Tarih: 01.08.2020 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

Henrik Larsson, Ronald De Boer, Chris Sutton, Tore Andre Flo ve diğerleri. Çok değil yirmi sene önce İskoçya Premier Ligi büyük bir cazibe merkeziydi. Şimdilerde ise var olma savaşı veriyor.

90’lı yıllar Avrupa’da futbolun iyiden iyiye endüstrileşmeye başladığı dönem olarak bilinmekteydi. Dijital yayınların erişim ağınının genişlemesi ve kilometrelerce ötedeki insanlara dokunabilen sihri, paranın futbola hükmetmeye başladığı sürecin başlangıcı olacaktı. 1992’de hayatımıza giren İngiltere Premier Ligi ve Şampiyonlar Ligi, oluşturdukları albeniyle her geçen yıl futbolseverleri daha çok büyüledi. Bunun sonucu olarak pek çok ligi kendi içinde “prömiyer” bir yapı kurmaya itti. 1998 yılında kurulan İskoçya Premier Ligi de İngiltere Premier Ligi’nin yolunu takip ederek televizyon geliri ve sponsorluklar üzerinden bir yeniden yapılanmaya gitti. Ne var ki, önceleri başarıyla yürütülen bu yapı zamanla kendini reforme edemedi, iki kulüp hegemonyasını kıramadı, giderlerini karşılayan bir gelir modeli yaratamadı ve İngiltere Premier Ligi’nin girdabında boğulmakla yüz yüze kaldı.

Temelde, gelir modelinin başarısızlığı İskoç kulüplerine olan yıldız futbolcu akışını durdurdu. Kulüplerdeki kaliteli oyuncu eksikliği futbolcuların gelişimini sınırladı ve bu durum İskoçya Milli Takımı’na yansıdı. 1954-1998 yılları arasında on iki kez düzenlenen Dünya Kupası’na dokuz kez katılma başarısı gösteren İskoçya, 2002’den itibaren düzenlenen son beş Dünya Kupası’nın hiçbirine katılamadı.

Yayın gelirlerinin düşüşü ve alternatif gelir modelleri

Aslında İskoçya Premier Ligi, ilk kurulduğu yıllarda iyi bir gelir modeli yaratabileceğine yönelik bir izlenim yaratmıştı. Üstelik bu intiba, ilk başarılı yayın anlaşması ile de perçinlenmişti. 2000’lerin başına denk gelen bu dönem, halen yıldız yabancı futbolcuların İskoçya’yı cazibe merkezi olarak gördüğü dönemdi. 2000-2001 sezonu öncesi Glasgow Rangers, Tore Andre Flo’nun transferi için 18 milyon euro ödedi. O sene, toplamda 46 milyon euroluk bir transfer harcaması yaptı. Aynı sezon Glasgow’un diğer takımı Celtic, aralarında Chelsea’den takıma kattıkları Chris Sutton’ın da bulunduğu yeni oyuncuları için toplam 31 milyon euro ödedi. Ancak ilerleyen dönemde, gelir tablosunun belirleyici kalemi olacağı görülen yayın anlaşmaları istenen seviyeye ulaşamadı. 2002’de lig, kendi kanalını kurmaya çalıştı ancak o zamanlar için hayli yenilikçi görünen girişim, bu modele alışkın olmayan tüketiciler tarafından benimsenmedi ve başarısızlıkla sonuçlandı. İskoçya’nın büyük takımları için yüksek bedelli transferler dönemi yavaş yavaş kapanıyordu.

Tore Andre Flo Rangers’a transfer olduğunda. (Kaynak: dailymail.co.uk)

Tam da bu dönemde İngiltere Premier Ligi’nin popülerliğini iyiden iyiye artırması ve yayın gelirlerindeki yükseliş, yabancı sermayenin de futbola dahil olmasıyla ligi farklı bir boyuta taşıdı. Ülke futbolu, yarattığı gelir ile tüm dünya futbol liglerini geride bıraktı. Organizasyonun oluşturduğu çekim gücü ve ortaya konan model, İngiltere alt liglerinin de gelişimine katkı sundu. Championship [1], gelir üzerinden yapılan değerledirmelerde zamanla, aralarında İskoçya’nın da bulunduğu birçok ülkenin en üst ligini geçti. Kaliteli oyuncu havuzu oluşturarak, İngiltere Premier Ligi’ne futbolcu hazırlayan önemli bir organizasyon halini aldı. Tüm bunlara, dünyanın birçok ülkesinden transfer edilen oyuncular da eklenince İskoç futbolcuların kendi liglerinden İngiltere’nin en üst ligine transferi önemli ölçüde azaldı. Bir dönem Alan Hansen ve Kenny Dalglish gibi İskoç oyuncuların transfer olup efsaneleştiği İngiliz kulüpleri gözlerini farklı pazarlara çevirdi.

