Tarih: 25.10.2020 Yazar: Emrah Gölbaşı Yorumlar: 0

Gök mavili formanın tarihi göz alıcı ve gurur verici başarılarla dolu. O formanın can suyu olan Serie A içinse benzer şeyler söylemek mümkün değil. Her ne kadar bir dönem dünya futbolunun en değerli ligi olmuş olsa da…

“Hepsinden önce Serie A vardı…”

Avrupa’nın futbol tarihi ile ilgili bir yazı kaleme alırken bu şekilde bir başlangıç yapmak 90’lı yıllarda İtalya futbolu ile çok haşır neşir olmayanlar için biraz cüretkar gelebilir. Ancak geçen yüzyılın sonlarında İtalyanların Avrupa futbolundaki hükümranlığını anlatmak için şu istatistikler yeterli olacaktır kanımca.

Avrupa’nın 1 numaralı kupasında bu süreçte, yani 2000 yılına kadar oynanan 11 finalin 8’inde en az bir İtalyan takımı yer alırken, Milan 3 kez ve Juventus da 1 kez kupayı Çizme’ye getirdi. UEFA Kupası’nda ise tablo daha da ürkütücüydü. Oynanan 11 finalin bu kez 10’unda İtalyan takımları vardı ve bu 10 finalin de 8’ini kazanarak Avrupa’nın 2 numaralı kupasına adeta ambargo koydular. İtalya, bu süreçte Avrupa sahnesine Parma, Sampdoria ve Fiorentina gibi başaltı takımlarını da çıkararak bir anlamda diğer liglerin aslarına da meydan okuyordu… (Kaynak: Sportif Dergi)

Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere özellikle 1990 sonrası on yıllık bir dönemde sadece elit takımlar düzeyinde değil, başaltı takımlarda ve onların katıldıkları turnuvalarda tam anlamıyla bir Serie A hakimiyeti söz konusuydu. Rüzgarın çıkış noktasının 1990 Dünya Kupası olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Seyir zevki olarak vasat bir turnuva olduğu kabul edilse de, İtalyanların kupayı kazanamamalarına rağmen, turnuvanın açık ara en iyi futbol oynayan takımı olmaları İtalya’ya bir prestij kazandırmıştı. Bunun yanında organizasyon olarak son derece başarılı bir turnuva olması ve sportif anlamda da İtalyanların Toto Schillaci, Roberto Baggio gibi çıkardıkları yeni yıldızlar spotların bir anda Çizme’ye çevrilmesine neden olmuştu.

Bu oyuncuların halihazırda Serie A’da oynaması da diğer yıldızların veya yıldız adaylarının gözlerini buraya çevirmesindeki etkenlerden biriydi. Ancak asıl etken elbette o dönemde ülkedeki futbol ekonomisinin suni de olsa akılalmaz boyutlara gelmiş olmasıydı. Agnelli ve Moratti ailelerinin finansörlükleri eşliğinde Juventus ve Inter’in ekonomik gücü zaten tartışılmaz iken, Berlusconi’nin Milan’da vadettikleri, Franco Sensi ve Sergio Cragnotti gibi cepleri dolu iş adamlarının sırasıyla Roma ve Lazio için kesenin ağzını açmaları ile birlikte İtalya’nın dört bir yerindeki havaalanlarına birer birer futbol dünyasının en büyük yıldızlarının inmeye başlaması anlamına geliyordu.

1990 ve 2000 yılları arasında futbol dünyasındaki transfer rekoru tam 10 kez kırılırken bunların hepsinde de alıcı kulüpler Serie A’dandı. 1992 yazı ise on yıllık bu dönemin en çılgın transfer mevsimiydi. Kaderin bir cilvesi midir bilinmez, 1992 yazı aynı zamanda sonradan Serie A’nın tahtını ele geçirecek Premier Lig’in de kuruluş yılıydı. İngilizler sessiz sedasız liglerini kurumsallaştırma yolunda o en büyük adımı atarken, güneyde para dolu çantalar oradan oraya uçuşuyordu.

