Tarih: 26.11.2023 Yazar: Emrah Güllüoğlu Yorumlar: 0

Halet Çambel’i 20 yıldan uzun süre onunla birlikte üretmiş, birlikte vakit geçirmiş, iş arkadaşı, öğrencisi, dostu Erol Doğan’la konuştuk. Halet Çambel’in ömrünün son çeyreğine tanıklık etmenin ne demek olduğunu ve onu tanımanın nasıl bir his olduğunu ondan dinledik.

Erol Bey selamlar, davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler. İsterseniz öncelikle Erol Doğan kimdir sorusu ile başlayalım.

Erol Doğan 1950 yılında eski Yugoslavya’nın Makedonya Cumhuriyeti’nde bugünkü Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde doğmuş bir kişi. Okula ve ilk eğitimine orada başlamış. Dolayısıyla Makedonya Cumhuriyeti’nin konumundan dolayı farklı dillerde ilkokula gitmek zorunda kalmış, Türkçe dışında Makedonca ve Arnavutça dersler almış.

Ailemle 1958’de İstanbul’a serbest göçmen olarak geldik. Eğitimime İstanbul’da Çapa İlkokulu’nda devam ettim, daha sonra da sırasıyla Avusturya Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Taşkışla Binası’nda okudum. Taşkışla Binası’nın benim için şöyle bir ayrıcalığı var; İTÜ Mimarlık Fakültesi yapısı olması dışında, dedem 1920’li yıllarda yani Kurtuluş Savaşı döneminde orada askerlik yapmış. Yani ben dedemin askerlik yaptığı binada mimarlık eğitimi almış oldum.

Okulda Doğan Kuban’ın, Metin Sözen’in, Afife Batur’un, Zeynep Ahunbay’ın hocalarım olması tabii benim bir anlamda tarih, mimarlık tarihi ve restorasyon konularına eğilmeme neden oldu, ya da bu alanlar ilgimi daha fazla çekti. Tabii Almanca bilmenin getirdiği bir avantajlar da vardı. Yayınların çoğu o yıllarda Almanca olunca kendiliğinden pozitif bir etkileşim oldu bir şekilde. Okul bittikten sonra da Kültür Bakanlığı’nda İstanbul Anıtlar ve Rölöve Teknik Müdürlüğü’nde işe başladım. Ama daha lise yıllarında hiç aklımın ucundan bile geçmeyen olay, çok ileride dahi karşılaşacağımı düşünmediğim bir şey yaşadım. Mualla Anhegger Eyuboğlu’nun Topkapı Sarayı Şehzadeler Odası’ndaki yaptığı restorasyona, ben lise öğrencisi olarak tanıklık ettim. Ve Halet Çambel adını da orada ilk kez duydum. Yıl 1967 idi.

Sonra eşimle tanıştım, kendisi İstanbul Tıp mezunu, fizyoloji hocası oldu sonra. 1980 sonrası dönemde zorunlu hizmetten dolayı Çukurova Üniversitesi’ne gelince, 15 yıl sonra coğrafi olarak Karatepe’ye daha yakına geldik. 

Ama tabii Çambel Hoca ile fiziki olarak benim tanışmam 1989 yılında yurtdışından ilk geri döndüğümde oldu. Adana Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nde o zaman mimar olarak görevliydim.

Çambel Hoca da Karatepe’deki restorasyon projeleri, uygulamaları için ödeneği Kültür Bakanlığı’ndan aldığı için bir anlamda denetim mevzuat açısından Adana Rölöve Anıtlar Müdürlüğü ve idari açıdan Kadirli Kaymakamlığı’ndaydı. Onunla ilk kez öyle karşılaştık, tanıştık.

