Tarih: 16.09.2020 Yazar: Emrah Gölbaşı Yorumlar: 0

Spor dünyası ırk ayrımcılığına ve sosyal adaletsizliğe karşı sesini en çok çıkardığı dönemi yaşarken, bu protestoların ne kadar etkili olduğu halen tartışılıyor. Doğru cevabı bulmak için yaklaşık 60 yıl öncesine gidip Elgin Baylor’ın yaptıklarına bakmak yeterli olacaktır…

“Bazen düşünürüm Central Park’a yüzyıllardır hiç mi bir New York Belediye Başkanı yeğeninin bir çıkma yapma arzusu olmamıştır? Öyle ya yeryüzünün en değerli kara parçasıdır ve amcam da belediye başkanıdır. Küçücük adaya insanlar sığmakta zorlanmaktayken neden kimse “S.kerim sincabını,” diyerek oraya bir toplu konut inşaatına yeltenmemiştir? Bunun cevabı işte kavramın olguya baskın gelmesinde yatar… Bilirler ki kavramın namusu korundukça bir ülkenin sırtı yere gelmeyecektir. Yoksa sincap falan kimsenin umurunda değildir. Sincabı yaşatan şansıdır. 0 şans bir sincabın yaşamasında Amerika’nın var oluşunu görebilen yahut sezebilen bir kavrayışa emanettir

Başar Başaran, Kafa dergisinin 2019 Mayıs sayısında yayımlanan “Sincaplar ve İnsanlar” makalesinde yukarıdaki satırları yazmıştı. Bundan tam 1 yıl sonra 25 Mayıs 2020’de “siyah” George Floyd’un “beyaz” Amerikan polisi tarafından Minneapolis’te katledilmesiyle başlayan ve 23 Ağustos’ta bu kez Wisconsin’de yine “siyah” Jacob Blake’in bir başka “beyaz” polis tarafından sırtından 7 kez vurulmasıyla zirveye çıkan ırk ayrımcılığı ve sosyal adaletsizliğe karşı olan tepkiler Amerika’yı ve hatta Avrupa’yı etkisi altına aldı.

Yapılan protestoların belki de en fazla ses getirenleri ise spor dünyasında yaşanırken, günümüzde sosyal olaylara karşı yapılan bir çok protesto gibi bu olaylara karşı çıkan ilk ses de yine dijital dünya üzerindendi. Sosyal medyada gittikçe artan tepkiler en nihayetinde Amerika’da sokaklara taştı ve Floyd cinayetinin ardından içlerinde özellikle spor dünyasından bir çok ünlü figürün de bulunduğu isim aktif protestolara katıldı. Son olarak Blake’in katledilmesinin ardından bir “balonun” içine hapsedilmiş NBA oyuncuları, Milwaukee Bucks’lı George Hill’in ilk kurşunu atmasıyla iş bırakma eylemi yaptılar. Spor dünyasından bir diğer ses getiren eylem ise, Naomi Osaka’nın Cincinatti Tenis Turnuvası’nda yarı finale çıkmışken turnuvadan çekilmesi oldu. Bu tarz yüksek profilli ve göz önündeki oyuncuların yaptıkları grev hemen hemen her kesim tarafından olumlu karşılandı.

Ancak bir de madalyonun öteki yüzü vardı. Bu protestonun ardından tartışmalar devam ederken NBA oyuncuları bir kaç gün sonra play-off’lara kaldığı yerden devam etti ve Naomi Osaka da bir kaç hafta sonra başlayan Amerika Açık’a katıldı. Osaka geçen hafta sonu şampiyonluğunu ilan ederken, NBA’de de gündem konferans finallerine kaydı. Bu geri dönüş elbette bahsi geçen protestoların sürekliliğini ve etkinliğini sorgulattı herkese. Peki ne olmuştu? “Hayat devam ediyor, oyna!” mı yoksa yerini bulan ve amacına ulaşan bir eylem mi? Cevabı Başar Başaran’ın satırlarında gizli: Kavram, olguya baskın geldi... Bu eylemler sayesinde…

Milwaukee Bucks takımı 26 Ağustos günü Orlando Magic maçına çıkmayacaklarını açıkladı.

