Tarih: 17.11.2020 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Tarihi boyunca ortalama performansların üzerine çıkamayan Deportivo La Coruña, 80’lerin sonundan başlayarak 15 yıl boyunca İspanyol futboluna yön veren başlıca takımlardan biri oldu ve sayısız unutulmaz hikayeye imza attı.

Ikarus’un hikayesini bilenler vardır. Girit Kralı Minos, Dedalus ve oğlu Ikarus’u çıkmanın imkansız olduğu bir labirente hapseder. Dedalus ise çareyi balmumu ve tüylerden kendine ve oğluna birer kanat hazırlamakta bulur. Uçuş öncesi oğluna fazla alçaktan uçarsa denize düşeceğini, fazla yükseğe çıkarsa da kanatlarının eriyeceğini söyler ve ondan ölçülü bir şekilde uçmasını ister. Ancak bir kere havalanınca yaşadığı coşkuyla kendinden geçen Ikarus, fazla yüksekten uçmaya başlar. Kanatları eriyen Ikarus denize çakılır ve hayatını kaybeder. Arzuların ve hayatın gerçeklerinin çatışmasının ele alındığı bu hikaye, yüzyıllardır insanları düşünmeye sevk ediyor. Peki bu hikayenin İspanyol futboluyla ne ilgisi var? Yanıtı bulmak için İspanya’nın kuzeybatı ucundaki Galiçya bölgesine gitmeliyiz.

Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor: La Coruña önemsiz bir şehir değil. İspanya’nın deniz mahsulü tedarikçisi olan, moda endüstrisinin önde gelen markalarından Zara ve Bershka’nın sahibi Inditex’e ev sahipliği yapan, güzel plajlara sahip tatlı bir liman şehri. Fakat şunu da söylemek gerekiyor ki La Coruña, İspanya’nın en büyük 15 şehri arasında değil. Konumundan dolayı hem İspanyollar hem de turistler için “geçerken uğrayalım dedik” diyerek gidilecek bir şehir olduğu söylenemez. Buradaki iklim de İspanya denilince akıllarda oluşan görüntüden oldukça farklı. Şehrin güzel plajlarında denize girmek yalnızca iki ay mümkün oluyor. Tüm bunlar La Coruña halkının kendini İspanya’nın kalanıyla pek içli dışlı hissetmemesine ve şehrin biraz geri planda kalmasına yol açıyor. Daha doğrusu, yol açıyordu. Ta ki günün birinde La Coruña halkı, deniz mahsulleri ve plajlar dışında gurur duyacak başka bir şeye sahip olana kadar: Deportivo La Coruña.

Günün birinde dedik ama, tabii ki, Deportivo La Coruña birden ortaya çıkmış bir kulüp değil. 1906 yılında kurulmuş köklü bir kulüpten bahsediyoruz. Ancak başarı söz konusu olduğunda kulüp İspanyol futbolunda hiçbir iz bırakmamıştı. Şehrin takımı da kurulduğu günden 80’lerin sonuna kadar şehrin kendisini andırıyordu. Ne sürekli en tepede olacak kadar güçlü, ne de çok gerilerde kalacak kadar kötü. Özetle; Deportivo La Coruña uzun yıllar boyunca, amiyane tabirle, asansör takımdı. Fakat bu gidişe 1988 yılında dur denilecek ve ilerleyen yıllarda kulüp tarihinde “Süper Depor” dönemi olarak geçecek dönemin temelleri atılacaktı.

Riazor Plajı’nın hemen yanında yer alan Riazor Stadyumu (Kaynak: The Guardian)

1988 yılını kulüp için önemli bir eşik yapan iki olay var. Birincisi, ikinci ligde yer alan Deportivo bir alt lige düşmekten ligin son maçının son dakikalarında attığı golle kurtulmuştu. İkinci olaysa kulübün kaderini çizen asıl gelişme olmuştu. 15 yıldır birinci lige yükselememek, içinden çıkılamayan mali darboğaz, hem idari hem sportif yetersizlikler kulüp heyetinin Augusto Cesar Lendoiro’yu kurtarıcı olarak başkan seçmesine neden oldu.