Karatepe’ye de fiziki olarak katılımım 1989 yılında oldu. O tarihten Çambel Hoca’nın ölümüne kadar, 2014’e kadar sürekli devam etti ilişkimiz. İlk başlarda tabii ilişkilerimiz daha formal, hoca-öğrenci, hoca-meslektaş, hoca-profesyonel bazındaydı. Çünkü ikimizin meslek dalları farklı, arkeoloji ve mimarlık, ama çoğu zaman hep ortak yolu tartışarak bulma şansımız oluyordu. Bu bizi nereye götürdü? Özellikle eşimin yurtdışına gitmesine, Amerika’da post-doc dediğimiz doktora sonrası eğitiminde NASA’nın bir projesine 18 ay katılmasına ve benim de oraya gitmeme. 1992’den sonra da ailece Adana’ya daha çok bağlı olarak geldik. Ve Çambel Hoca’ya olan desteğimiz, onun katkısı bizim 2014’e kadar beraberliğimizi sağlamış oldu.

SPORCU HALET ÇAMBEL

Sonuçta Çambel Hoca belli bir zaman sonra evimizin bir büyüğü oldu. Bizim evimiz bir anlamda Karatepe’nin bir alt ofisi gibiydi, hocamızın çalışma alanı ve yaşam bölgesi gibiydi. Biz bundan mutluyduk. Çocuklarımız da mutluydu. Çocuklarımız için de Halet Çambel, Prof. Dr. Halet Çambel olarak çok büyük bir hoca, ama sonuçta onlar için Halet Teyze idi. Hocamız tabii 24 saat evde olunca hep iş, arkeoloji, mimarlık, restorasyon, “Nasıl onaracağız?”, “Nasıl koruyacağız?”, “Karatepe projesini nasıl ileriki nesillere taşıyacağız?” tartışmalarının ötesinde günlük konular, günlük sohbetler de oluyordu. Bu sohbetlerde hocamızın arkeolojiden başka özelliklerini de öğrenmiş oluyorduk.

Halet Çambel (solda) ve Suat Fetgeri Aşeni. Berlin 1936 Görsel Kaynak : The Olympic Museum

Bunlardan biri de spora olan yatkınlığı. Bir kere 1936’da Berlin Olimpiyatları’na katıldığını biliyoruz literatürden, resimlerde var. Suat Hanım ile, Suat Fetgeri Aşeni ile beraber. Tabii Suat Hanım’ın da ilginç bir yaşam öyküsü var. Suat Hanım’ın babası da aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın asker arkadaşlarından bir tanesi. Aynı zamanda Çambel Hoca’nın babası Hasan Cemil Bey de Atatürk’ün çok yakın asker arkadaşı. Berlin’e gittikleri zaman kaldığında ailece görüştüğü bir kişi. Yani Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı, Kurtuluş Savaşı’nın önderi ama nasıl bizim çocuklarımız için Halet Teyze ise, büyük olasılıkla Mustafa Kemal Atatürk de Halet Çambel için ayrıcalıklı bir kişi. Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali adlı kitabındaki bilgilere göre Çankaya’yı en çok ziyaret eden kişilerden biri, nöbet defterlerine ait dipnotlarda Çambel Hoca’nın babası da var. Yani bir başbakandan çok, bir bakandan çok Atatürk’le yakın olabilen bir kişiden bahsediyoruz.

Muhtemelen bu yakınlık bir samimiyetin ötesinde bir fikir gelişmesine de yol açmıştır. Halet Hoca’nın da bütün bunlara tanıklığnın ve sürekli evde bu gibi konuların konuşulmasının Halet Çambel’in çokyönlülüğüne çok katkısı olduğunu düşünüyorum.

Bu çokyönlülük aslında Atatürk’ün Halet Çambel’i Berlin Olimpiyatı’na, Suat Hanım’la göndermesinin altyapısını da kendiliğinden oluşturuyor. Çünkü eğitiminden ben şunu biliyorum. Arnavutköy Kız Koleji mezunu. Arkeolojiye başlıyor. İngilizce biliyor, Berlin doğumlu olduğu için Almanca biliyor. Sorbonne’da doktora yapıyor, Fransızca biliyor. Burası da aramızdaki konuşmalardan edindiğim sözlü tarih bilgisi olacak. Evdeki dadılardan da Rumca bildiğini de arada biri söylerdi. Rumca bilmesi eski Yunancaya olan yatkınlığını da açıklayabilir. Arnavutköy Kız Koleji’ndeyken beden derslerinde okçuluk ve eskrim çalıştığını biliyoruz. Spora olan yatkınlığı tabii olimpiyatlarda pik yapıyor. 20 yaşında bir cumhuriyet kadını olarak Hitler’e diktatör diyor ve davetini kabul etmiyor.

