Tarih: 31.08.2020 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

2000’li yıllara damga vuran İspanyol raket Rafael Nadal’dan önce 1960’lı yıllarda kortları kasıp kavuran başka bir Rafael vardı. Amerika Açık’ta her yılın 28 Ağustos Günü anılan Rafael Osuna’nın hikayesi…

1960 Wimbledon Tenis Turnuvası’nda kazandığı Rolex saati, eşi Leslie, evden çıkmak üzere olan Rafael’e son anda uzatmıştı. Pek çok yere olduğu gibi havaalanına da gecikeceği kesinleşmiş gibiydi Osuna’nın. Evden hızla ayrılmış ve derhal bir taksi bulup yola koyulmuştu. Zaten geciken Rafael için bir aksilik de polisin taksiyi durdurması olmuştu. Bu sırada Mexicana Havayolları’na ait 704 sefer sayılı uçağın pilotu, tüm yolculara Rafael Osuna’nın geciktiğini ve anlayış göstermelerini söylemişti. Pilotun talebi olumlu karşılanmış görünüyordu. Osuna bir ulusal kahramandı ve yolcular için onu beklemek aynı zamanda onunla tanışmak anlamına geliyordu. Taksi havaalanına geldiğinde, unutulmaz tenisçinin kortlarda gösterdiği hızını bir kez daha konuşturma vakti gelmişti. Son bir gayretle uçağın giriş kapısına ulaşmıştı Osuna. Kapı açılıp içeri girdiğinde özür dilemeye yeltenmişti belki ama dışarıdan duyulan son ses, çılgınca tezahürat ve alkışlardan başka bir şey değildi. Bu sesin onlardan duyulan son ses olacağını kimse tahmin edemezdi elbette.

72 yolcu ve yedi mürettebatıyla Mexico City’den Monterrey’e gitmek için havalanan Boeing 727 tipi uçak, Del Norte Havalanına yaklaştığı sırada kötü hava koşullarının da etkisiyle kontrolden çıkmıştı. Kısa süre içinde alev topuna dönen uçak, Monterrey yakınlarında Tres Cerros olarak bilinen bölgeye düşmüş, kazadan kurtulan olmamıştı. Enkaz kaldırma çalışmalarında Osuna, evden çıkarken son anda eşinin uyarısıyla yanına aldığı Rolex saatiyle teşhis edilmişti. Kazada ölenler arasında hükümeti eleştiren, dönemin reformist politikacılarından Carlos Madrazo da vardı. İlerleyen günlerde yaşananların bir suikast sonucu gerçekleşmiş olduğuna dair iddialar ortaya atılsa da bu savlar doğrulanmamıştı.

Davis Cup Kuzey ve Orta Amerika elemelerinde ülkesini şampiyonluğa taşıdıktan 10 gün sonra hazin bir uçak kazasıyla hayata veda etmişti Rafael Osuna. 1960’ların başından itibaren yazdığı on yıllık hikayeyle tenisin yıldızları arasında kendine yer edinmişti. Ardında bıraktığı onca başarı ve hikaye, unutulmaz tenisçinin üç sette kazandığı nefis bir Grand Slam zaferini andırıyordu adeta.

Meksika gazetesi El Universal’in uçak kazasını manşete taşıdığı haberi.
Kaynak: infobae.com

1.SET

Osuna, 10 yaşından itibaren Meksika’da masa tenisi yerel şampiyonalarında kendinden yaşça büyüklerle mücadele etmiş ve o eşsiz yeteneğini göstermişti. Bir çok farklı spor dalıyla haşır neşir olan Rafael, basketbola olan yatkınlığıyla 15 yaşına geldiğinde Meksika Basketbol Genç Milli Takımı’na davet edilmişti. Ancak onun aklında hep iyi bir tenis oyuncusu olmak vardı. Meksika’nın önemli tenis kulüplerinden Chapultepec Club’da tenis kariyerini inşa etmeye çalışırken, 1958 yılına gelindiğinde ilerde ülkesi için bir efsaneye dönüşeceği ilk Davis Cup mücadelesinde boy gösterme şansı yakalamıştı. Aslında açıklanan takım kadrosunda kendisine yer bulamamıştı ancak Gustavo Palafox kadrodan affını isteyince Osuna takıma dahil edilmişti. Burada önemli bir tecrübe edinen Rafael, artık kararını kesin olarak vermişti. Gözünde tenisten başka bir sporun yeri yoktu.