Lendoiro hırslı bir başkandı. Deportivo’nun La Coruña şehrini olabilecek en iyi şekilde temsil etmesi onun için yeterli değildi. Öncelikle şehir ve kulübün daha çok bütünleşmesini, bu sayede de kulübün hem arkasındaki desteği hem de mali gücünü artırmasını istiyordu. Göreve geldiğinde kulübün 5000 üyesi vardı ancak Lendoiro bunu yeterli bulmuyor, üye sayısının üç katına çıkması gerektiğini düşünüyordu. İnsanları kulübe daha çok çekmenin yolu, doğal olarak, sahada alınacak sonuçlardı. Lendoiro idaresinin ilk iki yılında Deportivo, La Liga’ya yükselmeyi başaramamıştı ancak kulübün borçlarında ciddi bir azalma gerçekleşti. İyileşen mali durumla yeni oyunculara yapılan yatırımlar sonucunu verdi ve nihayetinde 1990-91 sezonunda Deportivo La Coruña 18 yıllık özlemin ardından en üst lige yükselmeyi başardı. Tam da Lendoiro’nun arzuladığı gibi, sportif başarıyla üye sayısı da ciddi artış göstererek neredeyse dört katına çıktı.

Süper Depor

Aynı zamanda bir kulüp efsanesi olan Arsenio Iglesias’ın çalıştırdığı Deportivo adına La Liga’daki ilk yıl pek iyi geçmemişti. La Liga’da kalabilmek için Real Betis’le oynanan iki ayaklı play-off’un galibi olarak lige tutunan Deportivo’da Başkan Lendoiro ortaya çıkan tablodan memnun değildi. En nihayetinde, kulüp tüm o yatırımları yeniden ecel terleri dökmek için yapmamıştı. Eldeki oyuncularla bu kadarı mümkün oluyorsa, o zaman daha iyi oyuncular alınacaktı. Umut vadeden genç oyuncularla deneyimli yıldızları bir araya getirme hedefiyle yola çıkıldı. Deneyimli savunmacılar Donato ve Lopez Rekarte, kariyerinin sonuna kadar Deportivo’da oynayıp kaptanlığa yükselecek olan Fran, başarılı kaleci Paco Liaño, iki yıl sonrasında Brezilya ile Dünya Şampiyonluğu yaşayacak olan Bebeto ve Mauro Silva transfer edilen oyuncular arasında göze en çok çarpanlardı. 

1992-93 sezonuna yeni ve güçlü kadrosuyla giren Deportivo’da işler bu kez istenildiği gibi gitti ve takım sezonu şampiyon Barcelona’nın 4 puan gerisinde üçüncü olarak tamamladı. “Atanın ve tutanın iyi olacak” klişesine uygun şekilde; Bebeto 29 golle gol kralı olarak Pichichi Ödülü’nü, Paco Liaño da en az gol yiyen kaleciye verilen Zamora Ödülü’nü kazanmıştı.

Ertesi sezon, Deportivo tarihinin en başarılı ama aynı zamanda en dramatik sezonlarından birini yaşadı. Aslında dramatik olan sezonun kendisi değil, sezonun son maçında yaşananlardı. Sezon boyunca muazzam bir savunma performansı gösteren Depor, 38 maçta kalesinde yalnızca 18 gol görmüştü. Fakat aynı başarıyı hücum tarafında görmek pek mümkün değildi. Şampiyonluk yarışındaki rakibi Barcelona ligi 91 golle tamamlarken, Deportivo 54 golle ilk yedi sıra içinde en az skor üreten takım olmuştu. Bu nispeten zayıf hücum performansına rağmen; son maça ligin lideri olarak çıkan Galiçyalılar için ligde iddiası bulunmayan Valencia karşısında içeride alınacak galibiyet, kulübe tarihinin en büyük başarısını kazandıracaktı.