Biz bu söyleşiyi, Serbest Atış ekibi olarak yaptığımız Sporun 100’ü serisi başlığında gerçekleştiriyoruz. Aslında Halet Çambel o kadar çok alanda cumhuriyet tarihinde yer almış ki kategoriyi spor ile sınırlandırmasak bile Halet Çambel ismi birçok yüzlük listede kendine yer bulabilecek çapta bir isim. Halet Hanımla mesainiz, mesai içerisindeki sohbetleriniz nasıl ilerlerdi? 

Bizim sohbetlerimizin büyük bir bölümü Karatepe’nin nasıl yaşayacağı üzerine oluyordu. 100 metrekarelik küçük müzenin hayata geçirilmesi ve açılması, resmen bir müze statüsünü kazanması 1994’ten 2007’ye 13 yıl sürdü. Mevzuat, ödenek, projelerin geçmesi, anıtlar kurulu vs. Bütün bu ayakları bir anlamda oya gibi ördük. Ördük diyorum çünkü bu işte gerçekten Çambel Hoca’nın başkanlığında o kadar çok insanın emeği var ki, bir tür imece. Ve Çambel Hoca bu işte bir anlamda geri planda durarak tüm bu kamudaki ve uygulamadaki işleri yürüten teknik elemanı olduğum için benim başkanlığıma bıraktı. Beni ön plana çıkardı. Erol Doğan yaptı dedi bu işleri dedi. Erol Doğan yapmadı, Erol Doğan katkı verdi. İmece usulünün birçok taşlarından bir tanesiyim.

Burada Halet Çambel’in size paye vermesindeki sebeplerden biri de tabi sizin bulunduğunuz yönetici pozisyonu. Orada yazan Erol Doğan ismi aslında kolektif bir emeğin temsilcisi. Ama burada birazcık da herkesin emeğinden biraz daha fazla olarak sizde sorumluluk var. Spora geri dönersek, spor sohbetlerinizin ne kadar konusu olurdu? Sporla ilgili nelerden bahsederdi?

Pik noktası dediğimiz gibi olimpiyatlara katılması, kendisinin Hitler’e olan karşı duruşu. Ama bunu belki ilk defa duyacaksın Emrah: Halet Hoca eskrim ve okçuluğun yanında çok iyi de tabanca kullanırdı. Çambel ve baba tarafının büyük kısmı asker kökenli. Anne tarafında da Sadrazam ve Dışişleri Bakanı var. Dolayısıyla askerlik ve silahlarla yakından uzaktan bağlantıları var. Balkan Savaşı’na gelinceye kadar Osmanlı’da elit ya da İttihat ve Terakki veya batı taraftarı olan bütün subayların çocuklarının ya da ailelerinin olduğu gibi, benim kişisel değerlendirmeme göre eğer Balkanlarda, Mustafa Kemal gibi Balkanlarda doğmuşsanız da kesinlikle silah kullanmak zorundasınız. Çünkü başka türlü yaşama şansınız yok. Buradaki eliti ben ayrıcalıklı olarak kullanmıyorum. Bilgili, belli bir kültür seviyesinin üstü olan bir aile geçmişiniz varsa, kökeniniz varsa kendinizi ve ailenizi korumak için silah kullanmak zorundasınız.