Sadece o yaz, dünya transfer rekoru 3 kez kırıldı. Berlusconi’nin Fransız golcü Jean-Pierre Papin’e 10 milyon pound vermesine, Agnellilerin cevabı Gianluca Vialli ile oldu. Juventus’un sahibi olan İtalya’nın en zengin ailesi, karizmatik oyuncu için 12 milyon poundu bir çırpıda vermekten çekinmemişti. Berlusco’nin karşı hamlesi ise gecikmemişti tabii ki. İtalyan medya patronu, sadece Avrupa’nın değil Dünya futbol tarihinin de gelmiş geçmiş en sürpriz ve sıra dışı transferlerinden birine imza atarak ismini henüz kimselerin duymadığı Torino’nun genç kanat forveti Gianluigi Lentini’ye 13 milyon pound karşılığında kırmızı siyahlı formayı giydirmişti.

Futbolun bu delicesine büyüyen marketi, dünya medyasının dikkatini çekmiş ve sermayenin kaynağı sorgulanmaya, bu hamlelerin ticari anlamda ne kadar temiz olduğu ile ilgili dedikodular ortaya çıkmaya başlamıştı bile. Öyle ki Vatikan bile bir futbolcuya ödenen bu denli yüksek bir meblağın ne kadar ahlaki olduğunu sormuştu. Hatta bir Vatikan gazetesi olan L’Osservatore Romano, bahsi geçen paraların harcanmasının çalışma ahlakına karşı işlenen bir suç olduğunu bile yazmıştı.

80’lerin başlarında Totonero ile çalkalanmış ve 2006 Dünya Kupası öncesi Calciopoli ile tarihinin en kara günlerini yaşamış ülke futbolunun sportif anlamda en aydınlık bu dönemi bahsedildiği kadar masum muydu peki? Cevabı önce Lentini’nin transferi ile vermeye başlayıp ardından, bayraklarında yer alan bir renk olmasa da tarihlerinde maalesef yer etmiş olan türlü “kara” lekelere bir göz atacağız.

Bir garip transfer

Şanssız rekortmen: Gianluigi Lentini

Gianluigi Lentini transferinin garipsenen tek yanı ödenen rekor bonservis bedeli değildi. Zira İtalyanların bu konudaki alışkanlıkları, sonraki yıllarda da Crespo, Veron, Ronaldo, Vieri transferlerindeki gibi defalarca görüleceği üzere kendini ispatlamış yıldızlar için bu denli yüksek paraları harcamaktı. Lentini, Milan’a gelinceye kadar Torino forması ile 111 maça çıkmış ve 16 gol atmış, henüz 22 yaşında olan bir yıldız adayıydı. İtalyan futbolcu bu transferin ardından çok kısa süre sonra adından iki kez daha söz ettirecek ancak manşetlere çıktığı bu iki başlık da maalesef saha içinde yaptıkları değil, saha dışında karıştığı olaylar olacaktı.

İtalyan oyuncu, Milano’daki ilk sezonunda 30 maç oynamış, 7 gol atıp 5 de asist yapmıştı. Bu rakamlar, transfer rekoru kıran bir yıldızdan beklenenlerden daha azdı elbette ama ilerisi için de umut vadediyordu. Gelgelelim 1993 yazında Lentini, Milano’nun güneyinde Porsche 911’ini saatte yaklaşık 200 km hızla sürerken aracının kontrolünü kaybetti ve şarampole yuvarlandı. Ne şanslıydı ki yanan aracının içinden onu kaza yerinden geçmekte olan bir kamyon sürücüsü çıkardı. 2 gün komada kalan oyuncu, sonraki ayları kırılan kafatasını iyileştirmek ve kaybettiği hafızasını geri kazanmak için birçok rehabilitasyon programına dahil olarak geçirdi. Genç oyuncu Azrail’in pençesinden son anda kurtulmuştu belki ama ilerleyen yıllarda hiçbir zaman kaza öncesindeki kadar hızlı, güçlü ve atlet haline geri dönemedi.

