Sporun varoluşunu borçlu olduğu iki olgu vardır; oyun oynayan insan ve kurumsallaşma. Kurumsallaşma köken itibari ile yönetim ilişkilerine dolayısıyla yerleşik hayata dayanır. Peki günümüzde sporun yerleşik hayatın temeli olan kentlerle imtihanı ne durumdadır?
Spor tarihsel süreç boyunca insanlık tarihi ile paralel bir şekilde ilerlemiştir. Oyun oynama ihtiyacı hisseden insan, oynadıkça kurallar koymuş, rekabeti sürdürülebilir kılmış ve sonunda kurumsallaşarak sporu var etmiştir. Spor ile oyun arasındaki ilişki, birinin kurumsallaşarak öbürünün içerisinden var olmasıdır. Oyunun kurumsallaşmasının kökenlerine indiğimizde ise insanlığın yerleşik hayata geçmesi ile bir bağı olduğunu söyleyebiliriz. Yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte yerle kurulan bağ artmıştır. Dolayısıyla yere hissedilen bu aidiyetle başka yerlerde yaşayanlar arasında rekabet de başlamış oldu. Şehirlerin, var olmaya başladığı günlerden bugüne kadar sporla ve dolayısıyla spor mekânları ile kurduğu bağ çok kuvvetlidir.
Geçmiş zaman
Sporun gündelik yaşamın bir parçası olduğunu spor mekânlarının kentlerdeki konumu üzerinden okumamız mümkündür. Antik bir Anadolu (İyonya) kenti üzerinden ele alırsak, kentin en büyük ve sütunlu yolu üzerinde bulunan amfi tiyatrolarla karşılaşmaktayız. Bu amfi tiyatrolar kentin buluşma alanlarının başında gelmektedir. Kentlinin buluştuğu, birbiriyle temas ettiği bu alanlarda birçok performans sergilenmekteydi. Bu performanslar arasında spor müsabakalarının da olduğunu bilmekteyiz. Daha büyük kentlerde amfi tiyatroların yanı sıra spor müsabakaları için özel alanlar yapıldığını da görebilmekteyiz (ör : hipodrom, stadia, arena gibi).
Spor mekânlarının kentlerdeki konumunu yalnızca mekânsal olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Şehir devletlerinde spor faaliyetleri kentliyi yönetmek için de kullanılan bir aracı olmuştur. Sportif faaliyetler tabi ki sadece yönetenler için değil, kimi zaman da halkın yöneticiye tepki aracı olabilmiştir (bkz. Nika İsyanı).
Nika İsyanı : MS 532 yılında bir spor müsabakası sonrası başlayan olayların, İmparator I. Justinianus’a yönelik bir başkaldırmasıyla devam eden olaylar zinciridir. İsyan sonrası yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş, o dönem ahşap olan Ayasofya başta olmak üzere Konstatinopolis’in birçok yeri büyük hasar görmüştür.
Yakın zaman
Tarih olarak günümüze yaklaştığımızda ise spor mekânlarının kent içindeki konumu önemini korumaktadır. Sanayi devrimi sonrası birbiri ile ilişkisini anlatmaya çalıştığımız spor ve kentin ilişkisi başka bir boyuta taşınıyor. Sanayi devrimi bu iki olgunun kendi tarihlerindeki önemli kırılma noktalarından biridir. Kentler makineleşmeye, makineler üzerinden tasarlanmaya başlarken, spor ise daha fazla kitlelerle buluşmaya, kimilerine göre özünü kaybetmeye, kimilerine göre ise büyümeye başlamıştır. Stadyumlar aynı antik kentlerde olduğu gibi günümüzde de kentin önemli buluşma noktalarında bulunmaktadır. Burada altının çizilmesi gereken nokta, merkezde bulunmaktan kastettiğimiz şey erişilebilir bir konumda olmaktır. Sportif faaliyetler tüm kentlilerin bir buluşma, kaynaşma noktasıdır (Spor günümüzde, ruhuna aykırı ve maalesef insanlığın genel eğilimi olarak buluşma aracından çok ayrışma aracı olarak konumlanmaktadır). Sporu toplumun her kesimi tarafından erişilebilir kılmak spor yöneticileri tarafından ulaşılması gereken yegane hedef olmalıdır.