Başka bir konu da, 1945-46’da, yani 30 yaşında genç bir kadın olarak Karatepe’ye geldiği zamanla ilgili. Yani düşünün Kayseri’den Kozan’a ya da Adana’ya bir yol, ki Karatepe’nin bulunma nedeni o yolculuk. O yürüyüşü göze alabilecek kadar fit bir kişi. Dolayısıyla sürekli jimnastik yapan biriydi. Örneğin bizim evde de her sabah kalktığında spor yapardı, 80’li yaşlarında. Ben tanık olmadım çünkü çocukların odasında üst katta yatıyordu. Sıcak ortamda yatmaktan hoşlanmazdı. Bir gün Ayşe’nin yeğeni sabah yanıma geldi ve ‘’enişte, yukarıda bir ihtiyar teyze var, yoga yapıyor, spor yapıyor, jimnastik yapıyor’’ dedi. Hoca sabah kalkıyor, jimnastik hareketleri yapıyor, ondan sonra kahvaltı ediliyordu.Her zaman fit olmasının nedeni de bu. 

Zaten bu kadar fit olmasa bu denli uzun bir süre Karatepe’ye bu denli uzun süre gidip gelmek mümkün değil.

Düşün, yürüyerek aşağıdaki otoparktan; güney kapı, kuzey kapı, her gün belki 2-3 kere gidip geliyor, taşın başında duruyor. Şimdi size hayal gibi gelecek. Karatepe’de saçakların üstüne ben Halet Çambel ile çok çıktım. Bak ben o zaman 45-50’li yaşlardaydım, o benden 34 yaş büyüktür. Çünkü kontrol etmemiz gerekiyordu. 80’li yaşlarda çatıya çıkacak kadar kendini aktif tutabilmiş sporcu bir altyapısı var. Bu yalnızca eskrimci ya da okçu olarak değil, bu hayatını yaşama biçimi.

Tarhunza heykeli ve kalıntılarn üzerinin örten saçaklar (Fotoğraf : https://www.arkitera.com)

Halet Çambel’in aktif spor kariyeri aslında çok uzun sürmemiş, bunu zaten kaynaklardan görebiliyoruz. 1936 Olimpiyat Oyunları’ndan bir yıl kadar sonra eskrimi bırakmış. En azından daha sonra müsabakalara çıkmamış diyebiliriz. Kağıt üzerinde bu kadar kısa görünen bir kariyere rağmen 100 kişilik listemize girmesine sebep olan şeylerden biri de çok önemli bir unvana sahip olması. Türkiye Cumhuriyeti’nin olimpiyata gönderdiği ilk kadın sporculardan birisi. Olimpiyat’tan tekrar bahis açılmışken; 2012’de BBC’ye verdiği bir röportajda Hitler’i reddi meselesinden de bahsediyor. 1936 Olimpiyatları, Hitler ve sporcular denince öne çıkan üç isim var aslında. Jesse Owens, Suat Aşeni Fetgeri ve Halet Çambel. Uluslararası arenada Owens ismi hep öncelikli olarak görünmekte. Tabi bunda altın madalyalı bir sporcu olmasının, Hitler’in stadyumu terki gibi durumların herkesin gözü önünde yaşanmasının da önemli payı var. Ama ben burada Halet hanımın duruşunun da es geçilemeyecek bir noktada olduğunu düşünüyorum. BBC röportajında, katılmamasının bile isteye olduğunu belirtiyor ve bunun o kadar da sözü edilecek bir mesele olmadığını söylüyor. Merak ediyorum Erol Bey, hiç bu konu konuşuldu mu Halet Hoca ile?

Yani sormuşuzdur, sorduk da. Senin de net olarak belirttiğin gibi. Hitler’in davetine gitmemesiyle ilgili ‘’atla deve değildi, gitmedim’’ dedi. “Gitmeyi de doğru bulmuyorduk” dedi: “Sonuçta biz cumhuriyet kadınıyız”. Çok basit bir şekilde: “Erol” dedi, “bu büyütülecek bir mesele değil yani.” 2014’te İstanbul Üniversitesi’ndeki cenaze töreninde Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Felix Pirson, bu anekdotu tekrar gündeme getirdi. Ben de bundan şöyle bir çıkarım yapabilirim. Eğer Alman Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bir birimin başkanı bu cümleleri kullanıyorsa resmi bir törende, bu kayıtlı bir belgedir. Bu bir şehir efsanesi değildir. Senin de biraz önce belirttiğin gibi sağlığında, 2012’de BBC’de bir röportajda bu dile geliyorsa demek ki İngiliz arşivlerinde de bu bilgi var, Alman arşivlerinde de bu bilgi var bir şekilde. Yoksa kimse cenaze töreninde Halet Çambel, Hitler’in davetini kabul etmedi cümlesini kullanmaz, kullanamaz.

