Tarih: 10.05.2021 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Şehrin Takımı’nın altıncı konuğu Göztepe! Göztepe taraftarları Mazlum Şarkaya, Fatih Güven, Yusuf Tasmacı, İrem Özdemir (Göztepeli Kadınlar Derneği – “Dişi GözGözler” sözcüsü) ve Onur Özkol sorularımızı yanıtladı.

  • Ülkemizde genelde birden fazla takımı olan şehirlerde-aileden Kadıköy veya Beşiktaş semtlerinde yaşayanları saymazsak-taraftarlık semt ekseninde yaşanan bir durum değil. İzmir’de ise farklı bir durum söz konusu. Londra ve Madrid örneklerindeki gibi taraftarlık biraz semte göre şekillenebiliyor. Bu doğrultuda Göztepe taraftarı olma hikayenizi paylaşır mısınız?

Mazlum Şarkaya: Göztepe her ne kadar bir semt kulübü olarak doğmuş olsa da; gerek Avrupa’da elde ettiği başarılar gerekse şehrin tamamını temsil becerisine sahip tek kulüp oluşu bakımından zamanla bu şehrin her ilçesine, semtine, sokağına nüfuz eder bir noktaya gelmiştir. Bugün içinde Göztepeli olmayan tek bir şehir bile kaldığını sanmıyorum. İzmir ile hiçbir alakası olmayıp, hatta İzmir’e hiç gelmemiş insanların bile, Göztepeli olduklarını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında Göztepe Kulübü’nün semtinden doğan ışığıyla mesafe gözetmeksizin bu kadar geniş kitleleri peşine sürüklemesi bu kulübün kendine has farklı dinamikleri bünyesinde barındırdığının göstergesidir. 

Nasıl Göztepeli olduğuma gelince; ben bu açıdan kendimi şanslı sayanlardanım. Aileden Göztepeliyiz. Bu aşk ile babamın omuzlarında tanıştım. Göztepeli bir çok ailede olduğu gibi bizde de çocuklar daha bebeklikten, anne-baba demeden önce, Göz-Göz çekmeyi öğrenirler. Dün babamızın omuzlarında biz vardık, bugün bizim omuzlarımızda çocuklarımız var. Mesela birçok insana zaman zaman sorulan “ilk gittiğiniz maç” sorusunun cevabı Göztepeli çocukların çoğunda yok veya ilk hatırladıkları maç şeklinde vardır. Daha bebek yaşta tribüne getirilen o kadar çok çocuk var ki o ilk gittikleri maçı hatırlamaları mümkün değil. Kendi açımdan aileden Göztepeli olmasaydım bu şehri bu kadar seviyorken, şehrin en büyük değerine kayıtsız kalamazdım ve yine Göztepeli olurdum diye düşünüyorum.

Fatih Güven: Semt kültürü bizim yetiştiğimiz dönemlerde daha baskındı. Güzelyalı pazarında domates ile salatalığın yan yana konmadığı dönemde büyüdük. Akrabalar ve Güzelyalı’daki abiler sayesinde başka bir takım seçme şansınız olmuyor zaten. Belli bir yaşa gelince maçlara götürülüp gerekli aşı yapılıyordu. Şimdilerde semt ayrımı fazla kalmadı. İzmir’deki şehirleşmenin farklı bölgelere kayması ile mesela Karşıyaka’da bile ciddi bir taraftar sayısı oluştu. İzmir eşittir Göztepe.

Yusuf Tasmacı: Ben 1983 doğumluyum ve doğma büyüme Güzelyalılıyım. Yaşadığım sokak yeni yapılan stadımıza yürüyerek on dakika mesafede. Aslında futbolu bana sevdiren Rıdvan, Aykut ve Oğuz’dur. Özellikle Rıdvan Dilmen. Hala internetten onların videolarını açıp izlerim. Tabii o zamanlar TV’lerde sadece Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş maçları yayınlanırdı. O sayede futbola gönül vermeye başladık. Bu saydığım oyunculardan dolayı da Fenerbahçe’yi severdim. Ama büyüdükçe, bazı şeyleri daha da iyi görmeye başladıkça, insanın fikirleri değişiyor. Ben ilkokul çağlarındayken Göztepe altyapısında akrabam oynuyordu. Onun maçlarını izlemeye giderdik annemle, o zamandan başladık Gürsel Aksel Stadı’na gitmeye. Saha kenarının ortasında küçücük bir tribünü olan bir yerdi o zaman stadımız. O zaman öğrendim ben Göztepe diye bir takımın olduğunu, hem de evimizin dibinde. Bu aslında bence medyanın insanları nasıl yönlendirdiğinin bir göstergesi. Düşünsenize evinin dibinde şanlı tarihi olan bir takım var ama senin bundan haberin yok. Mahalledeki çoğu yaşıtım benimle aynı şekildeydi. Ortaokul çağlarında aklımız ermeye başladı çoğu şeye. O dönemlerde hepimiz sadece Göztepeliydik. Çok şükür ki Göztepeli olmuşuz.

