Gelmiş geçmiş en ikonik spor fotoğraflarından birinin baş aktörleri onlar. Tarihin en iyisi Muhammed Ali ve rakibi Sonny Liston’ı yere yıkan, kimsenin görmediği hayalet yumruğu…
1960’lı yıllarda New York’ta geçen, dönemin en popüler ve sansasyonel sektörlerinden biri olan reklamcılığın iç yüzünü anlatan Mad Men adlı dizinin “The Suitcase” isimli bölümü ofisteki bir tartışma sahnesiyle açılır. Ofisin televizyon departmanını yöneten Harry Crane, birlikte çalıştığı bir yapımcı firmadan bedavaya aldığı ve bir boks maçının sinema gösterimine ait olduğu anlaşılan biletleri arkadaşlarına parayla dağıtmaya başlar. Harry’nin fırsatçılığı ve Yahudilik üzerinden dönen kısa bir diyaloğun ardından konu, o maçın kahramanları ve dönemin efsane boksörleri olan Cassius Clay ve Sonny Liston’ın arasındaki çekişmeye gelir.
Genç reklamcılardan oluşan grup ikiye bölünmüştür. Clay’in Liston’ı yerle bir edeceğine dair bahse giren tarafın aksine diğerleri, Liston’ın o güne kadar hiç nakavt olmadığını söyler. Ayrıca Clay’in geçen maç öncesi heyecanlandığını ve aslında rakibinden korktuğunu iddia eder Liston taraftarları. Genç ve cüretkar Cassius Clay, kuvvetli ve tecrübeli Sonny Liston’a karşıdır. Genç reklamcılar bu ateşli tartışmaya devam ederken içeri dizinin jönü olan tecrübeli ve havalı reklamcı Don Draper girer. Yakışıklı, zeki, az konuşan ve iş bitirici bir karakter olan Draper, her zamanki gibi neredeyse tek kelime etmeden Liston üzerine 200 dolar bahse girerek tartışmalara katılır ve ekibini toplantı için odasına çağırır. Giriş sahnesinin finali ise Draper’ın yaşlı sekreteri Bayan Blankenship’in kahkaha attıran sözleri ile yapılır. “Herkes niye böyle can atıyor bilmem. İki zencinin dövüşmesini izlemem için penceremden 2 dolar atmam yeterli olur.”
Blankenship’in boksa karşı bu küçümseyici bakış açısı aslında bu sporun -ki boksun içerdiği yoğun şiddet sebebiyle spor olup olmadığına dair de pek çok tartışma yapılır- ezelden beri üstüne yapışan en kötü etikettir. Zira boksun Amerika’daki kökenleri köleliğe dayanır. Sömürge yıllarında sermaye sahibi olan güneyliler, kölelerini kumar amaçlı olarak dövüştürürken, Amerika’daki 3 milyon kölenin özgür ilan edilmesini sağlayan Özgürlük Bildirgesi’ne rağmen modern çağlarda dahi boksun içindeki ırkçılık, ayrımcılık, ekonomik sömürü düzeni bitmedi. Bu sporun gelmiş geçmiş en çok kazananları bile geçen yüzyılın ortalarında halen mafyanın elindeki bir piyondan daha fazlası değillerdi. Liston ile yaptığı karşılaşmalarda halen “Hıristiyan” ismi Cassius Clay’i kullanan Muhammed Ali, piyon olmaya isyan etmiş ve sadece boks tarihinin değil spor tarihinin de en büyük figürlerinden biri haline gelmişti zaman içinde. Onu efsaneleştiren bu dönemin başlangıcını ise, Ali’den önceki “yenilmez” olan ve karakteri Ali ile taban tabana zıt olan Sonny Liston ile yaptığı 2 karşılaşma belirler.