En iyi 20 ligin gelir dağılımı. (Kaynak: UEFA Club Licensing Benchmark Report)

Gelir yaratmada gitgide zorlanan İskoç takımları için artık yüksek bonservisle oyuncu aldıkları ve “prömiyer” etiketi yapıştırdıkları ligleri, yerini farklı bir modele bırakmalıydı. Bu konuda öncü olan takım ise Celtic oldu. Takım, transferde zamanla genç oyunculara yöneldi. Gelir modeli, gelir kalemleri içinde düşük getirili olarak gözüken gişe hasılatı üzerinden şekillenen İskoçya’da Celtic, oyuncu satışından kendisine alternatif bir kazanç yaratmaya çalıştı. Takım, 2016-2017 sezon başı bonservis ücreti ödemeden kadrosuna kattığı Moussa Dembele’yi 2017-2018 sezonun sonunda 22 milyon euro bedel ile Olympique Lyon’a, 2.5 milyon euro’ya aldıkları Fraser Forster’ı 12.5 milyon euroya Southampton’a ve 2.75 milyon euro’ya getirdikleri Virgil Van Dijk’ı 15.70 milyon euroya yine Southampton’a sattı. Celtic’in esas başarısı ise son beş yılda iki önemli İskoç oyuncuyu İngiltere Premier Ligi’ne yüksek ücretler karşılığında göndermek oldu. Kulüp, bu transfer başarısı ile hem yüksek gelir elde etti hem de İskoç futbolcuların yeniden İngiltere’nin en prestijli ligine transfer olmalarını ve rekabet edecek ortamı bulmalarını sağladı. Lig içindeki rekabet ise iki büyük takımın hegemonyası altında diğer takımların gelirlerini artıramadığı bir yapıda devam ediyor.

Liglerdeki gişe gelirlerinin, tüm gelirlere oranı (Kaynak: UEFA Club Licensing Benchmark Report)

Old Firm ambargosu

Avrupa’nın pek çok orta ölçekli liginde olduğu gibi, İskoçya Premier Ligi’nde de takımlar arasında bir gelir dengesi olduğunu söylemek mümkün değil. Ligin gelir dağılımına bakıldığında, Old Firm [2] kulüplerinin her zaman en çok geliri elde eden kulüpler olduğu görülüyor. 2018 yılında Strathearn Strategic Consulting’in yaptığı araştırmada, Celtic ve Rangers’in toplam gelirlerinin diğer tüm İskoçya Premier Ligi takımlarının toplam gelirlerinden 2.5 kat fazla olduğu görüldü.

Diğer takımlar için alternatif bir gelir modeli yaratılamamış olması yayın ve sponsorluk gelirlerinin düşük seyretmesinin gizli nedeniydi. Öyle ki, Old Firm ekipleri dışında kalan Premier Lig takımları ligin yeni yeni kurulduğu 2000-2001 sezonunda transfere 2.14 milyon euro, 2001-2002 sezonunda ise 2.88 milyon euro harcamışlardı. 2018-2019 sezonuna gelindiğinde ise bu tutar 680 bin euroya, 2019-2020 sezonunda ise 515 bin euroya düşüyordu.

Ligin iki amiral gemisi Celtic ve Rangers için futbolun finansallaştığı bu dönem, bir çok değişimi de beraberinde getiriyordu. İki kulüp, her ne kadar İskoçya’nın açık ara en çok gelir elde eden kulüpleri olsa da İskoçya Premier Lig’inin yetersiz sponsorluk gelirleri ve daha da ötesinde yayın gelirlerinin düşüklüğü bu büyük takımları da farklı yöntemler izlemeye zorladı. Kulüpler, giderek yıldız futbolcuların tercih ettiği organizasyonlar olmaktan çıkıp, yıldız futbolcu adaylarını parlatarak Avrupa’nın büyük liglerine oyuncu satmaya çalışan ekiplere dönüştü. İskoçya Premier Lig’inin prestijini düşüren ve önemli bir gelir kalemini yitirmesine neden olan olay ise 2012’de gerçekleşmişti.

Glasgow Rangers’ın finansal çöküşü ve etkileri

2008-2009 yıllarında ortaya çıkan küresel ekonomik kriz futbolu da etkiledi ve devamında İskoçya’nın en çok gelir eden kulüplerinden biri olan Glasgow Rangers’ı büyük bir finansal uçuruma sürükledi.  2012’de kulüp, toplam 49 milyon sterlinlik vergi borcu ile kayyuma devredildi. Glasgow Rangers, bu ekonomik tabloya rağmen 2012-2013 sezonunda yeniden İskoçya Premier Ligi’nde mücadele edebilmek için İskoçya Lig Birliği’ne başvuru yaptı. Ancak 12 takımdan 8’inin kabul oyuyla ligde kalabilme şansı olan takım, 7 ret oyuyla ligin dışında bırakıldı ve takip eden süreçte İskoçya 3.Ligi’ne düşürüldü.

