Tarih: 01.06.2022 Yazar: Eren Büyükyavuz Yorumlar: 0

Karayip Denizi’nin ortasında küçük bir ada ve bu adada yaşayan yaklaşık üç milyon insan… Peki Jamaika’yı Olimpiyat Oyunları’nın gözbebeği atletizmde ön plana çıkaran ve Jamaikalı sprinterlerin yarışmalarda bu denli hakimiyet kurmalarını sağlayan güç nereden geliyor? Bu sorunun elbette tek bir cevabı yok. Fakat Jamaika tarihi ve reggaenin yükselişi iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Bilinen bir hikayedir, Atlantik Okyanusu’nun ötesinde, o zamanlar bilinmeyen topraklarda kendi halinde yaşayan insanlar vardır. Kendi medeniyetlerini kurma, yükseltme çabasında olan insanlar. Sonra zaman geçer, buradaki insanlar daha önce görmedikleri büyüklükte gemilerle, duymadıkları gümbürtülerle gelen başka insanlarla karşılaşırlar. Ve ne yazık ki bu gelen insanların niyeti dost olmak değildir.

Bugün Amerika kıtası dediğimiz topraklarda yaşayan pek çok yerli halk gibi Jamaika topraklarındaki yerlilerin de akıbeti benzer olmuştur. 15. yüzyılın sonlarına doğru İspanyol işgali altında kalan yerlilerin pek çoğu ölür. İspanyolların buradaki önceliği altın aramaktır. Bu amaçla adaya Afrika kıtasından köle ticareti başlar. 17. yüzyılın ortalarında adanın hakimiyeti İngilizlere geçerken kölelerin bir kısmı dağlara kaçarak özgürlüklerine kavuşur. Maroon diye bilinen bu özgürlük savaşçıları, 19. yüzyılda Jamaika topraklarındaki köleliğin son bulmasında etkili rol oynamışlardır. Sonraları adadaki siyah nüfusun beyazları geçmesiyle beraber Jamaika yavaş yavaş bugünkü etnik yapısına kavuşur.

Filmi biraz ileri sardığımızda, Jamaika’nın İngiliz sömürgesinden tam anlamıyla kurtulup bağımsızlığını kazanması 1962 yılını buldu. Fakat her şey güllük gülistanlık değildi. Ülke bağımsızlığını kazanmış olsa da büyük ekonomik sorunlar yaşamaktaydı. Ki bu sorunlar bugün de devam etmekte. Halk genel anlamda fakirdi. İşsizlik, suç çetelerinin oluşmasına, şiddet ve hırsızlık olaylarına yol açıyordu.

Bilinen bir diğer gerçek vardır ki, zor zamanlar insanoğlunun yaratıcılığını da tetikler. 1950’ler ve 60’larda blues ve rock’n roll’un yükselişi Jamaika’ya da yansıdı. Daha sonrasındaysa buradaki yerel müzisyenler ve plak şirketleri müziğe kendi ritimlerini kattı. Sömürgeciliğe, eşitsizliğe, yoksulluğa karşı seslerini yükseltip isyanı, umudu, özgürlüğü ve kendin olmayı yücelten sözleri bu ritme ekledi. Böylelikle reggae doğdu.

Bob Marley, İngiltere (Fotoğraf: Mike Prior/Redferns)

Üç Küçük Kuş

Jamaikalı bir sprinteri pistte gördüğünüz zaman müziğin ritmini hissetmeye başlarsınız. O, küçük adımlarla sağa sola sallanırken biraz sonra yaşanacak olanlar kafanızda canlanmaya başlar. Tıpkı Bob Marley’in Three Little Birds şarkısındaki gibi; endişelenmenize gerek yoktur, zira her şey çok güzel olacak. Orada müziğin ritmiyle dans eden sprinterde gördüğünüz şey bir boşvermişlik değil, aslında kendinden son derece emin olmanın verdiği rahatlıktır. O rahatlığı sağlayan şey ise kökleri yarım asırdan fazla zamana yayılan spor kültürüdür.