Maçın başlamasıyla birlikte Deportivo oyuncularının gerginliği gözle görülür haldeydi. Riazor Stadyumu’nda dakikalar geçiyor ancak 0-0 skoru bir türlü değişmiyordu. Gergin bekleyişi birazcık yatıştıran tek şeyse Camp Nou’da Sevilla’nın ilk yarıyı Barcelona karşısında 2-1 önde tamamladığı haberiydi. İkinci yarıların başlamasıyla Riazor’da pek bir değişiklik olmazken Camp Nou’da işler tersine dönmüş, Barcelona 5-2 üstünlüğe ulaşmıştı. Dakikalar tükenirken Depor bir türlü ihtiyacı olan golü atamıyordu.

Sonra birdenbire herkesin beklediği mucize gerçekleşti. Ceza sahası köşesinde topla buluşan Nando’ya Valencialı Serer’in yaptığı müdahalenin ardından hakem tereddütsüz şekilde beyaz noktayı gösterdi. Riazor tribünleri sevinçten çıldırırken geriye tek bir sorun kalıyordu: Penaltıyı kim kullanacak? Takımın asıl penaltıcısı Donato 15 dakika öncesinde oyundan alınmıştı. Bir diğer penaltıcı Bebeto ise daha önceki maçlarda penaltı kaçırmış olduğu için çok gergin olduğunu söyleyerek topun başına geçmek istemedi. Durum böyle olunca şampiyonluğun kaderini belirlemek için topu penaltı noktasına koyma işi Sırp savunma oyuncusu Miroslav Djukic’e düştü.

Penaltı atışını yedek kulübesinden izleyen Donato, yıllar sonra o anla ilgili düşündüklerini şu şekilde anlatıyor: “Kaçırır mıydım bilmiyorum ama hangi köşeye atacağımı biliyordum ve o da kalecinin seçtiği köşe değildi. Bütün hafta buna çalışmıştım. Sol taraf, sol taraf, sol taraf. Otelde bile ‘Soluna, soluna, soluna’ diyordum. Çıldırmak üzere olduğumu düşünmüştüm. Ve sonra penaltı oldu ama ben yedek kulübesinden izliyordum.” Donato her zaman dersine çok iyi çalışan bir oyuncuydu. Bir gün bunun karşılığını da alacaktı ancak o gün işler çok farklı gelişti.  

Benim diyen oyuncunun kullanmaya cesaret edemeyeceği penaltı vuruşunda Djukic, onun fiziği ve gücündeki bir oyuncudan beklenmeyecek cılızlıkta bir vuruş yaparak topu Valencia kalecisi Gonzalez’e adeta teslim etti. Riazor tribünleri donup kalırken bitiş düdüğü de çok geçmeden geldi ve Camp Nou’da kutlamalar başladı. Cruyff yönetimindeki Barcelona bir kez daha şampiyon olmuştu. Deportivo ise hayallerini çok acı şekilde ertelemek zorunda kaldı.

O penaltı anını ölümsüz kılan iki görüntü vardı: Birincisi Djukic’in olduğu yere çöküp kalması, ikincisiyse kaleci Gonzalez’in penaltıyı kurtardıktan sonra çılgınlar gibi sevinmesiydi. Ligde hiçbir iddiası olmayan Valencia’da Gonzalez’in bu sevincinin nedeni yıllar sonra anlaşıldı: Valencia oyuncuları Barcelona’dan teşvik primi almıştı. Bu, o dönemde sık rastlanılan bir durumdu. Ertesi sezon Valencia’nın Riazor ziyaretinde Valencialı oyuncuların üzerine tribünlerden banknotlar saçılacaktı. Kısacası, bu maç Deportivo ve Valencia arasında yıllar sürecek bir rekabetin başlangıcıydı ve yine başladığı gibi dramatik şekilde son bulacaktı.

