi yan yana yazılacak kadar saygın bir isim olan oyuncu, Nazi Almanya’sının binlerce kurbanından birisi olmuştu maalesef. Nazilerin Avusturya’yı işgali ile birlikte Almanya forması için oynamayı reddeden efsanevi oyuncu, 23 Ocak 1939 tarihinde kız arkadaşı Camilla Castagnola ile birlikte evinde ölü bulunmuştu. Ölümü kayıtlara sobadan çıkan karbonmonoksit zehirlenmesi olarak geçse de, Naziler tarafından öldürüldüğüne ya da baskılara dayanamayıp intihar ettiğine dair çok da yabana atılamayacak bir çok iddia ortaya atıldı. Ölüm sebebi her ne olursa olsun, Sahte 9’ların babası Sindelar, ülkesinin işgaline karşı dik duran ve savaşın esir aldığı Avrupa’da o dönemde oyuna bambaşka bir boyut getiren gerçek bir futbol sanatçısıydı.

Spalletti’nin 4-6-0’ı

Roberto Firmino sahte dokuz örneği
Son Sahte 9: Roberto Firmino

Sindelar’ın ve Meisl’ın o dönemde yaptıkları futbol dünyasında tam olarak hakettiği değeri bulmamıştı çünkü onların bu devrimci anlayışı zaman içinde başkalarınca da benimsenip bir futbol felsefesi haline dönüşememişti.

2000’li yıllar ile birlikte Sahte 9′un oyun içindeki gerçek etkisi anlaşılmaya başlandı. Ben mevkisel anlamda son 20 yılın en yenilikçi ve kulağa da hakikaten en özgün gelen teriminin, bir oyuncuyu mevkisi dışında kullanmanın en verimli yollarından biri olduğuna inandığım Sahte 9 rolü olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz sezon özellikle Liverpool’un inanılmaz performansının yaratıcılarından biri olan Roberto Firmino özelinde bu terimi oldukça sık duyduk. Brezilyalı oyuncu, Mane ve Salah gibi daha göz önünde ve skorer oyuncuların arkasında, sezon boyunca sistemin işlemesini sağlayan adamdı.

Bu terimin isim babası olmasa da, modern oyunun içindeki mucidi İtalyan teknik adam Luciano Spalletti’dir. Onun kariyerinin de en başarılı yıllarını geçirdiği Roma dönemi, aynı zamanda futbol dünyasının da yeni bir taktik anlayış ile tanışmasına vesile olmuştu. O dönem futbola dair yeni arayışların içinde olan bir çok futbolseveri heyecanlandırmıştı, söylemesi bile oldukça fiyakalı olan 4-6-0 taktiği. Daha doğru ve hassas bir ifade ile saha içindeki diziliş göz önüne alındığında buna 4-5-1-0 taktiği de diyebiliriz.

2005-2006 sezonu başlarken Spalletti’nin elinde farklı özelliklere sahip beş forvet oyuncusu vardı. Ancak bunlardan Alessio Cerci ve Stefano Okaka henüz 20’sinde bile değillerdi. Tipik bir 9 numara olarak adlandırabileceğimiz güçlü, sırtı dönük oyunu olan Shabani Nonda ve net bir bitirici olan Vincenzo Montella kadrodaki asıl santrforları idi. İlk 11 ‘deki yeri garanti olan kulüp efsanesi Francesco Totti ise genelde 10 numara pozisyonunda oynuyordu.