Bu tarz eylemlerin ne kadar işe yaradığı ya da neleri değiştirdiği tarih boyunca her zaman sorgulanmıştır. Özellikle bizim gibi kolektif hareket etmekten çekinen, eylem kelimesinden korkan toplumlarda böyle oluşumlar ya küçümsenir ya da üzerine farklı anlamlar yüklenerek başkalaştırılır. Amerikalı sporcular ise özellikle bu Mayıs ayından beri, protestolarını sadece yarattıkları personaları sosyal kanallarla desteklemek için değil, Trump Amerika’sı sonrası içinde yaşadıkları toplumda gerçekten bir şeyler değişmesi gerektiğine inandıkları için yapıyorlar.

Kullandıkları ortak dil “Değişim” üzerine vurgu yaparken, Boston Celtics’li Jason Tatum’un “Biz sadece sporcu değil, aynı zamanda bu toplumun bireyleriyiz” ya da MLB takımı San Francisco Giants’ın genel menajeri Gabe Kapler’in “Irkçılık ulusal hikayemiz olmaya başladı. Üniformalarımız ile sesimizi duyurabildiğimiz çok güçlü platformlara sahibiz. Değişim için bunları kullanabiliriz” demeçleri bir yandan “eşitlik” kavramını sağlamak için nelere sahip olduklarının farkında olduklarını, öte yandan bu kavramı yaşatmalarının bir birey olarak kendileri için de önemli olduğunu vurguluyordu. Evet, belki yıllık geliri yüz milyon dolarlarla ölçülen sporcuların sırtına hiç bir zaman silah doğrultulmayacak ya da bir polis onları nefessiz bırakmayacak ama yıllar evvel bu böyle değildi ve o zaman da sesini çıkaran sporcular vardı. Los Angeles Lakers’lı (o zamanki ismi ile Minneapolis Lakers) efsanevi basketbolcu Elgin Baylor gibi...

Geçen yüzyılın ortalarında bugün olduğu gibi aktivist sporculara rastlamak kolay değildi. Öyle ki, ırk ayrımcılığının sosyal statü fark etmeksizin toplumdan dışlanma boyutlarında yaşandığı o yıllarda ünlü bir sporcu ya da tanınmış bir figür olmak hiç bir siyaha bazı kapıları açmaları adına yeterli olmuyordu. Elgin Baylor da 1959 yılında NBA’deki ilk sezonunda fırtına gibi esiyordu ve sezon ortasında Cincinatti Royals ile maç yapmak için takımıyla birlikte Charleston’a gitmişti. Maçı düzenleyen “American Business Club of Charleston” üyeleri olan şehrin önde gelen iş adamları idi ve amaçları da günümüzde olduğu gibi şehre bir NBA takımını getirebilmek ve dolayısıyla bunun üzerinden reklam yapıp para kazanabilmekti. Dolayısıyla yıldız oyuncuların o akşam sahada tüm performanslarını gösterip görkemli bir oyun oynamaları bu para babaları için önemliydi. Ancak maç başladığında o ses getirmesi beklenen yıldızlardan biri ve belki de en önemlisi olan Baylor forması ile sahada olmak yerine, takım elbiseleriyle kenarda oturuyordu. Sebebi ise bir gece önce yaşadıklarıydı…

Lakers takımı Kanawha Otel’e geldiğinde resepsiyondaki görevli, Elgin Baylor, Boo Ellis and Ed Fleming’i göstererek “renklilerin” otele giremeyeceğini söyledi. Zira onların oteli saygın ve güzel bir oteldi! Lakers’taki tek siyah oyuncular onlardı ancak yalnız değillerdi. Lakers koçu John Kundla tüm oyuncularını alarak yakınlarda siyahları da kabul eden başka bir otele götürdü takımını. Baylor ve arkadaşları kalacak yer bulmalarına rağmen, bu sefer de akşam yemeği için gittikleri bir restoranda benzer şekilde dışlanarak içeri alınmadılar. Yıldız oyuncu için burası bardağın taştığı yerdi. Takım arkadaşı ve aynı zamanda bir Charleston’lı olan Hundley’e o akşam olanları kabul edemeyeceğini şu cümlelerle söyledi: “Rod, ben bir insanım. Önce kafese kapatılacak ve ardından şov için sahneye çıkarılacak bir hayvan değilim”