Lentini transferinde usulsüzlük iddiaları İtalya medyasının manşetlerinde

Lentini 1997 yılında Torino’ya geri döndü. Bundan 1 sene sonra ise ismi manşetlere bu kez başka bir skandalla çıkacaktı bir zamanların rekortmen oyuncusunun. 1998 senesi, medya patronu ve takım sahipliği unvanı baki olan ancak başbakanlık günleri eskide kalan Silvio Berlusconi’nin kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesinin başladığı yıldı aynı zamanda. Milan’ın sahibi, Lentini transferinde Torino’ya verdiği bonservis bedelinin 6 milyon Dolar’lık kısmını “masa altından” vermekle, yani vergi kaçırmakla suçlanıyordu. Hatta daha sonra devam eden davada, Torino’nun o dönemki başkanı, Berlusconi’nin bu ödemenin faturasının yerine Torino kulübünden belli bir hisse aldığını bile itiraf etmişti. Sabıkalı başkan, kabarık suç dosyasına bir dönem İtalya’da hissesine sahip olduğu 2 kulüple aynı zamanda ligde yer almayı da eklemişti.

Bahis, şike ve Rossi

İtalya’daki futbol yapılanması kağıt üzerinde son derece net çizgilerle belirlenmiş ve şeffaf bir görünüme sahiptir. Ülke futbolunun en tepesinde UEFA ve FIFA üyesi olan FIGC yer alır. Lig ve kupalar dahil, ülkedeki tüm organizasyonlar FIGC’nin sorumluluğundadır. Bu kurumun bir diğer önemli işi de tüm yaş gruplarındaki milli takımları ve olimpiyat takımlarını da yönetmektir. Teoride her şey ideale yakın gözükse de 1980-2006 (Totonero-Calciopoli) arası dönemde sistemi zorlayan ve sınırların aşıldığı birçok vaka yaşandı. Bu vakaların çoğu da sonu gelmez medyatik davalar haline dönüştü.

İtalya futbolunun karanlık tarihçesine göz atıldığında, birçok durumda verilen ya da verilmeyen cezaları anlamak pek mümkün değildir. Lentini’nin transferinde yaşanan yasadışı para aktarım ve vergi kaçırma olayı bu vakalardan sadece bir tanesi ve belki de buzdağının altındaki kısımdı. 2006’da patlak veren ve ülke futbolunun en büyük skandalı olan Calciopoli’yi daha evvel Sportif Dergi’de Futbolun Öldüğü An başlığı ile yazmıştım. Bundan 40 yıl öncesine, her şeyin başladığı nokta olan Totonero skandalına gelirsek…

Tutto Sport’un cezalarla ilgili manşeti…

1980 yılında Serie A, özellikle lig maçlarına sirayet eden yasadışı bahis skandalı ile sarsıldı. O yıllarda İtalya’da, bizde de bir zamanlar Spor Toto ve Spor Loto gibi oldukça popüler olan, maç sonuçlarının ve gol atan oyuncuların tahminine yönelik Totonero isminde bir şans oyunları sistemi yer alıyordu. İngilizlerden kopyalanan bu sistemin, İtalya’da manipüle edilmesi çok da zaman almadı. Maç sonuçlarının, skorlarının ve hatta gol atan oyuncuların önceden ayarlanmasına kadar varan şike iddiaları vardı ve doğruydu.

Araştırmalar sonucu 30’dan fazla futbolcunun, 32 yaşında bir meyve-sebze tüccarı olan Massimo Cruciano ile 45 yaşında bir restoran işletmecisi olan Alvaro Trinca isimli iki kişiden yüklü miktarlarda para aldıkları ortaya çıktı. Rüşvetin sebebi ise açıktı. Bahis şikesi…

Olayların başladığı ve planlandığı yer Trinca’nın restoranıydı. Lazio’lu oyuncuların takıldığı ve yörenin ünlü mekanlarından biri olan bu restoranda ilk şike denemesi 1979 sonlarında oynanması planlanan Lazio ve Palermo arasındaki maçtı. Ancak trajikomik bir olayla, şikenin içinde olan Lazio’lu oyuncular uçaklarını kaçırınca -belki de son anda vazgeçmeleri sebebiyle bilinmez- şike denemesi Trinca’nın restoranının masalarında yapılan bir plan olarak kaldı. Bunun ardından yine Palermo-Taranto ve Avellino-Perugia maçlarında şike yapıldığı iddiaları vardı ama bazı oyuncuların bu düzende yer almak istememesi sebebiyle bu denemeler de başarısız oldu.