Sezonun başlamasıyla birlikte Roma’nın 9 numaraları teker teker düşmeye başladı. Spalletti’nin ilk tercihi olan Montella formsuz girdiği sezonun kalanında da kendini bulamayarak oldukça formsuz bir yıl geçirdi. Keza Nonda da sakatlıkların etkisiyle belli bir istikrar tutturmaktan çok uzaktı. Tam bu noktada Spalletti biraz zorunluluk biraz da elinde Totti gibi bir futbol sihirbazının olmasının etkisiyle hedef santrfor olmayan bir taktik dizilişle takımını sahaya çıkardı. İtalyan teknik adamın eli bir başka açıdan daha kuvvetliydi. Kanat forvetleri olarak görev yapan Mancini, Taddei ve Perrotta gibi isimler çizgi oyuncusundan ziyade içeri girip skora katkıda bulunabilen oyunculardı. İşte Totti’nin maça en uçta başladığı ama oyun ilerledikçe derine gelip en azından bir rakip stoperi düzeninin dışına çıkararak yukarıdaki isimlere pozisyonlar yarattığı bu anlayış “Sahte 9” rolünün de modern zamanlardaki doğuşuydu.

Rolünün hakkını veren adam

Francesco Totti ilk modern sahte dokuz
Futbolu değiştiren ikili: Luciano Spalletti, Francesco Totti

Modern zamanların ilk Sahte 9’u diyebileceğimiz Francesco Totti, bu role soyunduğu ilk sezonda 17 gol ve 9 asiste imza atarken, Roma ligde üst üste 11 maç kazandığı inanılmaz bir seri yakaladı ve sezonu da İtalya Kupası şampiyonu olarak bitirdi.

2006 sonrası ise Calciopoli sebebiyle İtalya futbolunda kartların yeniden dağıtıldığı bir dönemdi. Juventus’un küme düşürülmesi ve akabinde kadrosundaki bazı önemli oyuncuları kaybetmesiyle birlikte şampiyonluk için olağan şüpheliler Milan ve Inter dışında Roma ve Lazio’nun da iştahı kabarmıştı. Spalletti’nin 4-6-0’ının ve Totti’nin patlama yaptığı sezon da bu sezon oldu.

Spalletti, bir önceki sezon zorunluluktan başvurduğu sistemin işlediğini görünce yeni sezondaki ana planının da bu olmasına karar verdi. Nonda ve Montella gibi kadroda yer alan 9 numaralarını elden çıkartan Roma’nın ön bölgeye tek takviyesi de daha çok forvet arkası olarak görev yapan Mirko Vucinic oldu.

Roma 2006-2007 taktiği
Roma 2006-2007 sezonu taktik dizilişi

Bu taktiğin ana planı Totti’nin Sahte 9 rolü etrafında şekillendi. İtalyan yıldız rakip defansın markajından kurtulup orta 3’lünün arasında toplu oyunun birincil adamı oluyordu. Maçın başlamasıyla birlikte rakip takım bir anda karşısında, hepsi de ceza sahasına koşu atabilen ve pas kalitesi oldukça yüksek 4 merkez orta saha oyuncusu ile 2 hızlı kanat adamı buluyordu. Böyle bir düzen içinde Roma net bir şekilde topa hükmedebiliyordu ve Totti’nin saha görüşü ve organizasyon becerisi ile neredeyse savunma haricindeki tüm oyuncuları çok kolay bir şekilde pozisyona sokabiliyordu.

Sezon ilerledikçe Spalletti saha içindeki farklı profildeki oyuncular arasında rol değişimleri de yaptı. Örneğin sezon başında orta sahada derindeki oyuncu kaptan De Rossi iken, sezonun ikinci yarısında bu rolü çoğunlukla daha seri ve atlet olan David Pizarro devraldı.

Aynı şekilde sezon başında transfer edilen Vucinic her ne kadar tipik bir 9 numara olmasa da bitiriciliği ve sırtı dönük oyunu ile bu rolü, yazının ilerleyen kısımlarında da bahsedeceğimiz gibi sol kenarda ama gole dönük ve içeri kateden bir anlayışla oynadı. Spalletti özellikle takımının çizgiyi etkin kullanmasını istediği maçlarda Mancini’yi sola ve Brezilyalı Taddei’yi sağa alarak saha içinde dikine daha hızlı katedebilen bir takım ortaya çıkardı.

