Tarih: 31.05.2022 Yazar: Ahmet Bozkurt Yorumlar: 0

Hemen her sporda zirveye oynayan bir geleneği oluşturmuş olmalarının yanı sıra basketbolun tabiri caizse kitap yazarı Balkan insanları. Cephede birbirleriyle karşı karşıya gelseler bile parkede aynı telden çalmaya devam ediyorlar. Yugoslavya ile basketbol arasındaki ilişki, milletler üstü bir hikâyenin eseri.

Geleceğin en önemli özelliği ve etki oluşturan yanı, bilinmez olması. Yarın ne yaşayacağını kestiremeyen her insanın, bu durumu göz önünde bulundurarak aldığı kararlar dünyanın geri kalanını da etkileyebiliyor. Geçen zaman içinde tahminlerle ve planlarla yaşanılan anların sayısı çok az olsa da gelinen günden geriye bakınca fark edilebiliyor, aslında ne kadar tahmin dışı bir senaryonun hayata geçtiği… Örneğin İngilizler, adına futbol dedikleri oyunu keşfettiklerinde, bir gün bu oyunu Brezilyalıların hegemonyasına bırakacaklarını hiç düşünmemişlerdir. Ancak bugünden geriye bakınca, bu duruma yol açan ve birbirinin sebebi olan kilometre taşları ilginç karşılanan bir olaylar dizisidir nihayetinde.

Tıpkı futbolun doğuşu ve yayılışında olduğu gibi James Naismith’in insanlığa armağanı olan basketbol için de aynısı söylenebilir. Evet bugün basketbolda Amerikan üstünlüğü devam ediyor ama tek kutup olarak ve yenilmez sıfatıyla parkede olmadıkları da malum. Brezilyalıların futboldaki hakimiyetine benzer şekilde basketbolun da ikinci kutbu olan bir coğrafya tanıdı dünya basketbolu. O coğrafyanın ürünü basketbol yaklaşımının adı “Yugoslav Ekolü”.

Akım, kendine has yöntem ve okul anlamlarına da gelen “ekol” kelimesi genel yapıdan ayrışan yönelimler için kullanılıyor. Tabii ki bu yönelimlerin ekol olarak nitelenebilmesi için gelip geçici olmaktan ziyade, miras niteliğini taşıyan bir hal alması ve herkesçe bilinir özellikler taşıması gerekiyor.

Elbette zamanla şekillenen, üzerine konularak gidilen, kişilere değil nesillere borçlu olunan katkılar olmadan ekol olmak mümkün olmuyor. Yugoslav basketbolu da tüm bu süreçleri geçirmiş, bünyesinde özel oyuncular ve koçlar barındırmış, madalyalara ambargo koymuş, pek çok sporsever için basketbol deyince akla ilk gelen isim olmuş gerçek bir “ekol”.

Kaynak:stock.adobe.com

Devrimci Hoca

Balkanlar’da basketbolun geçmişi ve denenişi çok daha eskilere dayansa da basketbol ekolü olarak akıllarda yer eden Yugoslav tarzının mimarı olarak karşımıza ilk önce Aleksandar Nikolić nam-ı diğer “Profesör” çıkıyor. Bu lakabı Belgrad Üniversitesi’nde ders vermesi sebebiyle kazanan Nikolić, 1.65 m’lik boyuyla günümüzde olsa belki de basketbolla hiç tanışamamış olacaktı. Oyuncu olarak devrine damga vurduğu da söylenemez zaten. Ancak prensipleri, oyuna getirdiği yorum ve yalnızca taktiksel değil yönetim anlamında da bir yapı inşa etmesiyle Yugoslav basketbolunun hatta Avrupa basketbolunun çok şey borçlu olduğu bir isim.