İşte bu kararlılıkla ABD’ye gelen genç Meksikalı, bu konuda en iddialı okullardan biri olan USC’ye (Güney Kaliforniya Üniveristesi) kaydolmuştu. USC Tenis Takımı’ndan antrenörü George Toley, “Buraya geldiğinde tekniği çok zayıftı ancak kortta çok hızlı hareket ediyordu, adeta tanrı gibiydi.” diyerek Osuna’ya ilişkin ilk izlenimlerini dile getirmişti. Kuşkusuz Rafael’in kariyer basamaklarını tırmanmasında üniversite takımındaki antrenörü George Toley büyük bir etkendi. Çalışma disiplini ile antrenörünü ilk günden etkilemişti bu genç adam. Ağır sıcaklarda Toley’den öğrendiklerini saatlerce pratik etmişti. George Toley’in tedrisatında taktiksel yönünü geliştiren, servis vole tekniğini çeşitlendiren ve korttaki hızını kontrollü bir şekilde dengeleyen Rafael, artık en büyük sahnede kendini göstermeye hazırdı.

Koçuna kendini ispatlayan Osuna, aradığı fırsatı yakalamış görünüyordu. George Toley, 1960 Wimbledon Tenis Turnuvası çiftler dalında yarışmaları için dönemin genç yıldızları Rafael Osuna ve Dennis Ralston’u seçmişti. Dennis henüz 17, Rafael ise 21 yaşındaydı ve turnuva öncesi bu ikiliye neredeyse hiç şans tanınmıyordu. Daha sonraları okulda oda arkadaşı olacak ikili, nefis bir turnuva başlangıcı yaparak herkesi şaşırtmıştı. Öyle ki organizatörler, ilk hafta mütevazi bir oda verdikleri bu tenisçilere, ikinci hafta suit odaya geçmelerini teklif etmişti. İkili, onlarla İngiltere’ye gelen ve aynı zamanda arkadaşları olan sorumlu personeli yalnız bırakmak istememiş ve aynı odada kalmışlardı. İşlerin iyi gittiği ve rahat ettikleri ortamda kalmayı tercih etmişlerdi.

Yarı finale kadar gelen genç ikilinin rakipleri 2 numaralı seribaşı Rod Laver-Bob Mark tandemiydi. Laver, 60’ların sonlarından itibaren Grand Slam’lerde birçok final oynamış korkutucu bir raketti. Osuna maçtan önce kendisine uzatılan ve rakibin gücüyle ilgili gelen bir soruyu, “Sahaya girdiğimde kazanmak isterim.” diyerek cevaplamıştı. Rafael’in isteği gerçekleşmiş ve maçı 3-2’lik sonuçla Osuna-Ralston çifti kazanmıştı. Finalde de ev sahibi İngiliz rakiplerini yenerek şampiyonluğa ulaşmıştı bu genç ikili. O dönem seribaşı olmayıp çift erkeklerde Wimbledon’ı kazanan ilk ekip olmuşlardı. Kendisini en büyük sahnede test eden ve podyumun en tepesine çıkan Osuna, tenis yaşamının ilk setinde herkesi etkilemişti. İkinci sette yaşanacak olaylar ise ilk setin aslında uvertür olduğunu gösterecekti.

Rod Laver ve Rafael Osuna
Kaynak: editioncnn.com

2.SET

60’lı yılların ünlü radyo spikeri Bud Collins, “Osuna, Froehling’i harika kurgulanmış bir taktik uygulayarak yendi. O, Meksika’nın en büyük tenisçisi.” sözleriyle Rafael’in, şimdiki ismiyle Amerika Açık o zamanki adıyla ABD Ulusal Şampiyonası zaferini nakletmişti. 24 yaşındaki tenisçinin kazandığı bu zafer, Meksika tarihinin teklerdeki ilk Grand Slam şampiyonluğuydu. 1960’tan itibaren üstüne koyarak, kendini geliştirerek 1963 yılına gelmiş ve turnuvanın 4 numaralı seri başı olarak açıklanmıştı Meksikalı raket.

Finale kadar kusursuz bir şekilde ilerleyen Rafael, şampiyonu belirleyecek maçta Frank Froehling ile karşılaşmıştı. Froehling, 2 numaralı seri başı Roy Emerson’u turnuva dışında bırakmıştı ve finale bir hayli formda gelmişti. Turnuva boyunca güçlü servis-vole oyunuyla dikkat çekmişti. İşte tam da burada, George Toley’in aşıladığı taktik bilincini yeteneğiyle birleştirmesinin zamanı gelmişti yıldız Meksikalı için. New York Forest Hill’de yer alan West Side Tennis Club Stadium’da oynanan finalin kritik puanlarında, Frank’in güçlü servislerini derinde karşılayan Rafael, çizgi dibine gönderdiği “lob returnler” ile rakibini tamamen pasifize etmişti. Maç 3-0 Osuna’nın galibiyetiyle sona ermişti. Yıllar sonra Frank Froehling bu vuruşlara bir çare bulamadığından ve taktik olarak yenildiğinden bahsetmişti bir röportajında. Bu zafer, Rafael Osuna’yı dünya sıralamasının 1 numarası yapmıştı. 1963 yılının sonuna kadar tenisin zirvesi ona ait olacaktı. Bu başarısı, aynı zamanda Meksika tenis tarihi için de bir ilkti.

