Tarih: 17.11.2022 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

Benim Dünya Kupam serimizin dördüncü bölümünde spor yazarı Alp Ulagay ile 1990 yılında İtalya’da düzenlenen Dünya Kupası’na yolculuk yaptık.

Katar’da düzenlenecek olan 2022 Dünya Kupası, gerek alınma biçimi gerekse takvimde bulunduğu yer itibarıyla birçok futbol izleyicisi için dört yıl boyunca bekledikleri ve çoğu kendilerinde yer etmiş turnuvalar arasında görülmemekte. Her turnuva kendi dramasını yaratır. Henüz başlamamış bir turnuva için bunları konuşmak pek kolay olmasa da bizler, 2022 Dünya Kupası’nın Katar’da stadyumların inşa süreçlerinde hayatını kaybedenler üzerinden hatırlanacağını düşünüyoruz.

Yaklaşmakta olan turnuvaya duyamadığımız heyecan, bizleri hatıralarımızda kalan Dünya Kupaları arasında dolaşmaya çağırmakta. Herkesin unutulmaz, üzerine konuşmaktan her dem keyif aldığı bir turnuva olmuştur. Geçmişten süzülüp gelen bu anılar her zaman gerçeği birebir yansıtmasa da, turnuvayı ‘’bizim/sizin’’ yapanın o küçük anılar olduğunu düşünüyoruz. Bu düşüncelerle hazırladığımız “Benim Dünya Kupam” serimizin bu bölümünün konuğu kıymetli spor yazarı Alp Ulagay. Ulagay ile ilk izlediği Dünya Kupası olan ’90 İtalya’yı konuştuk.

Geçmişe dönmeden önce, bu Dünya Kupası insan hakları ihlalleri, göçmen işçilerin iş cinayetlerinde ölümü ve Katar’ın spor yoluyla imajını temize çıkarma çabalarıyla hatırlanacak. Eğer siz bir teknik direktör, futbolcu veya bir milli takımın başka herhangi bir yetkilisi olsaydınız, bu turnuvaya nasıl bir tepki gösterilmesini isterdiniz?

Doğrusu Dünya Kupası ya da Yaz Olimpiyatları, Kış Olimpiyatları gibi global ölçekteki devasa spor organizasyonlarının, buna ev sahipliği yapan ülke için bir propaganda niteliği taşıması yeni bir olay değil. Bunu iki kutuplu dünya döneminde Doğu Bloku’ndan da Batı Bloku’ndan da görmüştük. Batı dünyası biraz kapitalizm ölçeğinde propaganda yapardı, markalarını ön plana çıkarırdı. Biraz ticari propaganda olurdu. Doğu Bloku ya da diğer ülkeler de ülkenin tanıtımını, kendi siyasi ideolojilerinin spora yansımasını pohpohlamaya çalışırdı. Katar’ın durumu da çok farklı değil. Onlar da son 20-30 yılda Doha etrafında şekillenen ülkelerinin propagandasını yapıyorlar bir şekilde. Tabii bu yolda göçmen işçiler gibi kurban edilenler biraz geri planda bırakılmıştı bugüne kadar. Yani futbolun ön plana çıkacağı dört haftada onlar da konuşulacaktır ama biraz geri planda kalacaktır. Futbolun içinden birisi, bir teknik direktör, futbolcu ya da bir milli takım, federasyon görevlisi nasıl bir tepki gösterilmesini isterdi? Açıkçası herhalde Katar’ın ev sahipliğine tepki gösterilmekte biraz geç kalındı. Bunu söylememiz lazım. Yani ilk organizasyon verilirken, hatta adaylık söz konusu olduğunda buna karşı çıkılmalıydı. Çünkü her ülke, her büyük turnuvaya ev sahipliği yapacak diye bir kaide yok elbette. Yani Kış Olimpiyatları’nın ev sahibi adayı ülkeler bellidir, bir tür kış iklimi olması lazım. Kayak tesislerinin olması lazım. Afrika ülkelerinin birçoğunun buna hiçbir zaman ev sahipliği yapamayacağını biliyoruz ama ekonomik durumuna bağlı olarak Yaz Olimpiyatları niye olmasın? Bir sürü Afrika ülkesinde olabilir diye düşünüyorum. Dünya Kupası da öyle.