Bir sonraki gün Minnesota’da çıkan bir gazetenin manşeti

Baylor’ın hissettiklerini anlayabilmek için bundan daha doğru bir anlatım olamazdı. Bir sporcunun tekil bir eylemi ne kadar ses getirebilir ve neleri değiştirebilir ki sorusunu bugün bile kendimize soruyoruz. Oysa bundan yaklaşık 60 sene evvel, Lakers’ın yıldız oyuncusunun bu sözleri ve ardından yaptığı eylemi siyahlar için çok şeyi değiştirmek adına önemli bir adım olacaktı. Bu maç için 6500$ (bugünün parasıyla yaklaşık 60.000$) yatırım yapan Charlestonlı iş adamları Baylor’ın maça çıkmayacağını öğrendiklerinde öfkeden deliye döndüler. Büyük bir ekonomik güce sahip oldukları halde, bu durumu değiştirmek ve Lakerslı oyuncuların birlikte, aynı otelde kalmalarını sağlayabilmek için yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Ya da yapma niyetleri…

Baylor, onlar için oynamak zorunda olan bir köleden başka bir şey değildi ancak o her şeyi göze alıp o yıllarda herkesin cesaret edemeyeceği bir tepki gösterdi ve basketbol tarihinin ilk grevini yaptı. Bu durumu protesto etmek adına, iş adamlarının temsilcisi olan Thomas Corrie dönemin NBA başkanı Maurice Podoloff’a bir mektup yazdı ve Baylor’ın bu tutumundan dolayı cezalandırılmasını istedi. Yıldız oyuncunun sahaya çıkmaması onlar için büyük bir utanç kaynağı olmuştu ve bu yüzden Charleston’a gelmesi muhtemel NBA takımları da bu durumda tercihlerini buradan yana kullanmayacaktı. Corrie’nin haklı olduğu bir nokta vardı. Gerçekten bundan sonra onların şehrinde bir NBA maçı oynanması yıllar alacaktı ama bunun sebebi Baylor değil, şehirde ona karşı yapılan ırkçı davranışlardı.

Podoloff, mektuba cevabında cezalandırmanın söz konusu olmadığını söyledi ve şerefini, kendine olan saygısını korumaya çalışan bir adamı suçlamanın ve ceza vermenin imkansız olduğunu ekledi. Bu, o döneme göre oldukça ileri görüşlü ve cesurca bir bakış açısıydı. Baylor, Minneapolis’e döndüğünde takım sahibi Bob Short ile de bir araya geldi ve bu görüşmede de arkasında büyük bir destek buldu. Short, ligden siyah oyunculara yapılan bu ayrımcılığa karşı tavır takınmalarını ve hatta gelecekteki kontratlara bununla ilgili ek maddeler konulması gerektiğini söyledi.

Elgin Baylor Lakers’a imza atarken. Sağ tarafta başkan Bob Short

Daha sonraki dönemde NBA’in gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından birine dönüşen ve ilk Hall of Fame üyelerinden olan Elgin Baylor, NBA’e oyuncu, koç ve son olarak da GM olarak yaklaşık 50 yıl hizmet etti. Sıra dışı bir olayla damgasını vurduğu o sezonu 24.9 sayı ortalaması ile tamamladı ve o zamana kadar ilk sezonunda en yüksek sayı ortalamasına sahip olan çaylak olarak da tarihe geçti. Kağıt üstündeki bu rakamlardan daha önemli olansa Baylor, Charleston’dan sonra gittiği her şehirde istediği otelde kaldı ve istediği restoranda yemek yedi. Tıpkı diğer siyah sporcular gibi…

Yaklaşık yarım yüzyıl önce Elgin Baylor ile başlayan ve günümüzde dünyanın en çok kazanan sporcuları arasında yer alan NBA oyuncuları ile devam eden “Değişim” isteği giderek büyümekte ve ses getirmekte. “Eşitlik” kavramı, “sosyal adaletsizlik” ve “ırk ayrımcılığı” olgularına karşı her geçen gün daha da güçleniyor. Tüm bu çabalara karşın, maalesef başka George Floyd’lar ve Jacob Blake’ler ölmeye devam edecek, bunun farkındayız. Ancak sosyal adalet çağrıları güçlendikçe, bu yönde toplumsal barış sağlandıkça ve Elgin Baylor gibi “kavramın namusunu” koruyanlar var oldukça bu savaşın kazananı daima insanlık ve medeniyet olacaktır.

Bir Cevap Yazın