Bu iki sezon kanımca bir teknik adamın saha içindeki oyuna ne kadar etki edebileceğini göstermesi anlamında en etkileyici sezonlardan biriydi. Spalletti’nin sonraki yıllarda yakalayamadığı bu seviye, Totti’nin de kariyer zirvesini yaşadığı sezon olarak da tarihe geçti. Çoğunlukla kaleden uzaklaştığı Sahte 9 rolüne rağmen, İtalyan yıldız sezon boyunca 26 gol ve 8 asistle oynayarak, her iki istatistikte takımının en iyisi oldu. Attığı 26 gol Totti’ye aynı zamanda Altın Ayakkabı ödülünü de getirdi ki, bunu Drogba, Ruud van Nistelrooy ve Diego Milito gibi Avrupa’nın o dönemdeki en önemli “gerçek” 9 numaraları önünde kazandı. Bu etiket hem onun ne kadar eşsiz bir yeteneğe sahip olduğunu hem de Spalletti’nin sisteminin üretkenliğini gösterdi.

Bu taktik bir anlamda iki ucu keskin bir bıçaktı. Roma sezon sonunda 22 puan gerisinde kalarak şampiyonluğu kaybettiği Roberto Mancini’nin Inter’ini İtalya Kupası finalinde 6-2’lik skorla geçerken bu Spalletti’nin Sahte 9’lu sisteminin en göz alıcı oyunlarından birisiydi. Roma oyundaki akıcılığı ve ritmi sağladığı her maçta rakibini çok kısa zamanda yerle bir edebiliyordu. Bu da o maçlardan birisi oldu. İlk 15 dakikada 3-0 öne geçti Totti ve arkadaşları. Inter ne olduğunu bile anlayamadan bir kanat organizasyonu, bir yan top ve bir de ceza sahası koşusu sonunda Totti, Mexes ve Perrotta’nın ayağından gelen gollerle bir anda sürklase oldu. Maçın kalanında da Roma zaman zaman bu ilk 15 dakikadaki temposuna çıktı ve İnter’i adeta sahadan silerek kupanın sahibi oldu.

Bu maçtan yaklaşık 2 ay önce ise Roma, Manchester United karşısında bu kez dağılan taraf olmuştu. Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinin ilk ayağında evinde 2-1 kazanarak Old Trafford’a avantajlı giden taraftı sarı kırmızılı takım. Spalletti ilk maçta sezon boyunca kullandığı sistemden vazgeçmemiş ve hatta merkez orta sahada Perrotta’nın yanında Taddei’yi alarak oyununun hücum tarafını daha da keskinleştirmişti. Spalletti ikinci maçta ise anlaşılmaz bir şekilde, üstelik küçük de bir avantaj sahibiyken düzeninin dışına çıkmış ve orta sahada bir kişi eksilerek Vucinic’i Totti’nin yanında oynatmıştı. Roma’nın Pizarro ve De Rossi’li merkez orta sahası hem fizik olarak Carrick ve Fletcher’ın karşısında tutunamamış hem de Cristiano Ronaldo ve Ryan Giggs’in ceza sahası koşularına cevap verememişti. İlk 20 dakikada 3 gol bulan Alex Ferguson’ın öğrencileri, Spalletti’nin sisteminin arızalarını net bir şekilde ortaya çıkarmıştı.

Sonuç olarak bu 1,5 sezonda Spalletti ve Totti biraz da şartların zorunlu olarak ortaya çıkardığı ancak o güne kadar görülmemiş bir sistemle birlikte Avrupa’nın en göz önündeki oyunlarından birini ortaya koydular. İlerleyen yıllarda, bu oyunun topa sahip olma tarafını ve orta saha oyuncularının rakip takım savunmasını delik deşik etmesini (Xavi, Iniesta), bir Sahte 9 (Messi) ile Pep Guardiola en tepeye çıkarırken Messi de tarihin en üretken Sahte 9’u olmayı başaracaktı.