Sporla olan bağlantısı eskrim, okçulukla da sınırlı kalmıyor. Judo ya da jiu jitsu çalıştığını biliyorum, belli bir derecesi de var. Yani bir siyah derece değil ama beyaz ya da sarının üstünde bir derecesi olması lazım. Judo bildiği de tabii senin için sürpriz olmuştur. Bunu birebir Tübingen’de bir olayda yaşadım. Uçak yolculuğu, gümrük, pasaport kontrolü; her ne kadar yeşil pasaportlarımız olsa bile gümrükteki olumsuz davranışlar, daha doğrusu pasaport kontrolündeki olumsuz davranışlar hep stres kaynağı oluyordu. Sonra kalacağımız eve giderken bir basamak vardı. Ayağı tökezledi ve devrilir gibi oldu. Biz de arkasından boş bulunduk yani. Hoca düşer gibi oldu. Ama hemen toparladı kendini. Ondan sonra ağzından çıkan laf şu oldu; “ya ben bu kadar judo çalıştım bu dengeyi sağlamak için, niçin ayağım tökezledi, benim düşmemem lazım.” Demek ki unutmuşum. Yani bunu 2004 yılında 88 yaşında iken söylüyor. 

Dediğim gibi, Çambel için spor yapmak, fitlik aslında Atatürk’ün özdeyişleriyle çakışıyor; ‘’sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur’’. Geriye dönüp baktığın zaman, senin sorularından onu çıkarıyorum. Bizler Doğan ailesi olarak somut bir örneğiyle yaşadık 20 yıl.

Birlikte yaşamak derken ben burayı müsadenle biraz açmak isterim. Sizden, önceki sohbetlerimizde dinlediğim üzere bu, evin anahtarının paylaşıldığı bir birlikte yaşam. Birkaç gün misafir edilmişlikten çok öte. Sizin evde buzdolabı kapağına bıraktığı not bile “biz neden bu sohbeti Erol Doğan ile yapıyoruz?” sorusuna bir kez daha cevap olacaktır. 

Tabii hepimizin, Ayşe’nin belirli bir görevleri var. Umut İstanbul’da okuyor, Elif liseye gidiyor. Benim Adana’da bölge müdürü statüsünde olarak Gaziantep’ten Anamur’a kadar değişik projeleri yönetmem ve idare etmem gerekiyor. Dolayısıyla Halet Çambel hocamızda evimizin anahtarı var. Bundan doğal bir şey de olamazdı. Sonuçta çocuklarımın Halet teyzesi.

Bir gün Halet Hoca da tabii herhalde Çukurova Üniversitesi’nde bir işi vardı. Bizim evdeki camlar, o zamana göre yeni olmakla beraber hem yatayda açılıyor hem vasistas gibi düşeyde açılıyor. Biz herhalde vasistası açık bırakmışız mutfakta. Çıkarken kapamayı düşünmüş. Pencere kolunu ortaya getirince vasistanlık pozisyondan çıkıyor, pencere yatayda açılıyor. Tabii onu bilmediği için yukarıya da çevirememiş. Pencere açık kalmış, oturmuş bizim buzdolabına Ayşe paniklemesin diye not bırakmış. ‘’Ayşe’ye binlerce kusura bakma. Çok uğraştım. Pencereyi kapatamadım. Ben açık bıraktım’’ diye. Bir baktık Halet notuyla biten bir kağıt buzdolabı kapağında duruyor. Biz de o belgeyi sakladık. Bazen Karatepe ya da Halet Çambel konuşmalarında o belgenin görselini ekrana yansıtıyoruz. Elimizde güzel bir anı kaldı. Çok güzel bir anı.