Dünya Kupası gerçekten çok boyutlu büyük bir organizasyon. Katar gibi alanı da küçük, ağırlama kapasitesi sınırlı ve futbol dünyasıyla çok uyumlu olmayan kuralları bulunan bir ülkenin ev sahipliği yapmaması lazımdı. Buna en baştan, daha adaylık süresinde bir tepki gösterilmesi lazımdı açıkçası ve aday bile olmaması gerekirdi Katar’ın. O zaman tepki gösterilmesi gerekirdi. Ama bir kere adaylığı kabul edilip bir de ev sahipliğini kazandıktan sonra o süreci geri çevirmek çok zor oluyor. Hele 2015’te bir emrivaki ile Dünya Kupası’nın takvimi de değiştirilince, yani Kuzey Yarımküre için yaz aylarından kış aylarına alınınca iyice garip bir durum ortaya çıktı. Hiç olmazsa 2015’te, 2016’da futbol dünyası organize bir tepki ortaya koyup belki bu süreci durdurmalıydı. Bir alternatif olabilirdi ama artık kupaya 1-2 yıl kala bunu, bu işleyişi tersine çevirmek çok zordu gerçekten. Kupa boyunca da en azından belki bazı küçük protestolara izin verilmesi normal kabul edilmeli ama galiba o da olmayacak, öyle anlıyorum. Siyasetten ve bu tepkilerden arınmış steril bir ortam isteniyor Katar’da. Ben de merakla bekliyorum orada neler olacağını.

Sizin geçmişe baktığınızda ‘’Benim Dünya Kupam’’ dediğiniz turnuva hangisidir? Turnuvayı zihninizde canlandırdığınızda aklınıza ilk gelen görüntü ve olaylar nelerdir?

Benim Dünya Kupam dediğiniz turnuva aslında farklı olabilirdi ama yaşım gereği 1990 Dünya Kupası. Futbolu en sevdiğim, futbola aşık olduğum ve bununla ilgili biraz kendi çapımda yazıp çizmeye başladığım döneme ait bir turnuva. 13 yaşındaydım, henüz 14 bile olmamıştım. O yaşta kupa ile ilgili her şeyi deli gibi tüketiyorsunuz. İnternetin, elektronik yayıncılığın olmadığı bir dönemi düşünelim. 1990 yazında Türkiye’deki kaynak neredeyse sadece gazetelerden ibaretti. Varsa belki bir-iki dergi ile Türkiye’den ulaşabildiğimiz sınırlı sayıda yabancı yayındı. Bir de TRT’ydi. TRT dışında televizyon yayıncılığının olmadığını hatırlatalım o zaman. Yazın sonunda ilk özel televizyon kanalı kuruldu Türkiye’de. Oynanan futbol kalitesi açısından kötü diyebileceğim, biraz hayal kırıklığı yaratan iki turnuvadan biri. Ama bana hatırlattığı, her maçı göz kırpmadan izlemem sebebiyle de çok önemsediğim bir kupa. O Dünya Kupası’ndan herhalde her maçı izlediğim hatırlıyorum. O zaman galiba 24 takımlıydı kupa ve 52 maç vardı. Muhtemelen ben o 52 maçın 47-48’sini izlemişimdir, öyle tahmin ediyorum. Zaten yaz tatiline gelen bir dönemde dünya kupaları organize ediliyordu. Yazın da 13 yaşındaki bir çocuk olarak gündüz spor okuluna gidip akşam da spor okulu dönüşü o maçları izlemekten başka yapacak bir şeyim yoktu zaten. O bakımdan futbolla ve Dünya Kupası’yla iç içe bir dönemdeydim gerçekten.

Bir önceki kupa olan 1986 Dünya Kupası’nda defter tutmaya başlamıştım. Maç sonuçlarını, golleri ve gol krallarını yazıyordum. 1990’da da aynı şekilde devam ettim. Biliyorsunuz meşhur Panini çıkartmaları vardır. Onun yeni albümünü alıp doldurmaya çalışmıştım. Tamamlamaya gayret göstersem de başaramamıştım zaten tamamlamak pek mümkün değildi. Bu birebir ilgim vasıtasıyla bazı takımları ve yıldızları hatırlıyordum. Maradona’nın bir önceki Dünya Kupası’ndan kalan bir efsanesi vardı. Bu kupaya sakat girdi. Maradona’nın büyüklüğüne inanmakla beraber her kupada hep karşısındaki takımları tuttum. Bir önceki kupada üzülen taraf olmuştum. Bu kez üzülen taraf Maradona oldu. Elbette, bir makine düzeniyle kurulmuş ve o kupayı kazanmaya şartlanmış Beckenbauer yönetimindeki Batı Almanya’yı hatırlıyorum. Bir de 1990 Dünya Kupası’nın elemelerinde Türkiye’nin uzun yıllar aradan sonra Dünya Kupası’na katılmaya bir parça olsun yaklaşmış olması var. Yani 1988 ve 1989 yıllarında oynanan eleme maçlarında son maça kadar bu işi taşımayı başardı Türkiye. Simferopol’de, o zamanki adıyla Sovyetler Birliği ile karşılaşan Türkiye’nin son maç öncesi küçük de olsa bir şansı vardı. Ama o maçı 2-0 kaybederek kupaya gitme şansını yitirmişti Türkiye. Eğer o maçtan bir galibiyet çıkarabilseydi Türkiye, 36 yıl aradan sonra Dünya Kupası’na gidebilirdi.