Kenar 9: Cenk Tosun

Santrforların rolleri dışında kullanılmasına dair en güncel örneklerden birine de yakın tarihte ligimizde tanık olduk. 2015-2016 sezonunda Mario Gomez ve Jose Sosa ekseninde kurulan ve son derece verimli bir topa sahip olma oyunu ile sezonu şampiyon tamamlayan Şenol Güneş’in Beşiktaş’ı bir sonraki sezon bu iki oyuncunun ayrılması sebebiyle oyun anlayışında da farklı bir yön çizmek zorunda kaldı.

Cenk Tosun
Cenk Tosun

Mario Gomez’li sezonda Alman oyuncunun kulübedeki ikamesi Cenk Tosun’du. Gomez’in transferinin ligin başlamasına çok az kala yapılması, aslında Cenk’i sezon başı itibariyle takımın ana planı içinde olmasını sağlamıştı. Sezonun ilk maçında Mersin İdman Yurdu karşısında 3 gol birden bulan oyuncu, Alman golcünün yavaş yavaş form tutması ile birlikte kulübeye döndü. Ancak Cenk’in kulübede oturması, kendisi kadar Şenol Güneş’in de canını sıkıyordu. Sezonun ilk yarısında bir çok maçta sonradan oyuna girmesine rağmen, aldığı süreler oldukça kısıtlanmıştı ama formu, sürekliliği ve düşmeyen temposu ile saha içinde olmayı da fazlasıyla hakediyordu golcü oyuncu.

İkinci yarı ile birlikte Şenol Güneş, sonraki sezon da sık sık başvuracağı bir rol biçti Cenk’e. Sezonun ilk maçında ilk 11’de başladığı ve “gerçek” bir 9 numara gibi tam 3 gol atmayı başardığı Mersin İdman Yurdu karşısında, ikinci yarı başlarken sakatlanan Gökhan Töre’nin yerine dahil oluyor ve sol kenarda bazen çizgide bazen de ikinci bir santrfor gibi Gomez’in yanında konumlanıyordu. Bu ilk deneme, Şenol Güneş için biraz da deneysel bir nitelik taşıyordu çünkü Cenk, her ne kadar dripling özellikleri fena olmasa da fiziği ve oyun stili sebebiyle ideal bir kanat forveti değildi. Hem bu maçtaki 15-20 dakika hem de ilerleyen maçlar gösterdi ki, hocanın kafasında Cenk’i sol kenarda kullanma planı zaten alışılagelmişin tamamen dışındaydı.

2016-2017 sezonu ile birlikte 9 numara pozisyonunda son derece iyi bir bitirici ama nispeten saha içinde daha statik olan Mario Gomez’in yerini, müthiş bir atlet ancak yetersiz bir son vuruşa sahip olan Vincent Aboubakar aldı. Jose Sosa’nın da Milan’a transfer olmasıyla bu pozisyona Benfica’dan Talisca transfer edildi. Ancak Talisca da, Sosa’dan tamamen farklı bir profilde, derine gelen ve oyun kuran bir oyuncu değil, çoklukla santrfor yanında konumlanan ve üst düzey son vuruşlara sahip olan bir oyuncuydu. Hal böyle olunca Şenol Güneş de, oldukça iyi bir verim aldığı topa hükmeden oyun anlayışının yerine daha direk oynayan ve ana planın kanatlar üzerinden yapılan hücumların oluşturduğu farklı bir anlayışa geçti.