Koçluk kariyerinde Avrupa’da şampiyonluklar kazanan Profesör’den sonra onun özgün kurallarını uygulamaya başlayan ve kendisinin danışmanlığına başvurarak mirasını devralan ilk koçlar Bogdan Tanjević ve Božidar Maljković oldu. Böylece nesillere aktarılacak Nikolić ilkeleri ilk kez yayılmaya başladı. Özellikle Yugoslavya’nın efsanevi takımı Jugoplastika’da genç oyuncular konusunda kendisinden yardım isteyen Maljković ile belki de 90’lar basketbolunun seyrini değiştirdiler. Öyle ki o takımdan yolu geçen isimlerden bazılarını saymak dahi bu durumu gözler önüne sermeye yetiyor: Toni Kukoč, Petar Naumoski, Velimir Perasović, Žan Tabak, Dino Radja, Zoran Savić…

Antrenörlüğünü yaptığı oyuncuların yanı sıra Jugoplastika gençleriyle de yeni dönemin tohumlarını saçan Aca Nikolić’in sonraki öğrencisi ise daha oyunculuk zamanlarında üzerinde etki bırakmaya başladığı Željko Obradović. Partizan’ın başında genç bir koç olarak çıktığı yolda ilk meydan okumasından zaferle ayrılan Obradović, bu ses getiren başarısına Profesör Nikolić danışmanlığında ulaştı. Hikâyenin devamını ise hemen hepimiz yakından takip ettik.

Kaynak:twitter.com

Kitleler ve Tutkuları

Pek çok oyuncu, antrenör, maç, organizasyon ve kupa ile gelişimini sürdüren ve yalnızca saydığımız isim ve olaylardan da ibaret olmayan, Nikolić’in temellerini attığı felsefe; Yugoslavya coğrafyası savaşlar yaşasa da pek çok parçaya ayrılsa da bugün bile etkisini kaybetmiş değil. Sırbistan’dan Makedonya’ya, Bosna Hersek’ten Slovenya’ya basketbol, Balkan topraklarında aynı şekilde biliniyor ve oynanıyor. Bu ekolün gelişiminde elbette kilit isimlerin rolü, şans faktörünün etkisi yadsınamaz. Ancak tek bir makineden çıkmış gibi oynayan ve görünen oyunculara bakınca sosyalist düzenin disiplinli yapısı da özellikle sürdürülebilirlik anlamında dikkate değer. Nasıl oluyor da Slovenya sokaklarındaki herhangi bir kişi basketbolu derin taktiksel çıkarımlarıyla yorumlayabiliyor veya Kalemegdan’da eli top tutan herkes profesyonel bir oyuncu edasıyla sahaya hükmediyor dediğimiz zaman herhalde cevapları buralarda bulabiliyoruz.

Peki Nikolić ile başlayan ve basketbolu tüm bir bölgenin milli sporu haline getiren bu yaklaşımın temellerinde neler var? Gerek oyuncuların tariflerinde gerekse de kendi röportajlarında efsane koçlar bu soruya cevap veriyor aslında. Zaten pek de birbirlerinden farklı şeyler söylemiyorlar.

Kaynak: mobile.twitter.com

Kurallar

Genç oyuncuların maç sonucunun belli olduğu dakikalarda değil, sonuca etki eden dakikalarda sahada olması gerektiğinden maç kazanmak için rakipten daha fazla sayı atmaktan öte daha az sayı yemek gerektiğine kadar pek çok ilke bugün dahi aynı sistemin takipçisi koçlarca uygulanmaya devam ediyor. Örneğin Obradović’in Fenerbahçe dönemlerinde defalarca şahit olduğumuz gergin molalarının ve hararetli konuşmalarının da bir anlamı olduğunu, sistemin bir parçası mahiyetinde olduğunu görüyoruz. Zira Yugoslav ekolünden gelen koçlar için bir oyuncuya bağırmamaları, artık o oyuncudan umutları kalmadığı anlamına geliyor. Buradan da rahatlıkla bu felsefeden üretilen sistemlerin iyi savunma yapan takımları, mücadeleci ve yoğun çalışan ekipleri oluşturduğu sonucuna varabiliyoruz.