Djukic’in penaltıyı kaçırdığı an

Ertesi sezona başlarken Arsenio Iglesias bunun Deportivo’daki son sezonu olacağını açıkladı. Deportivo bu sezonu da ikincilikle tamamladı ancak bu kez içinde dramatik bir hikaye barındırmıyordu. Real Madrid fazlasıyla iyiydi ve Barcelona’nın aksine işini şansa bırakmamıştı. Depor için bu sezonu özel yapansa sezon sonundaki Copa Del Rey zaferiyle gelen kulüp tarihinin ilk büyük kupasının kazanılması oldu. Bu kupanın bir önceki sezonun hesabının görüldüğü maçta Valencia karşısında kazanılması Depor için ayrı bir mutluluk kaynağı olmuştu. Final maçının ise oldukça ilginç bir hikayesi vardı. 83. dakikada maç 1-1 devam ederken hakem şiddetli yağıştan ötürü maçı ertelemeye karar verdi. Madrid’de durmak bilmeyen yağmurun ardından üç gün sonra kalan yedi dakikayı oynamak için takımlar Bernabeu çimlerine çıktı ve bu süre Depor’a galibiyet golünü atması için yeterli oldu.

Süper Depor, efsane hocasını kupayla yolcu ediyordu. Başka bir hocanın dikiş tutturabilmesi içinse bir süre beklemek gerekecekti. Iglesias’ın ardından gelen üç hoca Deportivo’yu alışmakta olduğu istikrarlı çizgide tutamadı. Aslında, bu üçlünün arasında dikkat çeken tek bir isim vardı: John Benjamin Toshack. Başarılı bir performans sergilemenin çok uzağında kalan Toshack, Deportivo’yu çalıştırdığı dönemde sivri açıklamalarıyla gündeme geldi. Toshack oyuncuları yetersiz bulduğunu sık sık dile getirirken şu sözleri kullanıyordu: “20 yıldır gördüğüm en kötü oyuncu grubu. Çökmüş ve yıpranmış haldeydiler. Gelecek ya da gençlik yoktu. Devam edebilmek için 18 yıllık deneyimimim tümünü kullanmam gerekti.”

Başarısızlıkla tamamlanan ilk sezonun ardından, Toshack’ın oyuncu grubunun yetersiz olduğu eleştirisine Lendoiro’nun yanıtı Rivaldo, Conceiçao ve Cristovao gibi isimleri transfer etmek oldu. Fakat Toshack’la daha fazla uğraşmak istemeyen Bebeto ülkesine dönme kararı almıştı. Takım, sezonu üçüncü olarak tamamladı ancak oyuncularla ve taraftarlarla yıldızı barışmayan Toshack daha lig bitmeden sezon sonu görevden ayrılacağını açıklamıştı.

Augusto Cesar Lendoiro (Kaynak: Marca)

Toshack’ın oyuncu grubunun yetersizliğine dair yaptığı eleştiri zamanla kısmen haksız çıkacaktı. Ancak yetersizlik eleştirisi kadar gündem olmasa da ileride Deportivo’nun karşısına çıkacak asıl büyük sorunun teşhisini doğru yapmıştı: Kulüp sürekli yıldız oyunculara yatırım yaparken antrenman tesisleri ve altyapı ısrarla ihmal ediliyor, tamamen oyuncu satın alma üzerine bir politika izleniyordu. Neyse ki bunlardan kaynaklanan sorunlar tam anlamıyla patlak vermeden kulüp ve La Coruña şehri, tarihinin en mutlu zamanlarını nihayet yaşayacaktı.

Süper ötesi

Beklentilerin uzağında geçen üç sezonun ardından Başkan Lendoiro çözümü yine Galiçya topraklarında buldu. Deportivo’nun ezeli rakibi Celta Vigo’yu bir önceki sezon ligin üst sıralarına taşımayı başaran Javier Irrureta, 1998 yazında Deportivo’nun yeni teknik direktörü oldu. Irrureta’nın en büyük şansı, Başkan Lendoiro’nun kurulacak kadro konusunda onu tamamen özgür bırakmasıydı. Bir önceki yıl transferin son gününde Barcelona’ya transfer olan Rivaldo’nun eksikliği bütün sezon hissedilmişti. Schurrer, Pauleta ve Manuel Pablo gibi isimlerin takıma katılmasıyla Deportivo yeni sezondan umutluydu. İnişli çıkışlı bir sezonun ardından Depor ligi altıncı sırada bitirdi ancak özellikle ligin ikinci yarısında oynanan oyun taraftarları geleceğe dair olumlu düşüncelere sevk etmişti. Gidişattan memnun olan Lendoiro da kesenin ağzını yine açtı ve Deportivo, Tenerife’de başarılı bir performans gösteren Hollandalı golcü Roy Makaay’ı kadrosuna kattı. Bir kez daha zirveyi zorlamak için La Coruña’da hazırlıklar tamdı.