Bu yeni oyun anlayışı kağıt üzerinde bir önceki sezon gibi 4-2-3-1 dizilişindeydi ancak Şenol Güneş’in dokunuşları kendini fazlasıyla belli ediyordu. Hocanın en büyük inovasyonlarından biri ise Cenk Tosun’u zaman zaman sol kenarda farklı rollerde kullanmasıydı. Cenk’in bu rolde birden fazla görevi vardı. Bazen Fabri’nin uzun vuruşlarında, hava hakimiyeti ile birlikte sol kenarda topu indirip atak başlatmaya yardımcı olurken, bazen de orta sahada pas bağlantısına katılıyordu. Ancak onun bu roldeki en büyük katkısı sol kenardan sıklıkla ceza sahası koşusu atıp gol pozisyonlarına girip skor yapması oldu.

Beşiktaş’ın kanat ataklarındaki ana planı Quaresma’nın getirdiği toplardı ve Portekizli oyuncu kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçirirken onun bu özgür ve yaratıcı halinden en çok, ceza sahası içinde alanı oldukça iyi bir şekilde paylaşan Aboubakar, Talisca ve Cenk Tosun faydalanıyordu. Bu oyunculardan Aboubakar ve Talisca bildikleri rollerde takımın işleyen düzeninin en verimli parçalarından olurken, Cenk Tosun oyun ezberinin dışında farklı bir rol ile, benim futbol sözlüğüne “Kenar 9” önerisi ile geçirmek istediğim fizikli ve üst düzey gol vuruşu olan 9 numaraların kanat forveti olarak kullanıldığı bir düzende yer alıyordu.

Kenar 9: Mario Mandzukic

Mario Mandzukic
Mario Mandzukic

İstanbul’da Şenol Güneş, Cenk Tosun’dan Kenar 9 rolünde zaman zaman oldukça yüksek verim alırken, Avrupa’nın daha göz önünde olan bir başka köşesinde benzer bir uygulama bambaşka bir oyuncu ve teknik adam ile gerçekleşiyordu. Juventus’un başındaki Maximiliano Allegri, kariyerinin hemen hemen tamamını net bir pivot santrfor olarak geçiren Mario Mandzukic’ten o sezon tam bir sol kenar oyuncusu yaratmayı başardı.

Mandzukic’in oyun stilinin bir kanat oyuncusu olmaya pek de elverişli olmadığı aşikar. Allegri’nin sezon başındaki ana planı da elbette bu değildi. Hırvat oyuncu bir önceki sezon, 9 numara pozisyonunu Alvaro Morata ile paylaşmıştı ve 12 gol, 9 asistlik bir performans göstermiş olmasına rağmen formanın asıl sahibi İspanyol golcü olmuştu.

Yeni sezonla birlikte ise Juventus kadrosunda önemli değişiklikler oldu. Yaz döneminin en ses getiren transferi Pogba’nın rekor ücretle Manchester United’a gitmesiydi. Bunun yanında Morata da Real Madrid’in yolunu tutmuştu ve bunu takiben siyah beyazlılar santrfor bölgesine Napoli’de harikalar yaratıp Serie A’nın bir sezonda en çok gol atan oyuncu rekorunu 36 gol ile kıran Gonzalo Higuain’i transfer etti.

Allegri, kadrosundaki ana oyuncuların değişmesi sebebiyle sezonun ilk yarısını hem ilk 11 hem de sahadaki diziliş anlamında bir arayışla geçirdi. Ocak ayına kadar belli bir süre 3’lü defans ile oynayan İtalyan hoca, arada 4-2-3-1 ve 4-3-3 denemeleri de yaptı. Bu dönemde Mandzukic de tam bir istikrar tutturamadı. Zaman zaman Higuain veya Dybala’nın ileri uçtaki partneri olan Hırvat oyuncu, çoğunlukla da oyuna sonradan dahil oldu. Allegri takımın performansından ve 3’lü defans ile oynamaktan memnun değildi. Özellikle Inter ve Milan karşısında alınan mağlubiyetler takımın oyun planında bir değişiklik ihtiyacı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Allegri, Ocak ayı ile birlikte tek santrforlu sisteme dönerken savunma hattını da 4 oyuncudan kurmayı tercih etti. Bu değişiklik ilk bakışta Mandzukic için bir felaket demekti. Hırvat oyuncu çift santrforlu sistemde bile forma bulmakta zorlanırken, şimdi ön taraftaki istihdam bire düşmüştü ve burada tercih edilecek personel sıralamasında o ancak üçüncü sıradaydı.