Rafael Osuna-Frank Froehling 1963 ABD Ulusal Şampiyonası finalinin son oyunundan bir kesit

Osuna’nın 60’ların ilk yarısındaki başarıları bununla da sınırlı kalmamıştı. 1962 ABD Ulusal Şampiyonası ve 1963 Wimbledon Tenis Turnuvası’da çiftlerde şampiyonluğa ulaştı. Her iki Grand Slam’de de eski partneri Dennis Ralston yerine vatandaşı Gustavo Palafox ona eşlik etmişti. Çiftlerde daha başarılı bir tenisçi olan ve emekli olduktan sonra bir dönem efsane tenisçi John McEnroe’nun da antrenörlüğünü yapan Palafox, Osuna ile iyi bir ikili oluşturmuştu.

Osuna’yı bu zaferlere götüren en büyük neden limitlerini zorlamasıydı. Bu durum belki de 1960’ların genç oyuncularla birlikte yarattığı rekabet ortamı sayesindeydi. 60’lı yıllar tam anlamıyla ABD’de tenisin, özellikle kolej takımları olan UCLA ve USC rekabeti üzerinde yükseldiği yıllar olmuştu. Aslında iki okul arasındaki zirve mücadelesi yıllardan bu yana var olan bir gerçeklikti. 1946 yılından itibaren alevlenen bu rekabet, 1971 yılına gelindiğinde 25 şampiyonluğun 20’sinin bu iki okul arasında paylaşıldığı bir bilanço ortaya çıkarmıştı. İki okul da özellikle 1960-70 arası çıkardıkları altın jenerasyonlarla izleyenlere keyifli anlar yaşatmıştı. 25 yıllık süre zarfında 11 şampiyonluk kazanan USC, tenis dünyasına 60’larda Dennis Ralston, Stan Smith ve Rafael Osoro gibi isimler kazandırırken, ezeli rakipleri UCLA ise Jimmy Connors ve Arthur Ashe gibi isimleri bu spora armağan etmişti. Bu tenisçilerin tamamının ilerleyen yıllarda Şöhretler Müzesi’ne seçildiğini düşünürsek kendi dönemlerinde yarattıkları etkiyi net bir şekilde anlayabiliriz.

Artık herkesin çekindiği, kortlarda rüzgar gibi esen ve hem teklerde, hem çiftlerde Grand Slam şampiyonlukları kazanan bir sporcuydu Osuna. Şimdi onun için Meksika’yı temsil etme zamanı gelmişti. Bunun için Davis Cup ve 1968 Meksika Olimpiyat Oyunları biçilmiş kaftandı. Onun final setine de bu yakışırdı.

3.SET

Rafael Osuna, 1960’lı yıllarda Meksika’nın Davis Cup mücadelelerinde hep başrolde olmuştu. 1962 yılına gelindiğinde koçu Toley’in yardımıyla oyun tekniğini tamamen oturtmuş ve adını tüm Dünya’ya ezberletmiş bir tenisçi olarak Davis Cup’da Meksika’ya liderlik etmişti. Turnuvanın kıta elemelerinde Meksika, kritik virajda ABD ile karşılaşmıştı. Her iki takımın ikişer kez zafere ulaştığı eşleşmenin galibi ise son maçla belirlenmişti. Nefesleri kesen mücadelenin maç puanını Meksika’nın kazanmasıyla birlikte yüzlerce seyirci sevinçle kortu doldurmuştu.

Ancak Osuna için zaferi kutlamadan önce yapılması gereken şeyler vardı. Meksikalı yıldız, coşkulu kalabalığın arasından sıyrılmış ve 1960 Wimbledon çiftler finalini kazandığı okul arkadaşı Dennis Raltson’a ulaşarak onu teselli etmişti. O, “centilmenler sporuna” yakışan bir karakterdi. ABD zaferi sonrası sırasıyla Yugoslavya ve İsveç’i, Rafael Osuna-Antonio Palafox ikilisinin tekler ve çiftler galibiyetleriyle kusursuz bir şekilde geçmişti Meksika. Finaldeki rakipleri beklendiği gibi Avustralya olmuştu. Dönemin usta tenisçileri Rod Laver ve Roy Emerson’lu kadrosuyla Avustralya, Meksika’ya hiç şans tanımamış ve Davis Cup’ı maç kaybetmeden kazanmıştı.