La Liga tarihinin en ilginç sezonu anketi yapılsaydı, 1999-2000 sezonu birincilik için çok ciddi bir aday olurdu. Müzesinde şampiyonluk kupaları bulunan Atletico Madrid, Sevilla ve Real Betis küme düşerken; Alaves, Rayo Vallecano, Real Zaragoza gibi daha küçük çaplı takımlar Avrupa kupalarına katılım hakkı için büyüklerle yarışmıştı.

Bu sezonun bitiminden altı ay sonra FIFA tarafından “Yüzyılın Kulübü” ödülü verilecek olan Real Madrid, olabilecek en fırtınalı denizlerde dolaştıktan sonra gemiyi yine en sevdiği limana yanaştırmayı başaracaktı. Sezona Toshack yönetiminde giren Beyazlar, işlerin kötü gitmesiyle sekiz maç üst üste üç puandan uzak kaldı ve kendini 17. sırada buldu. Toshack’la yollar ayrıldı ve yerine, beklenmedik şekilde, kariyerinde birkaç maç Real Madrid’e geçici antrenörlük yapmak dışında deneyimi olmayan Vicente Del Bosque getirildi. Daha da beklenmedik olan şeyse Real Madrid’in o sezon Şampiyonlar Ligi’ni kazanması oldu.

Valencia o sezon öncesi ligin tek sürpriz şampiyonluk adayı olarak görülüyordu. Sezon öncesi Barça’yı Süper Kupa’da yenmeleri de bu görüşü kuvvetlendirmişti. Ancak altıncı haftada Bernabeu deplasmanına geldiklerinde yalnızca bir puanları vardı. Fakat bu maçı kazanarak yükselişe geçtiler ve sezonu üçüncü olarak tamamladılar.

Real Madrid ve Valencia’nın bu görüntüsünün ardından gözler şampiyonluk için doğal olarak Barcelona’ya çevrilmişti. Louis Van Gaal’in çalıştırdığı Barça sezona dolu dizgin girmiş, seri galibiyetlerle şampiyonluğun mutlak favorisi haline gelmişti. Ta ki Riazor’a gelene kadar…

Deportivo La Coruña sezona Riazor’da Alaves’i yenerek başlarken yeni transfer Roy Makaay hattrick yaparak umutları iyice yeşertmişti. Fakat sonraki dört maçta yalnızca bir galibiyet aldılar. Dokuzuncu haftada gelen Valencia yenilgisiyle birlikte kafalarda soru işaretleri iyice oluşmaya başlamıştı. Üstelik bir sonraki hafta rakip Barcelona’ydı.

Onuncu hafta Riazor’da oynanan bu maç o sezonun kırılma maçıydı. Rakibini 2-1 yenen Depor; yedi maçlık bir galibiyet serisi yakalayıp zirveye kurulurken, Barcelona ise dört maç üst üste kaybedeceği bir sürece girmişti. Galibiyet serisi Savo Milosevic’in taşıdığı ve sezonu dördüncü sırada tamamlayacak olan Zaragoza tarafından sonlandırılan Deportivo, devre arasına sekiz puan önde lider olarak girmişti. Ancak ikinci yarının başlangıcıyla birlikte takım deplasmanlarda krize girdi ve üst üste beş deplasman maçını da kaybetti. Barcelona ve Zaragoza iyice sıkıştırmaya başlamıştı ki Deportivo durumu toparlamayı başardı ve liderliği hiç bırakmadan yoluna devam etti.