Ancak Allegri, 22 Ocak 2017 tarihindeki Lazio maçında o gün herkesi şaşırtan sürpriz bir kadro sahaya çıkardı. Mandzukic ilk 11’de yer alıyordu ve maç başlarken sol kenara konumlandı. Hırvat oyuncu bu maçla brlikte sezonun kalanında harika işler çıkartacağı yeni rolüne merhaba dedi. Üstelik ilk maçında yerini hiç yadırgamayarak, Allegri’nin ona verdiği görevleri eksiksiz yerine getirip bir de hanesine asist ekledi Hırvat oyuncu.

Juventus-Lazio: 22.01.2017 Serie A karşılaşması, Mandzukic’in ilk Kenar 9 maçı

Sezonun kalanında neredeyse her maçta 90 dakika görev alan Mandzukic, Juventus’a uygulanan ön alan presinde takımın can simidi oldu. Savunmadan atılan uzun toplar Hırvat oyuncunun göğsünde erirken, takım onun sayesinde ileriye çıkıyordu. Bunun dışında yine onun verdiği kafa ve göğüs pasları, Juventus ataklarının orijinini oluşturmaya başladı. Oyuncunun üstün hava hakimiyeti, oyun disiplini ve pas kalitesi takıma bir anda farklı bir boyut katmıştı. Onun varlığı savunmada da Juventus’a bir kaç seviye birden atlatmıştı. Özellikle bloklar arasına yerleşip rakiplerin pas bağlantısını kesen Mandzukic, aynı zamanda o dönem oldukça formda olan hücum beki Alex Sandro’nun da ileri çıkışlarında savunmayı kolluyordu. Hücumda ise sol kanatta aldığı toplarla içeri katları oldukça tehlikeliydi ve sağdan gelişen kanat ataklarında, Cenk Tosun’un Beşiktaş’taki rolüne benzer şekilde ceza sahasında kimi zaman ikinci kimi zaman da üçüncü forvet olarak pozisyon alıyordu.

Özetlemek gerekirse, Mario Mandzukic o sezona başlarken belki kendisi bile o kadronun içinde bu kadar fazla forma şansı bulabileceğini düşünmüyordu. Hatta Allegri’nin ikinci devre ile birlikte yaptığı taktik dizilişle takımdan ayrılması bile beklenebilirdi. Ancak o bir çok oyuncuya örnek olması gereken bir adaptasyon yeteneğiyle birlikte alışık olduğu 9 numara rolünden bambaşka bir role “Kenar 9” a evrilerek hem kariyeri için unutulmaz bir adım attı hem de Juventus’un Serie A’yı kazanıp, Şampiyonlar Ligi’nde de finale çıkmasında en önemli pay sahiplerinden birisi oldu.


Futbolun 9 numaraları, bu oyunun en göz önünde olan oyuncuları oldu tarih boyunca. En çok onların hikayeleri yazıldı, en çok parayı onlar kazandı… Bazen gol olup yağdılar, bazen çapraz koşularla savunmaları yanılttılar, bazen yaptıkları presle stoperleri yıprattılar. Boylu poslu olup yıkılmayanları da vardı, ele avuca sığmayıp oradan oraya koşanları da… Modern futbol dediğimiz dönem gelince de gerçek 9 numaraların yerini önce sahteleri, son olarak da kenarda oynayanları aldı. Ancak ne olursa olsun, onlar bu oyunun hep en göz alıcı figürleri olarak kalmaya devam edecekler.

Bir Cevap Yazın