Bu birkaç başarısız girişimi saymazsak şike yapılan onlarca maç olduğu gerçeği sonradan ortaya çıktı. Olayların patlak vermesi de Trinca ve Cruciano’nun oyunculara ve oynattıkları bahisler karşılığında alacaklılara ödeme yapamayacak duruma gelmesi sayesinde oldu. 23 Mart 1980’de yapılan operasyonda 11 futbolcu ve 1 polis tutuklandı. Calciopoli’nin aksine İtalyan mahkemeleri o yıllarda çok hızlı aksiyon almıştı şikeye karşı. İddialara ismi karışan Milan, Lazio ve Bologna takımlarına önce puan silme cezaları verilirken, sürecin devamında Milan ve Lazio Serie B’ye düşürüldü. Milan başkanı Felice Colombo ömür boyu futboldan men edildi.

22 futbolcu ise 3 aydan 6 yıla kadar değişen sürelerde ceza alırken, içlerinden bir tanesi aldığı cezaya rağmen ilerleyen yıllarda İtalya futbol tarihini değiştiren isimlerden biri olarak tarihe geçecekti. Ünlü golcü Paolo Rossi, ilk etapta aldığı 3 yıllık cezanın 2 yıla düşürülmesiyle birlikte 1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya Kupası’na gidecek ve atacağı 6 gol ile İtalya’yı Dünya Şampiyonluğu’na taşıyacaktı.

Paolo Rossi ve İtalya’nın 1982’deki şampiyonluklarının hikayesi

Totonero’nun etkileri çok uzun süre devam etti. 1982’de kazanılan dünyanın en büyük kupasına rağmen, 90’ların başlarına kadar belini doğrultamadı Serie A. Bu yıl ile birlikte lig bir yandan başarı hikayelerine konu olurken, öte yandan Lentini transferi ile tekrar ortaya çıkan “derin” Serie A, 20. yüzyılın sonlarında bu kez dopingle isminden söz ettirdi.

Torino’daki ecza deposu

1998 yılında Roma teknik direktörü Zdenek Zeman, başta Gianluca Vialli ve Alessandro Del Piero olmak üzere bazı Serie A futbolcularında görülen olağan dışı fiziksel gelişimin ardında, Juventus takımının medikal departmanın çevirdiği bazı işler olduğunu iddia etmişti. Zeman’ın kastettiği elbette futbolcuların doping yapmasıydı. Başta da bahsettiğim gibi bu 10 yıllık süreç ülke futbolunun en parlak dönemiydi ve Juventus da 1994-1995, 1996-1997 ve 1997-1998 sezonlarında kazandığı şampiyonluklarla ligi adeta domine etmişti.

İddiaların ardından yasal bir soruşturma başlatıldı, incelemeler esnasında Juventus’un tesislerinin adeta orta çaplı bir ecza deposu haline geldiği anlaşıldı. Medikal bölümde tam 281 adet farklı ilaç bulundu ve bu ilaçların sipariş geçmişi de siyah beyazlıların hanedanlık döneminin başlangıcı olan 1991 yılına tekabül ediyordu.

