Tarih: 26.11.2023 Yazar: Berkhan Günaydın Yorumlar: 0

Türkiye’nin en büyük maratoncusu İsmail Akçay sporda, hele de atletizmde, profesyonelliğin neredeyse hiç olmadığı bir dönemde yetişti. Onun için para veya ödüller motivasyon kaynağı olmaktan uzaktı. Bu ödüllerin yokluğunda kendisine başka bir itici güç buldu: Türkiye’yi uluslararası yarışlarda temsil ederek tanıtmak. Bu hedefinin yanına çalışma disiplinini ve spora sevgisini de ekleyince başarıya ulaşması kaçınılmaz hale geldi.

Atletizme kendi ifadesiyle aslında geç bir yaşta, 1960 yılında astsubay okulunda başlayan 1942 doğumlu Akçay, buna rağmen nasıl başarılı olduğunu tek bir kelimeyle ifade ediyor: Çok çalışmak. Öyle ki, Akçay başarılarıyla gurur duymasına rağmen çok çalışan herkesin kendisi kadar başarılı olacağına inandığını söylüyor. Aslında milli maratoncu biraz fazla tevazu gösteriyor çünkü onun gibi çalışma disiplinine sahip pek çok sporcu olsa da onun kadar spora sevgiyle bağlı olan az insan vardır. Öyle olmasaydı bugün doğduğu şehir olan Balıkesir’de hala her sabah spor yapmaya devam ediyor olmazdı.

Balkan oyunlarında dördü altın toplam altı, Akdeniz oyunlarındaysa iki madalya kazanarak büyük başarılar elde etmiş olsa da Akçay’ın sporda zirveye çıktığı yıl şüphesiz ki 1968 Meksiko Olimpiyatları’ydı. Meksiko’nun yüksek irtifası sprinterler için harika bir ortam sunuyordu belki ama uzun mesafe koşucuları ve özellikle maratoncular için tam tersi geçerliydi. Bu zor şartlar altında pek çok rakibi yarışı bitiremedi. Yarış o kadar zorluydu ki, İsmail Akçay yarışın son metreleri için Olimpiyat Stadyumu’na girdiğinde kaçıncı sırada olduğundan bihaberdi. Ancak yarış bittikten sonra görevlinin işaretiyle dördüncü olduğunu anlayacaktı. Yarış başlarken büyük hedefleri olmayan, ilk yirmiye girerse kendisini çok başarılı addedecek bir sporcu için rüya gibi bir son.

Akçay tüm bu başarılarının ödülünü 2000 yılında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından “Yüzyılın Atleti” seçilerek aldı. Bireysel olarak bu payeyi sonuna kadar da hak ediyor. Ancak en büyük başarısı olimpiyat dördüncülüğü olan bir atletin yüzyılın atleti seçilmesi ve bu ödülü aldığı tarihe kadar atletizmde tek bir sporcunun bile olimpiyat madalyası kazanamaması, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin insan potansiyelini kullanma konusunda ne kadar başarısız olduğunu da bir kez daha kanıtlıyor.       

Akçay kariyeri boyunca 27 farklı ülkede Türkiye’yi temsil etmiş, pek çok yarışa da federasyonun veya bakanlığın desteğiyle değil özel davetle katılmış; jenerasyonunun dünyadaki en büyük maratoncularından bir tanesi. Gittiği yarışlarda kendisine doping aldın mı diye soranlara, “moral dopingi” aldığını söylüyor:

“Caddelerde, yollarda 42 kilometre koşuyorum. Yolun iki tarafı halkla dolu. Önde gidiyorum. Önümde Türk bayrağı. Bağırıyorlar, ‘Turko tempo, Turko tempo.’ diye. İnanın tüylerim diken diken oluyor. Bir tabanca atsalar, acısını duymam. ‘Turko tempo’ dendikçe güç kuvvet geliyor.”

Bir Cevap Yazın