1962 yılında Meksika’nın oynadığı final, Davis Cup tarihinde ülkenin oynadığı tek final olsa da görkemli başarıların sonuncusu değildi. Ülkeye yeni gelecek Davis Cup zaferinin bir sene öncesinde, 1968 Olimpiyat Oyunları Meksika’da düzenlenmişti. Tenis, o dönem gösteri sporu olarak düzenlenen ve henüz resmi olarak Olimpik Spor hüviyetine sahip olmayan bir spor dalıydı. 1988 Seul Olimpiyat Oyunları’nda ilk kez resmi bir branş olarak kabul edilecekti. Olimpiyat kapsamında, Guadalajara ve Mexico City’de yapılan iki farklı organizasyonda, bir tekler iki de çiftler şampiyonluğu Rafael Osuna’nın olmuştu. Resmi bir olimpiyat madalyası kazanamamıştı belki ama ülkesinin düzenlediği organizasyonda zirveye çıkmayı başarmıştı.

Tekler ve çiftlerde kazandığı Grand Slam şampiyonlukları, 1962 Davis Cup finali ve Olimpiyat Oyunları’nda yaşadığı zaferlerle 30 yaşına geldiğinde tüm başarıları neredeyse yaşamış bir tenisçiydi Rafael Osuna. Yine de takvimler 22 Mayıs 1969’u gösterdiğinde tenise başladığı Chapultepec Club’a yeniden, bu kez Avustralya ile oynayacakları eleme maçı için dönmüştü. İlk defa tenis raketini eline aldığı Chapultepec’te son tangosunu yaptığından habersizdi. Dönemin yenilmez Avustralya takımı o yıllarda Davis Cup kıta elemelerine, Kuzey ve Orta Amerika ülkelerinin grubundan katılıyordu. Kıta finalinde Osuna’lı Meksika, turnuvaya Dünya 1 numarası Bill Bowrey ile gelen Avustralya takımını 3-2 yenmiş ve adeta 1962’nin rövanşını almıştı.

Osuna, teklerde ilk maçını kazandıktan sonra, Olimpiyat Oyunları’ndaki partneri Vicente Zarazua ile çıktıkları çiftler maçını da kazanmıştı bu ikili. Onun yer almadığı diğer iki maçı ise Avustralya kazanmıştı. Elemelerin şampiyonunu belirleyecek son maç, Dünya 1 numarası Bill Bowrey ile Meksika’nın altın çocuğu Rafael Osuna arasındaydı. Dünya 1 numarasını dört sette geçen Osuna, ülkesini bir kez daha gururlandırmıştı.

Görkemli Davis Cup zaferi onun son maçı olmuştu. 10 gün sonra trajik bir uçak kazasıyla hayata gözlerini yummuştu efsane raket. Baş rolünde yer aldığı bu üç setlik görkemli mücadelenin kusursuz oynanmış maç sayısı ise onun ortaya koyduklarının takdir edilmesinden başka bir şey değildi.

Oyun, set ve maç Osuna

Rafael Osuna’nın Şöhretler Müzesi’ne kabul sertifikası
Kaynak:editioncnn.com

Efsane raket, tenise damga vurduğu 60’lı yıllar boyunca grand slamlerde kazandığı şampiyonluklar, kusursuz kolej kariyeri, Davis Cup ve Olimpiyat Oyunları’nda ortaya koyduğu göz alıcı performanslarla, yaşarken dahi Şöhretler Müzesi’ne girmeyi hak eden bir tenisçi olmuştu. Ölümünden 10 yıl sonra ise resmi olarak en iyi tenisçilerin yer aldığı Şöhretler Müzesi’ne alınmış, 1983 yılında ise NCAA (ABD Kolej Ligi) Şöhretler Müzesi açılışında eski takım arkadaşı Dennis Raltson ve kolej takımındaki koçu George Toley ile kendisine müzede yer bulmuştu. 60’lı yıllara damga vuran tenisçiler, dostları ve akrabaları her yıl Osuna Kupası’nda onu anıyor. Dönemin Amerika Açık Komitesi’nin aldığı kararla, ölümünden bu yana her sene 28 Ağustos Günü, “Rafael Osuna Günü” olarak kutlanıyor ve sevenleri Meksikalı rakete saygılarını sunuyor. Tenis dünyası, Rafael ismini duyunca ilk olarak 21. yüzyıla damgasını vuran İspanyol raket Rafael Nadal’ı hatırlıyor olsa da 20.yüzyılın ortasında kortlarda fırtına gibi esen Meksikalı 1. Rafael’i de hep saygıyla anıyor.


Kapak: https://wearetennis.bnpparibas/

Bir Cevap Yazın