Her ne kadar olumlu yönlerinden bahsetsek de bu ekolün özellikle diğer coğrafyalarda uygulanmasını zorlaştıran bazı özellikleri yok değil. Yugoslav ekolünden gelen koçlar her oyuncunun sahada her şeyi yapabilmesini istiyor. İki metrelik oyun kurucular, yumuşak ve kilit paslarıyla oyuna yön veren 2,20 metrelik pivotlar, onlar için bu oyunun olmazsa olmazları. NBA’de iki sene üst üste MVP ödülünün sahibi olan Nikola Jokić ve 1,97 metre boyundaki, son iki sezonun Euroleague MVP’si Vasilije Micić bu durumun en güncel örnekleri. Balkan kökenli basketbol efsanemiz, şimdilerin federasyon başkanı Hidayet Türkoğlu’nun da uzun boyuna rağmen bir oyun kurucu kadar topu yere vurabilmesi ve oyuna yön verebilmesiyle biz de zamanında bu ekolün meyvelerinden faydalandık. Ancak bazı dönemler de oldu ki bu ısrarlar krizlere ve gülünç durumlara yol açtı. Örneğin Türk Milli Takımı’nda, Karadağlı koç Tanjević yönetiminde, dönemin genç yıldızı Ersan İlyasova’nın kısa forvet oynadığı sistem herkesi şaşırtmıştı. Kâğıt üzerinde heyecan yaratan bu sistem maalesef pratikte başarıya ulaşamamış ve Tanjević de durumu kabullenmişti. Bu durum tabii ki olumsuz bir özellik olarak görülemez ancak ait olduğu coğrafya dışında uygulanabilirliği konusunda tartışma alanı verebilir.

Hangi pozisyonda oynadığı fark etmeksizin asgari düzeyde temel beceriye sahip oyuncular çıkarma hedefini güden Yugoslav basketbolu amacından hala da ayrılmış değil. Üst düzey atletizme sahip olmamalarına rağmen yaptıkları ribaunt katkısı, çok hızlı olmamalarına rağmen daha ilk adımda rakiplerini geride bırakmaları ve kitaptan çıkmış formda şut stilleriyle Balkan topraklarından çıkan oyuncular her zaman olduğu gibi günümüzde de oyunu domine ediyor. Kendilerinin 4-5 katı nüfusa sahip ülkelere parkede diz çöktüren Sırbistan, Slovenya, Hırvatistan gibi ülkeler uzun yıllara yayılmış disiplinli süreçlerin meyvelerini yiyor.

Kanun Koyucu

Hepsinin yanında bu ekolün henüz izleri silinememiş ve varlığı tartışılan bir katkısı daha var basketbola: Yugoslav faulü. Hızlı hücumlarda dezavantajı bertaraf etmek amacıyla stratejik olarak yapılan faulün etik çerçevenin ne kadar içinde olduğu uzun zamandır tartışılan bir konu. FIBA, kurallara yaptığı eklemelerle ortadan kaldırmaya çalışsa da Yugoslav ekolünün bu ilginç armağanını bugünden yarına yok etmek pek kolay olacağa benzemiyor.

Yaşadıkları siyasi ve sosyal krizlere, birbirleriyle savaştıkları dönemlerden geçmelerine rağmen ödün vermedikleri prensipleriyle tüm dünyaya kendilerini hayranlıkla seyrettiren Yugoslav kökenli basketbol insanlarının yaptıklarına şahit olmak da onların yaklaşımlarından kazanımlar elde etme şansını yakalamak da Avrupa sporunun şansı olsa gerek. Farklı açılardan Yugoslav ekolünü incelemişken kendimize iğne batırmadan geçmek olmayacak. Çok yakınımızda, ortak tarihi paylaştığımız komşu milletlerde böylesine örnekler varken; Aydan Siyavuş ile başlayıp, Aydın Örs ve Ergin Ataman ile devam eden ve Avrupa’da ülkemize başarılar getiren sistemler ekol olacak niteliğe hala kavuşamadı. Oysa genç nüfusu ve spora olan tutkusuyla Türkiye, eksikleri olsa dahi bu konuda yeterli donanıma sahip. Ayrıca Tanjević ve Obradović gibi üst düzey isimlerin bıraktığı izlerin kazandırdıklarıyla harmanlanacak özgün bir yaklaşım, bugün basketbol denilince akla ilk gelen Yugoslav ekolüyle aynı sahneyi paylaşmamızı sağlayacaktır. Yolları ülkemizden geçen efsaneleri imrenerek izlemek çok keyifli ancak ülkemize özgü bir sistemin değerlerini gururla izlemek de neden olmasın?

Bir Cevap Yazın