Bitime üç hafta kala Deportivo ve Barcelona arasındaki farkı yalnızca ikiydi. İki takım, sıradaki iki maçta birbirlerine şampiyonluğu adeta ikram etme yarışına girdi. Barcelona, Camp Nou’da Rayo Vallecano’ya yenilirken, Deportivo da Zaragoza’yla berabere kalıyordu. Ertesi hafta ise iki takım da sahadan golsüz beraberliklerle ayrıldı. Son haftaya gelindiğinde Deportivo üç puan öndeydi ve alınacak bir beraberlik bile La Coruña halkının hayallerini gerçeğe dönüştürecekti.

Deportivo’ya son hafta kiminle oynamak isteyeceği sorulsaydı fikstüre göre son hafta karşılaşacakları rakipleri muhtemelen yine ilk tercihleri olurdu. Orta sıralarda yer aldığı için hiçbir iddiası bulunmayan, bir hafta sonra Copa del Rey finaline çıkacağı için maça asılmayacağı kesin olan ve Barça’dan asla teşvik primi almayacak Espanyol, Riazor’da Deportivo’nun konuğuydu.

94’teki şampiyonluk maçında penaltıyı kullanamadığı için çok üzgün olan Donato’nun dersine çok iyi çalışan bir oyuncu olduğunu hatırlıyorsunuzdur. Donato, Espanyol maçından bir gün önce Victor Sanchez’le uzun süre korner çalışması yaptı. Tıklım tıklım dolu Riazor’da konfetiler eşliğinde başlayan maçın dördüncü dakikasında Donato kornerden gelen topta takımını öne geçirdi ve belki de yıllardır içini kemiren bir eksikliği gidermiş oldu. 35. dakikada Roy Makaay’ın ayağından gelen ikinci golle Riazor tribünleri iyice keyifleniyordu.

Şampiyonluk maçındaki golü sonrası Donato’nun sevinci (Kaynak: Reuters)

Skor hiçbir zaman maçı kaybetmeyeceğinizin garantisi olamaz ancak bazen maçta öyle bir an olur ki o takımın kaybetmeyeceğini anlarsınız. 37. dakikada Deportivo savunmasının arkasına atılan topa hareketlenen Espanyollu Enrique de Lucas, kalecinin hatalı çıkışını da fırsat bilerek gelişine bir vuruşla topu ağlara göndermek üzereyken Deportivolu Noureddine Naybet inanılması güç bir hızla topa son anda yetişti ve golü önledi. O an, İspanya’da herkesin Deportivo’nun şampiyonluğu bu kez bırakmayacağını kesin olarak anladığı andı. Altı yıl önceki ürkekliğini yenmiş, tuttuğunu koparan bir takım olmuşlardı.

Bitiş düdüğüyle birlikte La Coruña şehri, hayallerinin çok ötesinde bir mutluluğa ulaştı. 12 yıl önce tek istekleri La Liga’da düzenli yer alabilen bir takımdı. Fakat o gün Deportivo La Coruña, İspanya’nın en büyüğü oldu ve Riazor tribünleri kahramanlarına ulaşabilmek için neredeyse tamamen sahaya döküldü. Kutlamaların ardından Süper Depor için artık sıra yeni maceralara gelmişti.

Fazla yüksek

2000-2004 arası Deportivo La Coruña, İspanya’nın en istikrarlı takımıydı. Bir daha asla şampiyon olamadılar ancak bu dönemde her sezon zirve yarışının içinde yer aldılar. Onların -ve tabii ki Valencia’nın- başarısı İspanya’nın iki devi Real Madrid ve Barcelona için de farklı arayışların başlangıcı oldu. Real Madrid’in Florentino Perez başkanlığında, Barcelona’nın da Joan Laporta başkanlığında giriştiği yeniden yapılanma hamleleri bugün bile etkilerinin görüldüğü bir sürecin fitilini ateşledi.