İrem Özdemir: Göztepeli olma hikayem; yaşımın yarısından fazlasını almış, hayatımın önemli kısmını alan en güzel yıllarım diyebilirim. Bir kadın olarak Göztepe tribününün içerisinde bulunmanın, kadının gücünü gösteren Dişi GözGözler’i kurmanın mutluluğunu yaşıyorum. Dernekleşme serüvenimize kadar uzanan zorlu yollar oldu. Göztepemiz gibi; dar yollardan, zor yıllardan geçerek geldik. Göztepe tribünü; armasına canı gönülden bağlı, takımı neredeyse orada olan büyük bir camiadır. Göztepeli olmak semt işi değil, yürek işidir. Sevdasının peşinden koşan herkes Göztepe tribününde omuz omuza verip aynı besteyi haykırır. İzmir Göztepe, Göztepe İzmir demektir.

Onur Özkol: Benim Göztepe hikayem ismimin koyulmasından önce başladı. Doğduğum günün fotoğraf albümünde aile dostları tarafından yazılmış şu not yer alır: “Ufaklık daha ismini bile bilmiyoruz. Ancak tutacağın takım şimdiden belli. Sen de bir Göztepeli olacaksın. Hayatın kahır çekmekle geçecek. Allah başka keder vermesin.”

  • Göztepe taraftarının hayatı nasıl geçiyor? Maç gününde ya da diğer günlerde İzmir’de Göztepe taraftarları olarak ortalama bir haftanız nasıldır?

Mazlum Şarkaya: Göztepe taraftarının hayatı Göztepe’ye göre şekilleniyor. Maç olsun olmasın, Göztepelilerin Göztepe’yi konuşmadığı tek bir anları dahi yok. Çünkü sevenleriyle Göztepe arasında sadece maçlar üzerinden değerlendirilecek bir bağdan çok daha fazlası mevcut. Göztepeli olmak bir takım tutmanın çok ötesinde, insanlar Göztepe ile hayata tutunuyor. Aile içi ilişkiler, iş hayatı, misafirlikler, okullar, dersler, sınavlar, iş toplantıları, seyahatler, sevgiliyle randevular bile Göztepe’ye göre dizayn ediliyor. Kısacası hayatımızda Göztepe ile çakışan ne varsa onu erteliyoruz veya arka plana itiyoruz. Bu yüzden özel hayatında veya iş hayatında zarar gören birçok insan var ama hiç de pişman olduklarını sanmıyorum. Göztepeliler maç günü sabahı bile diğer günlerden bir başka uyanıyor. Göztepe iyiyse Göztepeliler de o haftayı daha mutlu geçiriyor, bu doğal olarak çevremize ve sosyal hayatımıza da tamamen yansıyor. 

Fatih Güven: O  hafta galipsek muazzam, değilsek etrafımıza cehennem. Salı olunca kaşıntı başlar. “Muğla’ya otobüs mü yapıyoruz araba mı?” derdi aynı kişi. Kemik tayfanın tüm haftası Göztepe ile geçer. Maç öncesi hazırlıklar, pankartlar vs. Bir zamanlar konfeti diye tatlı bir telaşımız vardı mesela, futbolun ruhunun yanında bunları da öldürdüler.
Bir zamanlar iç saha maçımızın hangi statta olacağını bilmezdik. Atatürk mü Alsancak mı? Alsancak diye beklerken İl Güvenlik Kurulu hoop Atatürk’e alırdı maçı. Geçen sene stadımızın açılmasıyla o günleri geride bıraktık. Hayatımın en mutlu günüydü ama sefasını süremeden bu virüs belası çıktı. Statların açılmasıyla, planların yapıldığı o muazzam haftalara döneceğiz inşallah.