Ali vs Liston: Bölüm I – Dünyanın kralı
1960’ta Roma Olimpiyat Oyunları’nda kazandığı altın madalyanın ardından Muhammed Ali*, ağır sıklet boks şampiyonluğu için en önemli adaylar arasında yer almaya başlamıştı. O dönemde bokstaki teamüllere göre, en iyinin karşısına çıkmak için sadece para ve başarı yetmezdi, aynı zamanda sporcunun kamuoyunun da dikkatini çekmesi şarttı. Olimpiyat altını ve ardından Sonny Banks, Archie Moore, Alonzo Johnson gibi boksörlere karşı aldığı galibiyetler formülün başarı tarafını tamamlarken, memleketi olan Louisville’deki iş adamlarının ekonomik desteğini alması da işin para tarafını halletmesini sağlamıştı Ali’nin. Geriye kendini Amerika’ya tanıtması kalmıştı.
Ali’nin 40’lı yaşlarının ardından çizdiği olgun profilin aksine kariyerinin başındaki Cassius Clay çok konuşkan, rakiplerinin sinirini bozmak için her yolu deneyen bir karaktere sahipti. Roma dönüşü, İslam Milleti ya da diğer ismiyle Siyahi Müslümanlar adlı tarikata ilgi duymaya başlaması bile o yıllarda onun bu haşarı tavrının önüne geçemedi. Aslında İslam’a yaklaşmasının onun o yıllarda boksa karşı olan ilgisinin ve konsantrasyonunun da artmasına yol açtığı bile söylenir. Durum böyle olsa bile, Ali için rakiplerinin aklına girmek en az fiziksel antrenmanlar kadar önemliydi. Henüz ringe çıkmadan dünyanın en iyisi olmayı kafasına koymuştu bir kere.
O yıllarda ağır sıklet şampiyonluk unvanı Sonny Liston’ın elindeydi ve Liston da unvanı şampiyon boksör Floyd Patterson’ı üst üste iki kez mağlup ederek kazanmıştı. Son derece sert, acımasız ve sivri birisi olan Liston, New York mafyasına yakınlığı ile biliniyordu. Eğitimsizdi ve genelde az konuşuyordu. Patterson’ı ilk yendiği dönemde mafyadan uzaklaşmaya çalışmış ve hayatını düzene sokmak için çabalamıştı. Ancak sonraki yıllarda eskiye geri dönmüş ve gece alemlerine, içkiye devam etmişti efsane boksör. Kusursuz olmadığını biliyordu ama kuvvetinin ve yeteneneğinin farkındaydı. Bunun, Ali de dahil olmak üzere karşısına kim çıkarsa çıksın kazanmasına yeteceğini düşünüyordu. Aslında böyle düşünen sadece kendisi de değildi.
25 Şubat 1964 tarihinde Ali ile yapacağı ilk maçın organizasyonu kesinleşip imzalar atıldığında, Ali’nin sponsoru olan Louisville grubu da dahil herkes Liston’ın Ali’yi rezil edeceğine ve hatta Ali’nin profesyonel kariyerinin bu maç ile birlikte sona ereceğinden emin gibiydi. New York’un para babaları, Mad Men’deki Don Draper gibi Liston üstüne binlerce dolar bahis yatırdılar. Maç günü yaklaşırken, Liston fiziken üst düzey bir durumda olmasına karşın, rakibi o maç için fiziksel hazırlığının yanına kendisine herkesin önünde meydan okuduğu mental bir savaş açarak geliyordu.
Bu savaşın en önemli cephanelerinden biri Ali’nin her antrenman sonrası basına verdiği demeçlerde yaptığı Liston’ı o ringin ortasına nasıl sereceğinden başlayıp onu “koca bir çirkin ayıya” benzettiği sert konuşmalarıydı. Boks dünyasında o yıllarda en az sporcular kadar popüler bir yeri olan köşe yazarları da Liston’ı çok sevmemelerine rağmen Ali’den neredeyse nefret ediyorlardı. Onlara göre sürekli konuşan bu boşboğaz genç adam ringde rezil olmayı hakediyordu. Ali’nin bu tarzının boksun saygınlığına gölge düşürdüğünü düşünüyorlardı. Ali’nin ise onlara da bir cevabı vardı elbette. Kendisine şans vermeyen tüm gazetecilerin isimlerini teker teker yazdığını ve maç sonrası vereceği zafer yemeğinde o gazetecilerin laflarını yiyeceklerini haykırıyordu genç boksör.