Şampiyonluğun ardından gözünü Avrupa’da başarıya diken Deportivo’da Lendoiro bir kez daha kesenin ağzını açtı ve Juan Carlos Valeron, Diego Tristan, Walter Pandiani, Joan Capdevilla ve Francisco Molina takıma katıldı. La Liga’da olduğu gibi Şampiyonlar Ligi’nde de istikrar sağlayan Depor, ilk iki denemesinde çeyrek finale ulaşmayı başarırken grup aşamalarını Juventus, Milan, Manchester United ve PSG gibi takımların önünde lider tamamlıyordu.

Avrupa’da istikrar yakalanırken İspanya’da da Süper Depor döneminin unutulmaz maçlarına yenileri ekleniyordu. Bunların içinde belki de en unutulmazı 6 Mart 2002’de Real Madrid ile oynanan Copa Del Rey finaliydi.

6 Mart 1902’de kurulan Real Madrid’de Başkan Florentino Perez, 100. yıl kutlamaları çerçevesinde Copa Del Rey finalinin kulübün kuruluşunun tam 100. yılına denk gelen günde Bernabeu’da oynatılmasını talep etmiş, bu talebi de olumlu karşılanmıştı. Real Madrid taraftarları bu özel günü heyecanla beklerken diğer kulüplerin taraftarları bunun Real Madrid’e tanınmış bir ayrıcalık olduğunu düşünerek Deportivo’nun bir sürpriz yapmasını diliyordu.

Öyle de oldu. Real Madrid oyuncuları günün heyecanına fazla mı kapıldı bilinmez ancak sahada fırtınalar estiren bir Deportivo vardı. Sergio ve Tristan’ın golleriyle 2-1 kazanmayı başarırlarken; takımlarını Madrid’de yalnız bırakmayan taraftar grubu Riazor Blues, bitiş düdüğüyle hızlıca stadı terk eden Real Madrid taraftarlarına “Doğum gününüz kutlu olsun” tezahüratıyla sesleniyordu.

Sergio, Copa Del Rey finalinde ilk golü atan oyuncuydu (Kaynak: Cordon Press)

2003-2004 sezonuysa Deportivo için her açıdan kırılma noktası olacaktı. Tarihin en sürprizli Şampiyonlar Ligi sezonunda finali dikkatsizlikten kaynaklanan bir penaltı yüzünden kaçıran Depor, yarı finale gelirken çok zorlu maçlarda Avrupa devlerine adeta ders vermişti. Grup aşamasının ardından son 16 turundaki rakipleri bir önceki sezonun finalisti Juventus olmuştu. Juve’yi hem içeride hem dışarıda yendikten sonra çeyrek finaldeki rakipleriyse bir önceki sezonun şampiyonu Milan’dı. Şampiyon kadrosuna bir de Kaka gibi bir yıldızı ilave eden İtalyan ekibi yine şampiyonluğun en güçlü adayıydı.

San Siro’daki ilk maçta gücünü gösteren Milan, Pandiani’nin golüyle 1-0 geriye düşmesine rağmen, maçı etkileyici bir oyunla 4-1 kazanıyordu. Riazor’da oynanacak rövanş maçı neredeyse herkesin gözünde yalnızca bir formalite maçıydı. Üstelik elde bunu destekleyen veri de mevcuttu: O tarihe kadar Şampiyonlar Ligi’nde hiçbir takım üç farklı mağlubiyeti çevirerek tur atlamayı başaramamıştı. Fakat Süper Depor döneminin oyunculara öğrettiği bir şey varsa, o da Riazor’da her şeyin mümkün olduğuydu.

Maçın ilk yarısında Pandiani golcülüğünü, Valeron zekasını, Luque de fırsatçılığını konuşturdu ve Deportivo soyunma odasına 3-0 önde gitti. İşi bitiren imzayı atmak da maçın ikinci yarısında kaptan Fran’a düştü ve şampiyonluğun en büyük adayı Milan, Riazor’da darmadağın olarak elendi. Andrea Pirlo’nun daha sonra yazdıkları olanları özetliyordu: “İlk maçı 4-1 kazandık ve turu geçememe ihtimalimiz Gattuso’nun güzel sanatlar diploması alabilmesiyle aynıydı. Hayatımda ilk ve son kez, sahayı paylaştığım insanlar bir şey mi kullanıyor diye şüphelendim.”