Sahiden de Jamaika’nın sprintte dünya çapında bir ekol olmasının altında yatan en önemli etken İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurdukları, okul ve sporu bir araya getiren atletizm kültürleridir. Bu noktada iki kritik isim var. Birincisi Jamaika’dan uzakta, fakat dolaylı yoldan fikirleriyle yol göstermiş bir koç: Bud Winter. Amerika Birleşik Devletleri’nde San Jose State University’de koçluk yaptığı 30 yıllık dönemde çok sayıda Olimpik sporcu yetiştirmiş bir isimdi Bud Winter. Savaş yılları öncesinde sporcu psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalarla da öncüydü. Sonrasında İkinci Dünya Savaşı’nda görev aldığı zamanlarda, Amerikan hava subayları üzerinde uyguladığı rahatlama tekniklerinin savaşın gidişatında bile önemli etki gösterdiği söylenir. Savaş sonrasında benzer teknikleri sprinterler üzerinde de uygulayıp sporcularda var olan hızı sonuna kadar ortaya çıkarmıştır.

Bud Winter (sağda) | freelapusa.com

San Jose State University’de Bud Winter’ın öğrencilerinden birisi de Jamaikalı Dennis Johnson’dı. Zaten o dönem Jamaikalı pek çok öğrenci, sporcu bursu umuduyla Amerika’ya gidiyor ve başarılı olanlar orada eğitimlerini alıp spor kariyerlerine devam ediyorlardı. Dennis Johnson belki Olimpiyat Oyunları’nda ülkesini temsil edemedi ancak Jamaika için çok daha değerli olacak fikirlerle ülkesine döndü. Birincisi, San Jose’deki hocası Bud Winter’ın sprinter yetiştirme metodolojisi, ikincisi de Amerikan kolejlerindeki sporcu yetiştirme programlarıydı. Bugünlerde gerçekten de lise çağından itibaren Jamaikalı sporcuları yetiştirmeye yönelik okul programlarına sahipler. Bu sayede Jamaikalı sporcuların pek çoğu ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıyor. Ve evet, geçtiğimiz yaklaşık 10 yıllık süreçte Usain Bolt’u izlerken gördüğümüz rahatlık ve kendinden emin olma hali Bud Winter’ın rehberliğinde ekilen tohumlardan süregeliyor.

Olimpiyat Baskısı Mı? O Ne Ki?

Her sporcunun hayalidir Olimpiyat Oyunları’nda yer alabilmek. Orası en büyük sahne, bir sporcu için nirvanaya ulaşmaktır. Hal böyle olunca sporcu üzerinde büyük baskı oluşturması da kaçınılmazdır. Ancak Jamaikalı sprinterler bu baskıya alışık. Çünkü çok küçük yaşta daha büyük bir baskıyla karşı karşıya gelirler: Champs Turnuvası! Jamaika’nın lise seviyesindeki 10 ila 19 yaş arası sporcularını karşılaştıran beş günlük etkinlik. Champs, kesinlikle sıradan bir yarışma değil. Jamaika’nın başkenti Kingston’da düzenlenen turnuvada beş gün boyunca tribünlerde 35 bin civarı seyirci kendi takımlarını çılgınlar gibi desteklerken, rakip sporcular içinse olabildiğince zor bir atmosfer oluşturuyorlar. Bu çılgınlıktan çok genç yaşta alnının akıyla çıkmasını bilen bir sprinter için Olimpiyat Oyunları’ndaki dostça ortam çok daha rahat bir atmosfer oluyor. Bugün adını çok iyi bildiğimiz Jamaikalı sprinterlerin hepsinin yolunun Champs’ten geçtiğini unutmamak gerekir.

worldathletics.org

Champs, Jamaikalı sporcular için gerçekten çok önemli bir yarış. Öyle ki Shelly-Ann Fraser-Pryce, Warren Weir, Yohan Blake gibi Olimpiyat madalyalı sporcular hala mezun oldukları okullarını desteklemek için tribünde yerlerini alıp, kendi takımlarının renklerine bürünüyorlar. Bu aynı zamanda büyük şampiyonların gelecek nesilleri kanatları altına alması, onlara mentorluk etmesi anlamına geliyor.

Genler Mi Etkili Yoksa Çevre Mi?

20. yüzyılın ortalarından itibaren genetik biliminin ortaya koyduğu bazı sonuçlar insanlığı bir hayli heyecanlandırdı. Bu sayede bazı soruların cevabının kolayca bulunabileceği düşünüldü. Hatta bazı karanlık güçler kendi halkını genetik anlamda üstün çıkaracak sonuçlar elde etmeye çalıştı. Jamaikalı sprinterleri de dünyanın geri kalanından daha iyi kılan genler var mıdır sorusu hemen akıllara geldi haliyle. Bu konuda spor genetiği uzmanlarının yaptığı pek çok çalışma var. Bu çalışmaların sonucunda bazı spor dallarına yatkınlığı arttırabilecek genetik faktörlerin varlığı da tespit edildi. Ancak şu net olarak söylenebilir ki, herhangi bir ırkı bir spor dalında diğerlerinden daha üstün kılacak genlerin varlığından bahsetmek, ortada kaçınılmaz bir sonuç olduğunu söylemek imkansızdır.