Ali’nin bir diğer öne çıkan özelliği de son derece gözü kara birisi olmasıydı. Bir çok kişi yüksek tondan meydan okumalarının içini boş görürken, Ali aslında tüm söylediklerinde ciddiydi. Bunların arasına İslam dinine doğru yavaş yavaş kayarken düşündüklerini de son derece cüretkar bir biçimde paylaşması da dahildi. Özellikle Liston ile çıkacağı maç öncesi Siyahi Müslümanlar ile ilgili söyleyeceği her sözün maçı tehlikeye atacağını bilse dahi, tarikat lideri Elijah Muhammed’in 1963 yılında yaptığı uzun mitinge katılmakta hiç bir sakınca görmemişti.
Kariyerinin bu yıllarında, Ali’nin görüşleri İslam konusunda son derece net olsa bile, hangi gruba yaklaşacağı ve kimlerle birlikte olacağı konusunda kafası epey karışıktı. 60’lı yılların başında tanınmaya başlayan bir başka dini lider Malcolm X ile de uzun süreli bir dostluğu olacaktı. Ancak Elijah Muhammed’in Malcolm X’i tasfiye ettiği süreçte Ali eski dostuna sırtını dönecek ve belki de ölümüne dolaylı yoldan katkısı olmuş olacaktı. Yine de Liston ile olan kariyerinin dönüm noktası olacak Miami’deki bu maç öncesi yanında olan tek isim Malcolm X idi.
Ali’nin kafasında bir yandan bu düşünceler dönüp dururken, Liston’a karşı odaklanmasından hiç bir şey kaybetmemişti. Basına verdiği demeçlerle, karşılaşma öncesi arkadaşları ile birlikte kendisine ait bir otobüse binip Denver’daki Liston’ın evinin önünde ona meydan okumasıyla, Liston’ın beklediği saygının tam aksine onu her ortamda aşağılaması ile ve maç gününün sabahı yapılan tartıda çıkardığı olay ile tam da istediği şeyi elde etmişti. O artık Liston’ın gözünde bir deliden başka bir şey değildi…
İki boksör ringe çıkıp gong çaldığında duygusal olarak da son derece hassas birisi olan Liston, bu şarlatanlığa son noktayı koymak için Ali’nin işini bir an önce bitirmek istiyordu. Zaten oldukça düzensiz olan antrenman programını da ringde onu en fazla 6-7 raunt tutacak şekilde yapabilmişti. Ali ise bütün planını o muhteşem refleksleriyle Liston’dan kaçarak ve onu yorarak maçı uzatması üzerine kurmuştu.
İlk rauntta istediklerini yapan Ali olmuştu. Liston’ın öldürücü yumruklarından kaçarken, raunt sonlarına doğru da sol direk, aparkat ve cephaneliğinde bulunan tüm silahlarını ardı ardına kullanıyordu. Maçı izleyenler, maç öncesi Ali’nin ilk raundu bile çıkaramayacağını düşünen köşe yazarları bile adeta küçük dillerini yutmuştu. İkinci rauntta Ali’nin yumrukları Liston’ın sol gözünün altını iyice şişirmişti. Nihayet üçüncü rauntta o bölgeye sürekli çalışan Ali, rakibinin gözünü patlatarak oranın büsbütün açılmasına yol açmıştı.
Boksta atılan veya yenilen yumruklardan ziyade ıskalanan yumrukların boksörü daha çok yorduğu söylenir. Liston da o gece bir yandan yeniliyor olmanın verdiği öfkeyle, bir yandan da Ali’nin ringde ona sürekli ettiği hakaretlerin etkisiyle onlarca boşa giden yumruk atmış ve yorgunluktan bitik bir hale gelmişti. Liston’ın 4. raundu çıkarmasına imkan yoktu artık. Bu aşamada boksun bir spor olmadığına dair en güçlü argümanlardan biri olan “hileli oyunlar” devreye girdi. David Remnick’in Dünyanın Kralı kitabında anlattığı üzere Liston köşe adamlarına “gizli silahlarını” devreye sokmalarını söyler.