Halet Çambel’in hayatına baktığımızda şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza. Doğumundan itibaren hayatı sürekli bir mücadele içerisinde geçiyor. Bir kere zaten ömrünün başlarında cumhuriyet ilanı var. Devletin yönetim şekli değişiyor ki, ailesinde o devletin yönetiminde aktif görev alan insanlar da var.

Yıkılanda da, kurulanda da varlar.

Öyle bir şeyden bahsediyoruz. Ve bu sadece her zaman böyle iyi günlerinde olmamış. Hatta çok zorluklarla geçmiş bir hayat. 1936’dan sonra zaten bir büyük savaş başlıyor. Artık yurt dışına gidip gelmek o kadar kolay değil. Sonra İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye tabii ki savaşa girmiyor ama ekonomik olarak çok zor zamanlardan geçiyor. Sonrasında Helmuth Theodor Bossert ve ekibiyle birlikte Kayseri’den Adana’ya, Kadirli’ye doğru olan 290 kilometrelik bir yolculuk.

Kitabında onu yazıyor zaten.* Bossert Hoca başkanlığındaki ekibin içinde Muhibbe Darga, Bahadır Alkım ve Nihal Ongunsu var. Bossert onların fiziki olarak daha güçlü olmadığını hissedince Halet Çambel ile yürüyor yolun bir kısmını. Karda kalıyorlar. Halet Hoca orada 40 derece ateşle yatıyor. Ama bu durumlar onu hiç yıldırmıyor.

Ben de tam onu demek istemiştim. Halet Hoca’nın hayatı tam bir yılmama hikayesi. 1960’tan sonra 147’ler arasında olarak akademiden ihracı da var...

Çok kötü zamanlar geçiriyor o zaman. Hem ekonomik olarak hem yaşam biçimi olarak çok büyük zorluklarla karşılaşıyor. O varlığın içinde yokluk. Ama aynı yoksulluğu daha önce de yaşamış. Berlin’de savaş bittikten sonra yaşarken mesela, tabii Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Versailles Antlaşması’ndan sonra Almanya da zor günler geçiriyor. Osmanlı coğrafyasındaki savaş, Kurtuluş Savaşı olunca aslında Mustafa Kemal’in, Hasan Cemil Bey’e güveninden dolayı ya da nasıl bir güven ilişki olduğunu ben onu değerlendiremem ama çok büyük bir yakınlık olması gerekir ki, aile geri dönmüyor, İsviçre’de yaşıyor. Ve İsviçre’de soğuk iklim koşulları zor. Karın altında iglo gibi bir kulübede oyun oynuyorlar, oturuyorlar çocuklar. Ama aslında bu bir tür zorluklara alışmak oyunu idi.

Bu yılmamanın en somut örneklerinden biridir Karatepe. Turgut Cansever’in 1957 yıllarında Karatepe için çizdiği projenin üzerinde ‘’Karatepe Açık Hava Müzesi’’ yazar. Ama oranın, müze olarak açılış tarihi ise yaklaşık 2007. 50 yıllık bir öngörü ve öyle bir mücadele bunun peşinde koşmak.

Erol Doğan, Akın Aksoy, ? , Prof. Dr. Halet Çambel, ? , Dr. Rainer Michael Tübingen Üniversitesi'nde  Görsel Kaynak : Erol Doğan Arşiv

‘’Yılmamak’’ Halet Çambel’in, Halet Çambel’le birlikte paralel Karatepe’nin hikayesi gibi. Bunu birçok yerden ele alabiliriz gibi geliyor. Hitit yazısının çözülmesi bir yılmama hikayesi. Bugün Türkiye’nin ilk açık hava müzesinin orada olması bir yılmamanın hikayesi. Aslında orada kalan bütün eserlerin de doğanın içinde birlikte var olmaya çalışması ve direnmesi bir yılmama hikayesi. Kral Azativadas’ın da bugün adının bilinmesi bir yılmama hikayesi. Kralın unutulmamayı bu kadar önemseyerek adını birden fazla dilde çokça tablette geçirme çabası olmasa Hitit dilinin çözümü belki mümkün olmayacak ya da çözümü daha sonraki yıllara kalacaktı. Biraz önce bazı isimleri geçirdik ama tekrar sormuş olayım, sohbetlerinizde böyle kimlerin adı geçerdi? 

