Olimpik bir atletin hayatını mahveden bir savaş ve hayatta kalma mücadelesiyle Türkiye’de yeni kimlikli yeni bir hayat. Bu topraklara uzanan bir yıldızın hikayesi…
Hikayenin başladığı yere dönelim. Hakoah Viyana Kulübü’ne. Viyana’da, Yahudilerin spor yapmasına ve pek çok dalda önemli sporcuların yetişmesine olanak sağlayan bu kulübe, henüz gençliğe yeni adım attığında katılan biri daha var. O gencin adı Alfred Konig.
Konig, 1930’lu yılların hemen başında kulübün kapısından bir yüzücü olmak için girse de zamanla atletizmde önemli bir sprinter olacağını göstermişti. Çok geçmeden 1932 yılında Avusturya Ulusal Gençler Şampiyonası’nda 400 metrede zafere ulaşmıştı. Döneminin bir başka büyük sprinteri Avusturyalı Felix Ritter’e kafa tutar hale gelmişti. Ritter ile rekabeti Avrupa’daki politik çizginin insanların hayatlarına müdahale edecek seviyeye gelmesiyle farklı bir anlam daha kazanmıştı. Konig Yahudiydi ve Nazilerin eliyle köpürtülen antisemitizmin etki alanı günden güne onun spor hayatını tehdit eder hale geliyordu. Zamanla diğer Yahudiler gibi yaşamını da tehdit edecekti. Öte yandan Felix Ritter görünüşte başarılı bir atlet olarak bilinse de Nazilerin Avusturya’daki öncü subaylarından biriydi. Konig ve Ritter 1932’den 1936’ya kadar Avusturya’daki sprint yarışlarında sık sık karşılaşmıştı.
Konig’in ünü Yahudiler arasında yayılmıştı. Olimpiyat Oyunları’ndan bir yıl önce Yahudi sporcuların katıldığı uzun bir geçmişe sahip Makabiyat Oyunları’nda yer aldı. Burada, bireysel ve bayrak yarışlarından toplamda dört madalyayla dönmeyi başardı.
1936 yılına gelindiğinde Avrupa artık giderek Yahudiler için yaşanması zor bir coğrafya olmaya başlamıştı. Tam da bu dönemde Hitler’in gövde gösterisine dönüştüreceği 1936 Berlin Olimpiyatları kapıyı çalmaktaydı. Yahudilere yapılan baskılar Hakoah Viyana Kulübü’nü bir karar almaya itti. Kulüp sonunda sporcularını Berlin’e göndermeme kararı aldı ancak Konig Olimpiyat’a gitmeye kararlıydı. Kulübüyle ilişkisini kesti ve takımsız olarak katıldığı Avusturya Ulusal Şampiyonası’nı Felix Ritter’in önünde kazanarak Olimpiyat bileti aldı. Ancak türlü zorlukları aşarak katıldığı Olimpiyatlar Konig için verimli geçmedi ve hem 200 hem de 400 metrede ilk elemeyi geçemeyerek Berlin’e erken veda etti.
Olimpiyatlardan dönen Konig, Nazilerin giderek güçlenmesi sonrası Avusturya’yı iyiden iyiye karışmış buldu. Bu süreçte Hakoah Viyana Kulübü’ne tekrar kabul edildi. 1937’de 4×400 ve 4×100 bayrak yarışlarında Avusturya Ulusal Şampiyonası’nda altın madalya kazandı. Fakat Konig’in başarıları bi yana, artık sporun ikinci plana düştüğü günler başlamıştı zira 1938’e gelindiğinde beklenen olmuş, Anschluss (Almanya’nın Avusturya’yı ilhakı) gerçekleşmiş, Avusturya pek çok Avrupa ülkesi gibi Yahudiler için bir cehenneme dönmüştü. İşte Alfred Konig’in Türkiye hikayesi tam da bu zamanda başladı. Babası Jakob’un Türkiye’de doğması ve uzun yıllar bu ülkede tüccarlık yapması Türkiye alternatifini Alfred için güçlendirmişti.
1938 ortalarında Türkiye’ye gelen Alfred Konig, antremanlara vakit kaybetmeden yeniden başlamıştı. Konig’in Türkiye’ye yerleşmesiyle birlikte Türkiye adına yeni bir isimle yarışması da epey hızlı bir sürecin sonunda gerçekleşti. Zira Konig’in Türkiye’yi uluslararası arenada başarıyla temsil edeceği aşikardı. Formaliteler halledildi ve ona gerçek ismiyle fonetik açıdan uyumlu yeni bir isim verildi: Ali Ferit Gören.
Türkiye, Ali Ferit’i o yıl takvimdeki ilk uluslararası şampiyona olan Belgrad’daki Balkan Oyunları’na yetiştirdi. Gören burada yedi yıldır kırılamayan 400 metre Türkiye rekorunu 49.4 ile kırmakla kalmadı aynı zamanda altın madalyayı da boynuna taktı. Ayağının tozuyla Türkiye adına kürsünün en üst basamağına çıkmayı başarmıştı. Ne acı tesadüftür ki Balkan şampiyonu olduğu bu yıl içinde yetiştiği Hakoah Viyana Kulübü Naziler tarafından kapatılmıştı. 1945 yılına kadar da faaliyet gösteremeyecekti.
Şampiyonluğunun bir yıl sonrasında Atina’da düzenlenen Balkan Oyunları’na unvanını korumak için gitmişti. Burada yine 400 metre yarışını bu kez 50.8 ile kazandı. Ancak madalyalar bununla sınırlı değildi. Bayrak yarışlarında Türkiye’ye iki madalya daha getirirken, 200 metrede de bronz madalyanın sahibi olmuştu.
1938 ve 1939 Balkan Oyunları’nın ardından iş hayatı ve spor hayatını bir süre daha birlikte götürdü ancak bir daha uluslararası yarışmalarda kürsü göremedi. Yine de Ali Ferit Gören, sporcu gömleğini yavaş yavaş çıkarıp eğitimler vererek sporun içinde kalmaya devam etti. Askerliğini yaptığı Kuleli Askeri Lisesi’nde Balkan Şampiyonu ve Olimpiyatlarda yer almış bir atlet olarak spor öğretmenliği yaptı.
42 yaşına geldiğinde halen 400 metre Türkiye rekoru ondaydı. Nihayet 1955 yılında o 42 yaşındayken Fahri Özgüden 49.0 ile Ali Ferit Gören’in 49.4’ünü geçti. Rekoru 17 yıl elinde tutmayı başarmıştı.
Altıncı Cumhurbaşkanı Fahir Korutürk’ün başarılı sporcuları ağırladığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki resepsiyona Ali Ferit Gören de davet edildi. Devletin en üst makamı tarafından geç de olsa 68 yaşında onurlandırılmıştı.
Ali Ferit Gören, 74 yıllık ömrünün 49 yılını geçireceği Türkiye’ye geldikten sonra Balkan Oyunları’ndaki şampiyonluklarıyla bir dönemin ülkedeki en iyi sprinteri olmaya başardı üstelik sporu bıraktıktan sonra da spor öğretmenliği yaparak ülkeye hizmet etmeye devam etti. Bir göçmen olarak geldiği bu ülkede silinmez anılar bıraktı.
Peki hatırlanmayı hak edenleri unuttuğumuz bu topraklarda Ali Ferit Gören’i bilen kaç kişiyiz?