İddialara göre Liston’ın eldivenlerine rakibini geçici bir süre kör edecek yakıcı bir solüsyon sürülür. Hakikaten bu sıvı, sonraki iki rauntta Ali’nin gözlerini adeta kör edecektir. Hatta bir ara maçı bırakacak konuma gelen Ali’yi ringde tutan isimse yıllarca onun antrenörlüğünü yapan Angelo Dundee olmuştu. Altıncı rauntta görüşünü geri kazanan Ali, iyice yorulan rakibini art arda attığı yumruklarla pes ettirecek duruma getirerek ağır sıklet şampiyonluğunu kazanmıştı. İki eli havada ringin kenarına gelen Ali’nin şampiyonluk mesajının kimlere gittiği ise çok açıktı.
“Kral benim! Kral benim! Dünyanın kralı benim! Şimdi tükürdüğünüzü yalayın…”
Ali vs Liston: Bölüm II – Fotoğrafın hikayesi
Time dergisinin yüzyılın en fazla etki uyandıran 100 fotoğrafını seçme aşamasında yer alan jürideki editörlerden birisi şöyle söylemişti: “İkonik bir fotoğraf için belli bir formül yoktur. Bazı fotoğraflar kendi türlerinin ilk örneği oldukları için listemizde, diğerleri ise düşünme şeklimizi şekillendirdikleri için. Bazıları ise doğrudan yaşama şeklimizi değiştirdiler. Bu 100 fotoğrafın ortak noktası ise, insanlığın anlamını arama deneyimimizde dönüm noktaları olmalarıdır.”
Muhammed Ali’nin bu fotoğrafında bu açıklamanın içindeki her bir detay yer alıyor dersek yanılmış olmayız sanırım. Sadece boks tarihini değiştirmesi ile değil, sporun toplumlar üzerine etkisini de sonraki yıllarda şekillendirecek bir sporcuyu yaratan an olarak da tarihe geçti bu fotoğraf.
Muhammed Ali ile ilgili biz sporseverlerin en şanslı olduğu nokta ise onun hayatının neredeyse her döneminin, önemli her anının fotoğraflanmış olmasıdır. Ali, politik duruşunun da büyük etkisiyle belki de sporcular arasında en izlenilen, hayatı en fazla merak edilen ve en çok dökümante edilen figürlerinin başında gelir. Kendisi de kariyerinin başlarından beri, yanında daima onu fotoğraflayan bir basın mensubu ya da ilerleyen yıllarda özel fotoğrafçılar taşırdı. Sporun şov tarafının da fazlasıyla hakkını veren efsane boksörün Time dergisinin de 100 ikonik fotoğraf listesine girmeyi başaran en sıradışı fotoğraflarından birisi, bu yazının da kapağına konuk olan Sonny Liston ile oynadıkları ikinci maçın nakavt anıdır.
Ali, 25 Mayıs 1965’te oynanan rövanş maçında gong zilinin çalmasından 1 dakika 42 saniye sonra Liston’ı yere sermişti ve tam da o esnada Maine Gençlik Merkezi’ndeki tüm fotoğrafçılar deklanşörlerine basmışlardı. İçlerinden ikisi en şanslı olanlardı. Neil Leifer ve John Rooney’in oturdukları koltuklar, efsane boksörün rakibi yere kapaklanmışken onun üzerine doğru eğilip “Ayağa kalk ve savaş, seni serseri!” diye haykırdığı anı ölümsüzleştirmek için en güzel yerlerdi. Daha sonraları Sports Illustrated tarafından renklendirilen, Ali’nin sağ kolunun göğsüne doğru kıvrıldığı ve ağzından çıkan sözcüklerin şiddetini resmeden Leifer’in fotoğrafı ise o anın tüm dramasını birebir yansıtıyordu adeta.