Genetik faktörlere benzer şekilde Jamaikalı atletlerin beslenme alışkanlıklarındaki farklılıklar da Jamaika’nın bu spordaki üstünlüğünü açıklamak için oldukça yetersizdir. Jamaika’ya özgü tatlı patates, yeşil muz gibi karbonhidrat düzeyi yüksek, aynı zamanda vücuttaki steroid düzeyini doğal olarak arttıracak besinlerin tüketimi tek başına bir sporcuyu Olimpiyat şampiyonu yapmaz. Ancak kötü yaşam koşullarından uzaklaşmak, iyi bir eğitim alıp, daha iyi bir hayat kurmak adına spora sıkı sıkıya tutunmak sizi farklı bir noktaya taşıyacaktır. Pek çok başarılı Jamaikalı atlet için de bu durum geçerli. Örneğin Shelly-Ann Fraser-Pryce, annesinin sokak satıcılığı yaparak geçindirdiği, babasız bir ailede büyüdü. Sporculuk kariyerinin sonunda geldiği noktada ise Dünya Şampiyonaları ve Olimpiyat Oyunları tarihinin en fazla madalya kazanan sporcularından birisi oldu. Diğer pek çok Jamaikalı sporcunun da kenar mahallelerden, kırsallardan çıkıp bu seviyelere ulaştığını görüyoruz.

Yıldızlarla Dolu Bir Tarih

Günümüzde Jamaika denince akla 100 ve 200 metre yarışları geliyor ilk olarak. Ancak tarihin ilk Jamaikalı Olimpiyat Şampiyonu Arthur Wint, 1948 Londra’da 400 metrede altın ve bir orta mesafe dalı olan 800 metrede gümüş madalyaları elde etmişti. Bir diğer Jamaikalı Herb McKenley ise 400 metreden gümüş madalya çıkarmayı bildi. Jamaika’nın 100 metrede ilk madalyası da McKenley ile 1952 Helsinki’de ikincilik ile geldi. Jamaika adına 100/200 dublesi yapmaya yaklaşan ilk isim ise 1976 Montreal’de Don Quarrie oldu. 200 metrede altını boynuna asan Quarrie, 100 metrede ise gümüşte kaldı.

Jamaikalı kadın sprinterlerin öncüsü ise Merlene Ottey oldu. 1980 Moskova’da 200 metrede aldığı bronz madalya, Jamaika tarihinin kadınlarda elde edilen ilk Olimpiyat madalyasıydı. Kadınlarda ilk altın madalya ise 1996 Atlanta’da, 400 metre engellide Deon Hemmings ile geldi.

Tokyo 2020, Kadınlar 100 metre finalinde podyumu kapatan Jamaikalı atletler. Thompson-Herah, Fraser-Pryce ve Shericka Jackson. (Fotoğraf: David Josek/AP)

Jamaika, Yaz Olimpiyat Oyunları’nda atletizmde madalyaları almaya devam etse de esas 2008 Beijing ile zirveyi gördü. Bu andan itibaren atletizmde Usain Bolt çağı başladı. Jamaika, hem erkek hem kadınlarda Dünya Şampiyonaları’nda ve Olimpiyat Oyunları’nda adeta tulum çıkardı. Usain Bolt, 2017 Dünya Şampiyonası’ndan sonra emekliliğe ayrılınca atletizm dünyası büyük bir boşluğun içinde buldu kendisini. Bolt sonrası Jamaika, 2020 Tokyo’da kadınlarda hız kesmese de erkeklerde tek altın madalyayı 110 metre engellide Hansie Parchment ile alabildi. Yine de önümüzdeki yıllarda madalyaları kucaklayacak çok sayıda Jamaikalı sprinterin olacağından hepimiz eminiz. Hele ki Jamaika’nın Olimpiyat Oyunları’nda aldığı 87 madalyanın 86’sının atletizmden geldiğini görüyorsak.

Devrimci Bir Hareket Olarak Koşmak

Ayakta durabilmek, yürümek ve ardından koşmak… Düşünüldüğünde insan olarak yaptığımız en basit eylemler bunlar. Ancak Jamaikalılar için koşmak kesinlikle farklı anlamlar barındırıyor içinde. Çünkü orada koşmak demek, biraz müzik, biraz ritim demektir. Ve çokça özgürlük demek.

Bir Cevap Yazın