Glasgow Rangers’ın Premier Lig dışında kaldığı üç sezonda ligin gelirleri iyiden iyiye düştü. Bu durumu öngören ve kendi gelir kalemi biraz da Old Firm rekabetinden beslenen Celtic, ezeli rakibinin ligde kalması yönünde oy kullandıysa da başarılı olamadı. Rangers’ın ligde olmadığı dönemde yeşil-beyazlıların gelirleri gözle görülür şekilde düşerken, mavi-beyazlıların lige dönüşü ile Celtic’in gelirleri de tavan yaptı.

Öte yandan Rangers’ı Premier Lig dışında bırakan yedi takımın amacı, muhtemelen bu güçlü takımın yokluğunu fırsata çevirmekti. Bu durumu, hem başarı hem de finansal olarak bir şans olarak görmüşlerdi. Ancak kulübün yokluğunda diğer takımların gelirleri artmadı, gözle görülür bir başarıya ise ulaşmadılar.

Milli Takımın başarısız yılları ve yeni jenerasyon

İskoçya Milli Takımı’nın son Dünya Kupası yolculuğu 1998 yılındaydı. Dünya Kupasına giden o kadroda yedi İngiltere Premier Ligi oyunucusu vardı, Championship’ten ise sadece bir oyuncu bulunuyordu. Kadroda Fransa ve Hollanda liglerinden oyuncular da vardı. Ancak 2002’den itibaren ligin kalitesinin kademeli olarak düşmesi ve İngiltere Premier Ligi’nin giderek oyuncu havuzunu globalleştirmesiyle İskoç oyuncular için gelişim yolu tıkandı. Bu duruma bir de tartışılan teknik adam ve oyuncu seçimleri de eklenince İskoçya 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupası eleme gruplarında tarihinin en başarısız dönemini yaşadı.

2000’li yılların başlarında ağırlık verilen altyapı faaliyetleri ise 2015 yılından itibaren İskoç futbolunda bir nebze de olsa hareketlenme yaşanmasına neden oldu. Yetişen oyuncuların bir çoğu İngiltere Premier Ligi’nde yeterli şansı bulamadığını görüp rekabet gücü giderek artan Championship’e rotasını çevirdi. 2018 Dünya Kupası Eleme Grubunda artık çoğunluğu Championship takımlarında forma giyen oyunculardan oluşan İskoçya, önceki üç Dünya Kupası eleme grubuna göre daha rekabetçi olmayı başardı. Gruptaki son Slovenya maçının kadrosunda Championship’ten tam dokuz oyuncu yer aldı. Grupta on sekiz puan toplayan takım averajla üçüncü sırada kaldı. Yeniden yapılanan, nispeten gençleşen ve aradığı rekabeti bulmuş görünen İskoçya, 2022 Dünya Kupası’na katılım için ümit verdi.

Farklı arayışlar ve radikal kararlar

Son derece düşük yayın gelirleri, iki kulübün hegemonyası ve İngiltere Premier Ligi’nin gölgesi altında İskoçya Premier Ligi’nin geçmişteki görkemli günlerine dönmesi kolay gözükmüyor. Son yıllarda futbolcu satışları ve yıldız bir lig olmaktansa yıldız liglere oyuncu hazırlayan bir organizasyona dönüşmeleri de farklı ve saygı duyulması gereken bir strateji olarak dikkat çekiyor. Yine de kalıcı bir gelir modeli yaratmak için İskoç futbolunun kalıpların dışına çıkması gerekiyor. Bunun için de sadece kendi liginin değil Avrupa’nın da köklü kulüplerinden olan Rangers ve Celtic’in desteğine ihtiyacı var.

Aberdeen Eski CEO’su Keith Wyness yaptığı açıklamada, gelirlerin eşit paylaşılmasının birçok kulübü batma tehlikesinden kurtaracağını daha da ötesinde İskoç futbolunu taşıyan Celtic ve Rangers gibi takımlarla yarışabilecek ekiplerin de gelişimini destekleyebileceğini açıklamıştı. Bu yönde bir oluşum, zamanla artan rekabet ile lige olan ilgiyi artırıp daha yüksek gelirlerin önünü açabilir. Elbette böyle bir durum Celtic ve Rangers gibi kulüplerin kazanımlarını düşürecek ve açıkçası hayli radikal bir dönüşüm olacak. Ancak İskoç futbolunun gelişimi ve bu darboğazdan kurtulması için bu tip radikal kararlara gidilmesi şart gözüküyor. Bu ve benzeri hangi sıradışı karar alınırsa alınsın Old Firm bu noktada belirleyici olacak. Bakalım seçimi kendilerinden mi yoksa ülke futbolundan yana mı yapacaklar, bekleyip göreceğiz.


[1] İngiltere’nin en prestijli ikinci ligine verilen isim. Bilinen ismiyle Championship. Resmi adıyla, English Football League Championship.

[2] Glasgow Rangers ve Celtic takımlarına verilen ortak isim. Aynı zamanda iki ekibin rekabeti ve derbileri de bu isim ile anılır.

Kapak fotoğrafı: www.glasgowlive.co.uk

Bir Cevap Yazın