O fotoğraf ile birlikte maç göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zamanda Ali’nin ikinci zaferi ile sonuçlansa da karşılaşmaya gelene kadar büyük gürültü kopmuştu. Öncelikle bir sene evvel Miami’deki maçın üzerinde dolaşan şaibe bulutlarının dağılması zaman almıştı. Özellikle Liston gibi bir boksörün pes etmesi, o dönem mafya elinde bulunan sporcular hakkında da rahatlıkla şike iddiaları ortaya atılmasına sebep olmuştu. Dahası, Liston’ın yenilmesi durumunda ikinci maç anlaşması otomatikman devreye giriyordu. Anlaşmanın bu noktası, senato incelemesine girmişti çünkü o dönemin kuralları şampiyon boksörlerin kaybettikleri isimler ile daha büyük bir kazanç için ikinci kez karşılaşmasını yasaklıyordu. Süreç davalık olmasına rağmen şike içeren somut bir kanıt bulunamadığı için sonuç geçerli sayıldı ve ikinci maçın oynanmasına izin verildi.
Liston kariyerinin en disiplinli çalışma kampına ise Ali ile karşılaşacağı ikinci maç öncesi girmişti. Her sabah düzenli olarak yaptığı 8 kilometrelik koşusu, disiplinli antrenmanları ve Ali karşısında daha çevik bir hale gelmek için özel bir savaş sanatları eğitmeni ile çalışması onun bu karşılaşmayı ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu. Öyle ki bire bir antrenman maçlarında rakiplerinin yüzünü darmadağın ediyordu. Ne alkol, ne gece hayatı, ne de sonu gelmeyen o partiler… Liston için tek hedef Ali’ydi.
Ali de elbette boş durmuyor ve en az rakibi kadar motive bir şekilde karşılaşmaya hazırlanıyordu. Fizik olarak giderek gelişiyordu. Liston ne kadar kuvvetli ve hazır olursa olsun, Ali’nin tekniği, rakibi karşısında onun en büyük avantajıydı.
Maç günü yaklaşırken belki de maçın sonucunu ve hatta boks tarihini etkileyen beklenmedik bir olay yaşandı. Maçtan 3 gün önce Ali, otelinde dinlenirken akşam midesinde korkunç bir acıyla kıvranmaya başladı. Apar topar hastaneye götürülen sporcunun sorunu kasığındaydı ve acil olarak ameliyata girmesi gerekiyordu. Durum basına yansıyınca elbette ilk olarak mafya tarafından zehirlendiği iddia edildi. Karşılaşma beklenildiği gibi bir kaç ay ertelendi ve bu karar aynı zamanda Sonny Liston’ının da kariyerinin sonu anlamına geliyordu.
Haberi alan Liston’ın ilk hissettikleri de vücudunun ve beyninin 4-5 ay daha sürecek bir hazırlık kampını kaldıramayacağını hissetmesiydi. Onun zirvesi o haftaydı ve erteleme kararının ardından her geçen gün daha da düşüşe geçti. Tekrar alkole geri döndü, antrenman düzeni bozuldu. Akabinde İslam Milleti tarikat üyelerinin Liston’ı tehdit ettikleri dedikodularının artması da doğru ya da değil, Liston’un maça büyük bir motivasyonla hazırlanamaması anlamına geliyordu.
Maine eyaletinin Lewiston şehrinde nihayet maç günü geldiğinde salonda toplanan yaklaşık 5000 kişi sadece 2 dakikalık bir karşılaşma izleyeceklerini muhtemelen düşünmüyorlardı. Maçın ilk 30 saniyesi iki boksör de tek bir yumruk denemesinde bile bulunmadılar. Ardından Liston’ın denemeleri ilk maçtaki gibi boşa gitti. Ali, her zamankinden daha çevik ve her zamankinden daha da ukalaydı. Adeta avını bekleyen bir aslan gibi o anı bekliyordu ring üzerinde.