Yusuf Tasmacı: Ben İstanbul’da yaşıyorum. Özellikle bu mobil teknolojileri geliştiğinden beri sürekli sabah-akşam Göztepe muhabbeti… Maç günü sabah ilk uyanan “Kalkın lan bugün Göztepenin maçı var” diye günaydın mesajı atar. Güne o mesajla başlarız. Maç varsa o günün bütün planı maça göre yapılır. Eşim de artık bunu kabullendiği için o da planını maçlara göre yapıyor. İzmir’deki arkadaşlar program yapar, maç için sözleşirler, buluşup maça giderler, bana bir sürü fotoğraf ve video atıp o ortamı yaşatmaya çalışırlar. Pandemi öncesinde tabii. Maç oynanırken ses kayıtları gelir. Gol olur, gol videoları gelir sürekli. Maç biter, sonuca göre yorumlar başlar. Eğer kazanmışsak, bizden ne isterseniz isteyin. Ama kaybettiysek ve kötü oynayarak kaybettiysek hiç yaklaşmayın, şaka yapmayın, bizimle uğraşmayın. Göztepe taraftarı sosyal hayatının merkezine Göztepe’yi koyar. Göztepe’ye endeksli yaşar. Stadın açılış maçına gidebilmek için kışın ortasında yıllık izne çıktım ben. O maça gidemeseydim gözüm açık giderdim herhalde. Maçtan sonraki gün, geçmiş maçın değerlendirmesi yapılır. Sonuca değil ama oyuna göre yorumlanır. Kendi çapımızda taktik ve oyuncular değerlendirilir. Sonraki günler ise önümüzdeki diğer maçın yorumları ile geçer.

İrem Özdemir: Göztepe taraftarının pandemi öncesi hayatı iki haftada bir kilometrelerce yollara düşmekle, haftada bir iç sahada buluşmakla geçiyordu. Maçlara girmeden yapılan skor tahminleri… Formalarımızı giyerek, kışın ise atkımızı takarak Göztepe için yollara çıkardık. Pandemide her ne kadar uzak kalsak da evimiz Gürsel Aksel Stadyumu’nun önünden geçmek bile bizler için terapi niteliğinde diyebilirim. Güzelyalı sahilinde bir hava alıp kulübümüzü görmek bize uzakları yakın ediyor. Yasaklarda, uzaklarda her daim Göztepeliyiz.

Onur Özkol: Bizim için hafta genellikle ikiye ayrılıyor: Maç günü ve maçı beklediğimiz diğer günler. Eskiden günler öncesinden maçlara hazırlık yapardık. Gazete kağıtlarından konfeti yapar, torbalara doldururduk. Maç günü Güzelyalı’dan konvoy kalkar. Maç öncesi Kordon’da yemek-içki yapılır. Karşıyaka maçı gibi günler daha farklı olur.

  • İsyan sizin için ne ifade ediyor? Hem kulübün tarihini hem de Göztepe taraftarının bugününü düşünerek yanıtlayabilir misiniz?

Mazlum Şarkaya: İsyan bu kulübün mayasında var. Haksızlığa karşı isyan ederek doğan bir kulüpten bahsediyoruz. Sonraları İstanbul hegemonyasına karşı bayrak açan ilk kulübüz. Orada da sıradanlığa, İstanbul merkezli alıştırılmışlığa karşı bir isyan var. Bu, güce biat edenlerin asla anlayamayacakları bir şey belki de. Çünkü Göztepeli olmak için kulübün tarihinde belli dönemlerde tekrarladığı o karakteri zamanı geldiğinde siz de göstermelisiniz. Bu taraftar her kesimin görmezden geldiği, sırtını döndüğü bir ortamda 2 Eylül 2006 günü “isyan yürüyüşü” düzenleyerek Göztepe’yi ayağa kaldırmak için kulübün temelinde, geleneklerinde görülen tepkiyi kendince vermiştir. Göztepe Kulübü’nün bugün geldiği noktada geçmişte taraftarının gösterdiği aksiyonların da büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.

Fatih Güven: Kulübün kuruluşu isyan ile olunca bu isyan felsefesi tüm bir tarihe yayılmış oldu. Kuruluştaki isyan İstanbul hegemonyasına isyan ile devam etti. Efsane takım şampiyonluğa en çok yaklaşan takım oldu, Edirne dışına çıkarak Avrupa’da başarılı oldu, iki Türkiye Kupası aldı. Bu isyan ruhu kulübün zor günlerinde, her sene bir alt lige düştüğü dönemde bir kez daha ortaya çıkıp taraftarlarının kulübe sahip çıkarak kulübün kapanmasına mani oldu ve bugünlere getirdi. Günümüzde ise Süper Lig’de dördüncü sezonunu yaşayan Göztepe yine İstanbul hegemonyasına isyan ederek eski günlerine dönecektir, buna inancımız tam.