Nail Çakırhan, Turgut Cansever, Cengiz Bektaş. Eyüboğlu, Yaşar Kemal, Ruhi Su, Aşık Veysel, Filiz Ali… liste böylece uzar gider.

Bir taraftan da Halet Çambel için bunlar hayatın rutininde var. Bu isimlerin hepsi çok büyük ve önemli figürler. Her biri için üçer saat konuşsak az kalacaktır ama Halet Çambel için hayatın normal akışı.

Tabii tabii. Şimdi şöyle Turgut Cansever bizim kuşak için bir idol. Halet Hoca’nın, fırtına tanrısı heykelinin üzerindeki saçak proje çalışmaları için Cansever’e telefon edip ‘’Turgut saçakları sen yapacaksın’’ dediğini kulaklarımla duydum, bizim evden aradı.

Spora geri dönecek olursak, Aslantaş Baraj Gölü’nün de su tutmasıyla birlikte Karatepe’nin hemen yanında bir göl meydana geldi. Orada yüzme ve su sporları binası var. Çambel Hoca’nın da, Nail Bey’in de rehberliğinde orada eski dönemde yapılan metal işlik, zamanında Kadirli, Kızyusuflu köylerindeki kişilere meslek kazandırma amacıyla marangoz ve metal işçiliği atölyesi olarak düşünülmüştü. O yapı bugün kürek sporları için atölye olarak kullanılmaktadır. Halet Hoca’nın öngörüsüyle oraya yapılmıştır o yapı. Su sporları biriminin de kurucularındandır. Halet Hoca çok iyi kürek çeker ve yüzer. Bunun bir referansı da Mina Urgan’ın kitabıdır. Bir de şurdan biliyorum. Karatepe’den Domuz Tepe’ye kürek çekerek gidip gelirmiş. 

Aslında spor ve Halit Çambel’i toparlarken şöyle bir şey diyebiliyoruz. Kaynaklara baktığımızda tabii ki 1936 üzerinden bütün bir Halet Çambel anlatısı var, söz konusu spor olunca. Bugün anlıyorum ki aslında spor Halet Çambel için hayatının her döneminde olmuş. Hatta şu an Halit Çambel artık fiziki olarak aramızda olmasa bile aslında bir sporun orada devam edebilmesini mümkün kılmış öngörüsüyle. Erol Doğan için Halet Hoca’yı tanımak nasıl bir hissiydi, bir duyguydu?

Ben ayrıcalıklı ve şanslı bir kişi olarak görüyorum kendimi. Yani bunları anlatırken dikkat edersen, büyük bir mutluluk, büyük bir saygı ve büyük bir sevgi içinde bu bilgileri seninle paylaşıyorum. Çoğu zaman Karatepe’yle ilgili yaptığım konuşmaları da bunu bir saygı çerçevesine oturarak ve son slaytımda “hep sevgiyle ve saygıyla” diyerek kapatırım. Gözlerim yaşarır, çok büyük bir ayrıcalık yani. Benim bunu kelimelerle tanımlama şansım yok. Onu tanımış olmayı bir şans olarak görüyorum.

Bu, Halet Çambel bu kadar büyük bir figür ve “ünlü” biri olduğu için değil, insan olduğu için.

Burada belki şununla bitirmek çok güzel olacaktır. Sizden Halet Çambel’i ilk dinlediğimde sunumunuz ‘’önce insan’’ diye başlıyordu. Ondan sonra Halet Çambel’in bütün unvanlarını, sıfatlarını, yaptığı bütün eylemleri anlatmaya başlıyordunuz. Ben de sizi tanımış olmaktan dolayı kendimi şanslı hissettiğimi burada bir kez daha dile getirmek isterim. Tekrar teşekkür ederim davetimi kabul ettiğiniz ve tüm aktarımınız için.