Bu kupayı sizin için özel ve önemli kılan detaylar nelerdir? Bu turnuvayı izlediğinizde kaç yaşındaydınız, neler yapıyordunuz? Turnuvayı nerede izlediniz? Bizlere izlediğiniz yeri ve çevresini anlatabilir misiniz? Turnuvayı birlikte izlediğiniz birileri var mıydı? Öyleyse birlikte izleme deneyiminize dair neler söylemek istersiniz?

1990’la ilgili merakımı anlattım. Nasıl detaylı izlediğimi, tuttuğum notları. Bu kupayla ilgili ilginç bir olay daha var. Bilirsiniz Rumeli Hisarı eskiden konserlere ev sahipliği yapardı. Sanıyorum MOS Yapım’ın organizasyonunda Hisar’ın iç avlusuna sahne kurulurdu ve Türkiye’nin önemli popüler müzik starlarının yer aldığı konserler yaz aylarında organize edilirdi. O yaz MOS Yapım şunu akıl etmiş: Madem Dünya Kupası var, ben neden oraya bir dev ekran kurup Dünya Kupası maçlarını biletli olarak izletmiyorum? Ben de babamla orada yanlış hatırlamıyorsam iki maça gittim. Yanlış hatırlamıyorsam diyorum çünkü birini çok iyi hatırlıyorum. Çeyrek finaldeki Kamerun-İngiltere maçıydı, ikinci maç ise herhalde yarı finaldeki Almanya-İngiltere maçı olabilir. Nedense Almanya-İngiltere maçı çok aklımda kalmamış ancak Kamerun-İngiltere maçı çok aklımda diye soracak olursanız, çünkü orada herhalde 1500-2000 kişi vardık. Ön sıralara oturmuş belki beş-altı İngiliz dışındaki tüm kitle Kamerun’u destekliyordu ve Kamerun, Roger Milla’nın sonradan oyuna girip iki gole katkı vermesiyle 2-1 öne geçmişti. Maçı 90 dakika içinde kazanacak gibi gözüküyordu. Büyük bir sevinç vardı. O Dünya Kupası’nın sürpriz takımıydı Kamerun. Çok heyecanlandığımızı, sevindiğimizi hatırlıyorum ama İngiltere önce bir penaltıyla 90 dakika içinde beraberliği sağladı ve maçı uzatmaya götürdü. Uzatmada da bugünün yorumcusu, o günün golcüsü Gary Lineker bir penaltı golü daha attı ve İngiltere 3-2 kazanarak yarı finale yükselen taraf oldu. Maçı izlediğimiz ortam iyiydi. Dev ekranda bir sürü kişiyle izliyorsunuz. Kamerun sürprizi ve karşısında çok sevilmeyen İngiltere var. Özel ve güzel bir ortam yaratıldığını söylemem lazım. Sonraki kupalarda devam etti mi bu? Hiç hatırlamıyorum doğrusu. Yani ben gitmedim. Belki 1994’te de yapmıştır MOS Yapım. Bence iyi bir fikirdi ama herhalde konser organize etmek daha kârlı olmuş olabilir. Sonuçta futbol seyircisinin maçları izleyecek başka alternatifleri yıllar içinde olmuştur. Ama öyle bir ortam vardı o zaman.

Bir de ben her şeyi yazıyorum, kaydediyorum, Panini albümü topluyorum dedim. Bir yandan da evde video kayıt cihazı var. Eski VHS kasetlerle bir takım maçları kaydediyorduk. Onların kasetleri evde halen duruyor. Bazılarını sonradan DVD’ye aktarmış olabilirim. Önemli maçları, hatta evde olmadığımız maçları bile kaydetmiştik. Çeyrek final ve yarı final maçlarının bir kısmı olabilir. Muhtemelen final maçı da var. Toplamda altı-yedi maçın kaydının olması lazım. Sonradan da izlemişimdir. Bir de o zamanlar dediğim gibi şimdiki elektronik ortam, YouTube vs. hiçbirisi yok tabii, onun yakınından geçmiyoruz. O yüzden kaydedip sonradan izlemek futbolseverler için rutinlerden biriydi açıkçası. Bunu da yaptığımı hatırlıyorum. Yani ’90 Dünya Kupası’ndan da, daha sonraki kupalardan da kayıtlar vardı. Ama 1990’dan kaydettiğimiz altı-yedi maçı hala sakladığımı hatırlıyorum.

Turnuva esnasında yaşadığınız dünyada neler oluyordu hatırlıyor musunuz? Bu anıları hatırlamanızda turnuvanın bir yeri olduğunu düşünüyor musunuz?