Depor’un müthiş performansı Milan oyuncularını şaşkına çevirmişti (Fotoğraf: Miguel Riopa)

Daha sonra yarı finalde Jose Mourinho’nun Porto’suna kaybetmek Deportivo için Şampiyonlar Ligi macerasının sona ermesinden çok daha fazlası anlamına geliyordu. Mali sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir türlü yeni şampiyonlukların, kupaların gelmemesi oyuncu grubunu mental olarak yıpratmıştı. Takımın yaş ortalaması da yükselmişti ve deneyimli oyuncuların yerini dolduracak yeni isimler ortaya çıkmıyordu. Fran ve Mauro Silva kariyerlerini noktalarken ciddi bir boşluk bıraktılar. Roy Makaay’ın gidişiyle takımın gol yükünü çekmesi beklenen Diego Tristan ise önce sakatlıklar, ardından gece hayatına olan düşkünlüğüyle ilk zamanlarından oldukça uzaklaştı ve geldiği kulüp olan Mallorca’ya bedelsiz dönüş yaptı. Irrureta’yla oyuncular arasındaki iletişim de kopmaya başlamıştı. Hatta bir iddiaya göre Djalminha, Irrureta’ya kafa atmıştı.

Başkan Lendoiro işin “sürdürülebilirlik” kısmına pek odaklanmamıştı. Daha çok bir taraftar gibi düşünüyordu. Oyuncu alış-satış dengesi iyi kurulmuş olsaydı belki de daha istikrarlı şekilde belli bir seviyeyi koruyabilirlerdi ancak o zaman da çok arzuladığı en tepeye ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayabilirdi. Yine de 2009’da yaptığı açıklamada yanlışlarını kabul ediyordu: “En büyük hatam satabilecek durumdayken oyuncuları satmamaktı. Fakat kupalar kazanmak bir illüzyon yaratıyordu. Şimdi bundan kaynaklanan sorunlara çözüm bulmak zorunda olduğumu biliyorum ama Riazor Blues’un tribünlerde söylediği gibi: ‘Hayatımda yaşadığım en güzel şey buysa, nasıl unuturum Deportivo’nun ligi kazandığını?’”

2005 sonrası keskin bir düşüş gösteren Deportivo, Şampiyonlar Ligi geliri olmayınca çareyi oyuncuları elden çıkarmakta buldu ve her yıl biraz daha eski günlerinden uzaklaştı. 2010-11 sezonunun son haftasında Riazor’daki rakipleri bir kez daha Valencia’ydı. Ancak bu kez ortalıkta kazanılacak bir başarı yoktu. Deportivo ligde kalabilmek için Valencia karşısına çıktı ama başaramadı. Yerel bir gazete şu manşeti atıyordu: “Yine Valencia”

Sonraki yıllarda Deportivo eski dönemleri acı şekilde hatırlatırcasına yeniden asansör takıma dönüştü. İflasın eşiğine gelen kulüpte Lendoiro 2013’te görevden ayrılırken kulüp bedelsiz veya kiralık oyuncularla lige tutunmaya çalıştı. 2018’de tekrar ikinci lige düşen kulüp, geri yükselmeyi başaramadığı gibi bu yıl kendini üçüncü ligde buldu. Ikarus tam anlamıyla dibi boyluyordu.

Lendoiro istifası sonrası şunları söylemişti: “Tabii ki bunca yıllık başkanlık döneminde hatalarımız oldu. Bunu inkar etmiyoruz. Bunun için özür dileriz, ancak emin olun ki her şeyi Deportivomuzu olabilecek en yüksek noktada görebilmek amacıyla yaptık.”

Deportivo La Coruña olabilecek en yüksek noktaya çıkmıştı. Muhtemelen sorun da tam olarak buydu. Ancak Riazor Blues’un dediği gibi; bu, yaşadıkları en güzel şeydi.

Kapak: Cesar Quian

Bir Cevap Yazın