Sevgi ve saygıyla 

Karatepe yaşam odası Görsel Kaynak : Erol Doğan Arşiv

Karatepe – Aslantaş’ın bulunma öyküsünü detayları şu iki kitapta anlatılmaktadır : Karetepe – Aslantaş, Die Bildwerke, Corpus of the Luwian Inscriptions II

Seçilmiş kaynakça

* Çambel, H., Aksoy, A., Freed, J., Işın, M.A., Rossiter, J. (1991). Karatepe-Aslantaş ve Domuztepe 1989-1990 Dönemi Çalışmaları. T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü XII. Kazı Sonuçları Toplantısı I., 399-426, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara

* Anonim (1995). Halet Çambel İçin Prehistorya Yazıları, Graphis Yayınları, İstanbul

* Dirican, M. (1997). Yaşamını Arkeolojiye ve Anadolu’ya Adamış Bilim Kadını Halet Çambel. TÜBİTAK Bilim  ve Teknik, 359, 72-80, Ankara

* Arsebük, G., M. J. Mellink, W. Schirmer (Derleyenler) (1998). Light on Top of the Black Hill Studies presented to Halet Çambel, Ege Yayınları, İstanbul

* Çambel, H., (1998). Corpus of Hieroglyphic Luwian Inscriptions Volume II, Karatepe – Aslantaş, (Untersuchungen zur indogermanischen Sprach – und  Kulturwissenschaften), Walter de Gruyter, Berlin – New York

Urgan, M., (1998). Bir Dinozorun Anıları, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tic. ve San.   A.Ş., İstanbul 

*Urgan, M., (1999). Bir Dinozorun Gezileri, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tic. ve San.   A.Ş., İstanbul

*Anonim (2001). Boğazköy’den Karatepe’ye Hititbilim ve Hitit Dünyasının Keşfi. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş., İstanbul

* Çambel, H., Özyar, A. (2003). Karatepe-Aslantaş Azatiwataya Die Bildwerke, Verlag Philipp von Zabern, Mainz am Rhein

* (2003-2004). Toroslarda Bir Efsane Karatepe Aslantaş [Belgesel film]. Nöbetçi Ajans Reklamcılık Film Yapım Yönetim ve Tic. Ltd. Şti.,İstanbul

* Bektaş, C. (2004). 2004 Prince Claus Awards The Positive Results of Asylum and Migration. 45-49, Prince Claus Fund, The  Hague

* Çakırhan, N. (2005). Yapı Sanatında Yarım Yüz Yıl Geleneksel Mimarinin Şiiri Nail Çakırhan, Ege Yayınları, İstanbul

* Küçük, İ. (2010). Halet Abla Destanı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Istanbul

Anonim (2011). Doğumunun 100.Yılında “Geleneksel Mimarinin Şairi” Nail V. Çakırhan, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, İstanbul

* Özdoğan, M. (2014). Aydın, Bilim İnsanı, Eğitmen, Arkeolog Halet Çambel, Tarih Vakfı Toplumsal Tarih, 243, 35-39, İstanbul

* Editör Çambel, H. (2014). Karatepe-Aslantaş Azitawataya Band 2; Martina Sicker-Akman,Die Bauwerke, Eva-Maria Bossert, Keramik, Wolfgang Fischer-Bossert, Kleinfunde und Fundmünzen, Reichert Verlag Wiesbaden

* Eres, Z. (2019). Türkiye’nin Arkeolojik Alan Koruma Tarihinde Karatepe – Aslantaş’ın Yeri. Arkeoloji ve Sanat,  157-158, 283-298, İstanbul

* Sayan, M., (2019). Karatepe-Aslantaş Arkeolojik Alanındaki Koruma ve Restorasyon Uygulamalarının İtalyan Arşiv Belgeleri Işığında Değerlendirilmesi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Bölümü Restorasyon Programı Yüksek Lisans Tezi

* Sayan, M., Eres, Z. (2021). 60 Yıllık Bir Koruma Mücadelesi, Karatepe-Aslantaş: Halet Çambel ve İlklerin İnşası, MimarİST, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, 70, 14-26, İstanbul

Kapak Görseli : https://blog.iae.org.tr/sergiler/cumhuriyet-yeni-insan

Bir Cevap Yazın