Bugün bile halen etkisi tam olarak anlaşılamayan o yumruğun hemen öncesinde Liston soluyla şiddetli bir yumruk savurdu rakibine ancak Ali kaçmayı başardı ve sağıyla Liston’ın şakağına doğru bir yumruk attı. Liston bir anda yere düşerken, Neil Leifer’in objektifi bu anı ölümsüzleştirdi. Ancak o meşhur fotoğrafın göstermediği bir an daha vardı, o da Liston’ın tekrar ayağa kalktığı andı. Aradan geçen sürenin 22 saniye olmasının sebebi ise Ali’nin bir türlü köşesine gitmek istememesiydi. Liston ayağa kalkar kalkmaz Ali tekrar saldırıya geçti ancak hakem kenardan gelen uyarı ile bir anda maçı durdurdu ve Ali’nin elini havaya kaldırdı. Liston ilk yere düştüğü pozisyonda yerde 10 saniye kalmıştı ve kenardaki nakavt hakeminin uyarısı Ali’nin maçı kazandığı anlamına geliyordu.
Liston’ı nakavt eden yumruk öyle bir yumruktu ki Ali’nin kendisi bile maç esnasında köşe ekibine rakibinin kendini yere attığını söylemişti. Yumruğunun gücüne ve etkisine inanamamıştı efsane boksör. Ancak maç sonrası televizyondan o anın tekrarını izlediğinde o yumruğun ne yaptığını daha iyi anlamıştı. O anı en net anlatan isimse yumruğun muhatabı ve meşhur Anchor Punch’ın literatüre geçmesinin bizzat sorumlusu olan Sonny Liston’dı.
O kadar sert vuracağını tahmin etmemiştim. Pes etmedim. Bana vurdu ve canım çok yandı. Clay’in sağ yumruğu elmacık kemiğime isabet etti ve ben tamamen çuvalladığımı hissettim. Hakemin sayması bitmeden kalkarım sandım ama insan bir darbe yediğinde çok iyi düşünemiyor. Şimdiye dek yediğim en sert yumruk değildi ama yeterince sertti.
Elbette tüm bu açıklamalara rağmen o maç ile ilgili iddialar hiç bir zaman bitmedi. Boksörler için en sert yumruğun görünmeden gelen yumruk olduğu bilinmesine rağmen Ali’nin “hayalet” yumruğunun Liston’ı yıkmaya asla yetmeyeceği hep konuşuldu. Köşe yazarları maçın bir komediden ibaret olduğunu söyledi, meşhur yazar Jİmmy Cannon bu maçı “maskaralığın daniskası” olarak açıkladı ve boksun vahşi bir spordan daha sportmen bir oyun haline dönüşmesi gerektiğini savunan The Times bile Ali ve Liston’ın karşılaşmalarını “ticari boks” olarak tanımladı.
Peki ya Don Draper ve arkadaşları o sırada ne yapıyorlardı? Dizinin aynı bölümünün son sahnesinde Draper bir barda radyodan maçı dinlemektedir. Spiker Liston’ın böylesine bir yumrukla yere düştüğünü anlattığında Draper kaybettiği 200 dolar için bir küfür savurur ve yan taraftaki gruba dönerek bu maçın satıldığını, hiç kimsenin böylesine bir yumrukla yere düşmeyeceğini söyler.
Ali ve Liston o karşılaşmadan yaklaşık 45 yıl sonra çekilen dizinin senaristlerini ikna edemediklerini hiç bir zaman bilemediler belki ancak hiç bir şey onların arasındaki bu iki müsabakanın tarihin en iyileri arasında yer almasının da önüne geçemedi.
* Y.N: Muhammed Ali, müslüman olmadan önceki ismi olan Cassius Clay’i, Liston ile oynadığı 2 maçın arasındaki bir tarihte değiştirdi. 1964 yılındaki ilk maça Cassius Clay olarak çıktı. Hikayede bütünlük sağlamak açısından “Ali vs Liston: Bölüm I – Dünyanın Kralı” bölümünde de Ali ismi kullanılmıştır.
Akıcı yazı ve geçmişe dair güzel detaylar için teşekkürler 🙏
Sardı elinize sağlık güzel bir yazı olmuş