1990, iki kutuplu dünyanın yıkıldığı bir döneme denk geliyor. Ben de tam buna dair bir okuma yapıyorum şu sıralar, Dünyayı Değiştiren 6 Yıl adlı bir kitap okuyorum. 1985 ile 1991 arasında Sovyetler Birliği’nin içerden ve dışardan dağılmasını anlatan bir kitap. 1990, tam da o dönemin sonuna denk geliyor. Daha önceki sorularda değinmiştim, Dünya Kupası elemelerinde bir tesadüfle Türkiye Doğu Bloku’nun iki önemli ülkesi olan Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya’yla aynı gruba düşmüştü. İlginç bir şekilde o iki ülkenin de bu elemeler, katıldıkları son uluslararası turnuva oldu bir bakıma.

1989’da Berlin Duvarı yıkıldı ve iki Almanya arasındaki fiziki sınır kalktı. Bir yıl sonra da Doğu ve Batı Almanya birleşti. Daha doğrusu Federal Almanya, Demokratik Almanya’yı yuttu. Öyle bir tüzel kişilik, öyle bir ülke kalmadı. Sovyetler Birliği de 1990 ve 1991 yıllarında tamamen dağılarak 15 ayrı ülkeye ayrıldı. Onların da son turnuvası oldu. 1992 Avrupa Şampiyonası’na Bağımsız Devletler Topluluğu adıyla katıldıklarını hatırlıyorum. Daha gevşek bir yapıydı. Ancak Doğu Almanya ve Sovyetler Birliği’nin mücadele ettiği bu elemeler son turnuvaları olmuş. Bu bakımdan çok enteresan. Aynı grupta Türkiye’nin olması da ilginç. Üstelik Türkiye, Doğu Almanya’yı iki maçta da yenmişti elemelerde. Aslında bu galibiyetler çok da garip değilmiş. Şimdi 30 küsur yıl sonra geriye dönüp bakınca şunu görüyoruz; yani ülke zaten dağılma sürecindeymiş ve futbol takımının da başarısız olması pek sürpriz değilmiş açıkçası. Türkiye 1987’de bir özel maçta da yenmişti Doğu Almanya’yı. Çok kötü sonuçlar almıştı gerçekten Doğu Almanlar. Kapasitelerinin altında oynuyorlardı. Bence bunda ülkedeki havanın büyük bir etkisi vardı. Sanıyorum 1989’un Mart ayıydı, elemelerde deplasmandaki maçı Türkiye 2-0 kazanmıştı. Bundan altı buçuk, yedi ay sonra bir Ekim günü Berlin Duvarı yıkıldı ve yüzbinlerce Doğu Alman, Batı Almanya’ya geçti. Yani o hava muhtemelen 1989’un bahar aylarında da mevcuttu ülkede. Yani böyle bir sürecin ortasında Türkiye’nin de kendisini bulması ilginç. Tam o geçiş sürecinde olan bir dünyada, Doğu Bloku’ndan Sovyetler Birliği ve Romanya vardı 1990 Dünya Kupası’nda. Romanya’da da bir önceki yılın sonunda devlet başkanı, diktatör Nikolay Çavuşesku iktidarı devretmek istemediği için kaçmak zorunda kalmıştı. Sonrasında yakalanıp uydurma bir mahkemede yargılanarak eşiyle birlikte idam edilmişti. Romanya, tam da bu olayın ardından 1990 Dünya Kupası’na katılmıştı.

Bu kupayı güzel hatırlamanızda nostaljik bir taraf olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, bu kupayı güzel hatırlamamın dışında çok da detaylı hatırlamamda bir nostaljik taraf şöyle var. Biliyorsunuz, 10’lu yaşlar, öğrenci olduğunuz dönemler. Ben ortaokul, lise yıllarımın büyük bir kısmını okul ödevlerini yapmaktan çok spor izleyerek, yazarak, not alarak ve arşiv tutarak geçirdim açıkçası. Bu Dünya Kupası da bunun parçasıydı. O yüzden 1990 Dünya Kupası’nın oyuncularını, maçlarını, dakikalarını ve gollerini çok detaylı hatırlıyorum. Biraz öyle geçer o yaşlar. Sporu sevdiğiniz ve bu işe odaklandığınız yaşlardır, yıllardır. Bir de benim babam da gazeteci olduğu için ve sporu da sadece futboldan ibaret görmeyip sporun birçok dalını deli gibi takip ettiğim için o yola yavaş yavaş gidiyor gibiydim. Yani kendi çapımda birtakım ön hazırlıklar yaptığım söylenebilir. Herhalde çok iyi hatırlamamda ve detayları bugün bile unutmamamda onun da payı var diye düşünüyorum.

Bir Cevap Yazın