İtalyanlar bu kez, Totonero’daki gibi hızlı davranamamıştı. Yargı sürecinin uzaması beraberinde pek çok tepki getirirken, 2000-2001 sezonunda önce Lazio’lu Fernando Couto’nun, ardından da Juventus’lu Edgar Davids’in testlerinin pozitif çıkması gözleri bir anda tekrar devam eden bu sürece çevirdi. Nihayet 2004 yılında dava sonuçlandı. O dönem Juventus’un sağlık ekibinde yer alan ve performans arttırıcı ilaçları oyunculara verdiği anlaşılan Doktor Riccardo Agricola 22 aylık bir men cezası aldı. İlaçları kulübe sağlayan eczacı Giovanni Rossano itirafçı olarak 5 aylık bir hapis cezası ile kurtuldu. Ülke futbol tarihindeki birçok skandalda olduğu gibi işin merkezinde bulunan spor yöneticileri yine tereyağından kıl çeker gibi işin içinden sıyrıldı. Juventus sportif direktörü Antonio Giraudo, tüm suçlamalardan aklanarak davadan beraat etti..

Gümrüğe takılanlar

Calciopoli’ye doğru adım adım yaklaşırken, Serie A 2001 yılında bu kez bambaşka bir suç dosyasıyla karşımıza çıktı. “Passaportopoli” adı verilen ve özellikle Güney Amerikalı oyuncuların Serie A’ya transferlerini kolaylaştıran sahte pasaport olayının patlak verdiği yer ise İtalya’dan oldukça uzaktaydı ve tamamen bir tesadüf sayesinde gerçekleşmişti. 2000 yılının Eylül ayında Udinese takımı, UEFA Kupası karşılaşması için Polonya’ya seyahat ediyordu. Pasaport kontrolü esnasında Brezilyalı oyuncular Silva Warley ve Valentim Alberto polis tarafından durduruldu ve kontrollerin ardından pasaportlarının sahte olduğu anlaşıldı.

Lazio’lu yarı İtalyan Juan Sebastian Veron!

İtalya’da o dönem mevcut olan yabancı oyuncu kısıtlaması sebebiyle bazı kulüplerin sahte pasaport düzenleme olayına karıştığı anlaşıldı. Bunlardan en karlı çıkanı ise 2000 yılında kazandıkları şampiyonluğun mimarlarından olan Arjantinli Juan Sebastian Veron’u sahte pasaport ile kadrosunda İtalyan olarak oynatan Lazio takımıydı. Skandalın ortaya çıkmasının ardından davalık olan olayda, içlerinde Milanlı Dida ve Interli Recoba gibi ünlü oyuncuların da olduğu 15 futbolcu, 6 ay ile 1 sene arasında değişen sürelerde futboldan men cezası aldı. İşin ilginç tarafı bu saha dışı olayın saha içini etkilemesinde en büyük aktör olan Veron ilk duruşmadan sonra aklanarak ceza almaktan kurtuldu. Veron’un avukatı Arjantinli futbolcunun atalarından bazılarının İtalyan olduğunu belgeleyerek muhtemelen kazanmış olduğu büyük bir miktardaki paranın da hakkını vermişti.


Tarih gösteriyor ki bu süre zarfında İtalyan kulüp yöneticileri mevcut kuralları bozmayı ve sistemin açık noktalarını bulmayı adeta alışkanlık haline getirmişlerdi. Dolayısıyla Çizme’nin futbol tarihinde buna benzer pek çok adli olay yaşandı. Serie A’nın skandal haritasını çıkarıp bir zaman skalasına koyarsak her şey Totonero ile başlayıp Calciopoli ile bitmiş gibi gözüküyor. Aradaki yaklaşık 25 yıllık süreçte, Milli Takım’ın kazandığı 2 Dünya Şampiyonluğu -ki her iki kupa da bu büyük skandalların hemen sonrasında gelmişti- Akdeniz insanının baskı altında nasıl kenetlendiğini ve performansını arttırdığını da gösterir nitelikteydi adeta. Bu şaibeli yıllarda, kulüpler düzeyinde gelen onlarca kupayı da elbette sadece “birlik ve beraberlik” üzerinden masum bir şekilde açıklamak imkansız. Her şeye rağmen İtalya, hatalarıyla ve sevaplarıyla Avrupa’nın en sıra dışı futbol ülkelerinden birisi. 90’lı yıllardaki şaşalı günlerinden çok uzakta olsalar da…

Bir Cevap Yazın