İstanbul’u ele aldığımızda üç büyük kulübün stadyumu bundan 10 yıl öncesine kadar merkez olarak tanımlayabileceğimiz noktalardaydı. Beşiktaş ve Fenerbahçe mevcut yerlerinde kalmayı tercih ederken, Galatasaray Mecidiyeköy’den Seyrantepe’ye taşınmayı tercih etmiştir. Bu tercih Galatasaray Spor Kulübü’nün yer ile kurduğu bağı zayıflatmıştır. Uzun yıllardır stadyumlarda maç izlemeyi tercih eden kitlelerin çokça bahsettiği maç önü buluşmaları, stadyuma birlikte gitme ve birlikte ayrılma gibi eylemler TT Spor Kompleksi için eskisi kadar mümkün değildir. Evet spor kulüplerinin en temel hedeflerinden biri global olmak, ülke sınırlarını aşmak olabilir, fakat bunu yaparken yerelliği kaybetmek kulübün ve paralel olarak sporun kimliğine zarar vermektedir. İstanbul’un en eski okullarından birisinin içinden doğan, bir semtle yüksek bir bağı olan kulübün bu bağı kaybetmesi bugün çok hissedilmese bile gelecekte neler kaybedildiği daha iyi anlaşılacaktır.
Kent merkezinden çeperlere taşınma senaryosu son on yılda Anadolu’da çokça karşılaştığımız bir senaryodur. Stadyumların merkezlerde sorun yarattığı gerekçesiyle çeperlere taşınmasıyla kentlerin kültürlerinde önemli yeri olan, hafızayı besleyen sporun ve mekânlarının erozyona uğradığını önümüzdeki yıllarda hep birlikte seyredeceğiz. Tüm kentliye hizmet etmesi gereken stadyumların ulaşım imkanlarının daha kısıtlı olduğu bölgelere taşınması ile tribünde olacak seyirciler arasında sınıfsal bir ayrım yaşanacağına dair bir öngörüde bulunabiliriz.
Şimdiki zaman
Kentle sporun ilişkisini anlatmaya çalıştık. Günümüze geldikçe bu ilişki daha çok futbol üzerinden olmakta (burada futbol stadyumlarının boyutlarının da bunun üzerinde büyük bir etkisi olduğunu söylemek gerek), peki ya diğer sporlar? Bakmamız gereken nokta amatör sporlardır. Zaten verilen amatör sıfatıyla yeterince dışlanıyorken bir de mekânsal ihtiyaçlarını yerine getirmeyerek sporun icra edilebilme imkanını yok denecek bir noktaya taşıyoruz. Birçok Anadolu kentinde stadyumların futboldan arta kalan alan ve zamanlarında diğer sporlar için kullanıldığını görmekteyiz. Tartan pistin birçok atletizm branşına antrenman sahası olduğu gibi tribünlerin altında oluşan alanlarda ise başka sporların icra edilebileceği mekânlar bulunmaktadır. Yani stadyumlar yalnızca 14 günde bir kullanılan kalan zamanlarda boş duran yapılar değildir. Stadyumların taşınması sadece futbolu değil, temas olduğu tüm spor dallarını etkilemektedir. Planlama aşamalarında bu noktanın atlanması, görülmemesi ise ülke sporu için üzgün hissettirmesi gereken yegane olgulardan biridir.
Merkezde ve erişilebilir konumda bulunan spor mekânlarına ulaşımı nispeten mümkün olan kentin herhangi bir yerinde yaşayan sporcu, stadyumun uzaklara gitmesi ile bu imkandan mahrum kalacak ve belki de icra ettiği, üzerine gelecek kurduğu sporla ilişkisi kopacaktır. Bir sporcunun yetişmesi için gerekli pek çok madde vardır. Yetişmiş eğitmen personeli, profesyonel yönetim, yeterli mekân ihtiyacı ve ardına ayarlayabileceğimiz birçok madde sayabiliriz. Türkiye’nin olimpik branşlardaki sporcu yetiştirme kabiliyeti malumdur. Bir de üzerine mevcut spor mekânları kaybeder ve yerine yenilerini koyamazsak Türkiye’de sporun geleceğini konuşmak pek de mümkün olmayacaktır.
Not : Basketbol ve voleybolun gerek mekânsal ihtiyaçları ve erişilebilirlik imkanları, gerekse oyuncu yetiştirme ve sportif başarıları malumdur ve başka bir yazının konusudur. 🙂
Kapak Görseli : Shibam Hadramaut, Yemen. 1999 Fotoğrafçı : Ferdinando Scianna Kaynak :https://www.magnumphotos.com