Yusuf Tasmacı: İsyan Göztepelilerin kimliğidir, isyan edecek konu bulmakta hiç zorlanmayız. Sanıyorum kandi takımına en sert eleştiriyi yapan taraftar bizlerizdir. Çünkü hep en iyisini isteriz. Takım maçı kazansa bile oynanan oyun iyi değilse ona isyan ederiz. Ne hakkımız yensin ne de başkasının hakkı bize geçsin isteriz. Yönetim hata yapar, yönetime isyan ederiz. Hakem hata yapar, hakeme ve federasyona isyan ederiz. Kulüp kombine fiyatlarını yüksek yapar, ona isyan ederiz. İsyanımızın en büyük amacı doğru yolu göstermektir. Geçmişte yaşanan başarıları tekrar yaşayabilmek içindir bütün bu isyanın sebebi. Efsane Göztepe’yi tekrar Avrupa’da ses getiren takım yapabilmek içindir. İsyan her şartta, her durumda “İnadına Göztepe” demektir.

İrem Özdemir: İsyan bizim için Nebil ile Vedat kardeşler, Muzaffer Koral, Ferit Simsaroğlu, Necati Bey ve Nusret Bey’in trenden inmesi ile Göztepe semtinde 14 Haziran 1925 tarihinde adını semtimizden alan Göztepe Spor Kulübü’nün kuruluşu ile başlamaktadır. 2 Eylül’deki yürüyüş de bugünlerin Göztepe’si için başlatılmış bir isyandır. O gün yürüyenler bugün çocuklarına onur ve gurur ile bunu aktarıyor. Nesillerden nesillere mirastır Göztepe. 14 Haziran’ı, 2 Eylül’ü unutmadan; göğsümüzde taşıdığımız armanın isyanıyla 18 yıl sonra Süper Lig’e geldik. Göztepe bir isyanın öyküsü, bir başkaldırışın sonucu ortaya çıkan en kutlu davamızdır. Göztepe mahallemizin takımıdır.

Onur Özkol: Göztepe zaten isyan ile doğmus bir kulüp. Altay’da sorun yasayan bazı yöneticiler yanlışlara isyan edip Göztepe’yi kurmuşlar. Yine Göztepe amatörde çok zor günler geçirdiği sıralarda taraftarlar toplanıp “isyan yürüyüşünü” başlatmıştır. Bu kalkışmanın simgesi “İsyan Marşı” olup içinde şu sözler bulunur: “Issız kuytu köşelerden ant olsun ki döneceğiz” Şu an Süper Lig’de mücadele eden Göztepe’nin sebebi budur.

  • İzmir’in futbol tarihine bakıldığı zaman çok köklü kulüplerin olduğunu görebiliyoruz ancak Göztepe ile Karşıyaka’nın farklı bir rekabeti var. Bu rekabeti “Tam 35” ve “Otuz beş buçuk” söylemlerine de değinerek açıklayabilir misiniz? Sizlerin hayatında nasıl bir yeri var bu rekabetin?

Mazlum Şarkaya: İzmir Kulüplerinin büyük bölümü sportif açıdan istedikleri yerlerde olmasalar da tarihi bakımdan çok eski kulüpler. Göztepe-Karşıyaka rekabeti ise sadece futboldan ibaret değil. Bu rekabeti, kendini şehirden bağımsız ve ayrıcalıklı hisseden bir taraf ile İzmir’in tümünü sahiplenen, İzmirli olmakla övünen bir kitlenin rekabeti olarak özetleyebiliriz. Göztepe-Karşıyaka rekabetini İstanbul’un malum üç takımı arasında sadece maç anlamında yaşanan rekabetten çok daha farklı ve bu özelliğiyle bu ülkenin en renkli, en büyük rekabeti olarak görüyorum. İstanbul’daki kulüplerin birbirlerinin semtlerinde mağazaları var. Rekabetleri sadece maçlarla sınırlı, hatta maç yayını yapan mekanlarda birlikte maç izliyorlar. Bunu gardırobunda yeşil renkli tek bir kıyafet bulundurmayan insanların yaşadığı, domates kasası ile limon sandığını yan yana koymamaya özen gösteren manav tezgahlarının bulunduğu İzmir’de hayal bile edemezsiniz.

Fatih Güven: Büyük derbilerin altında ekonomik, din, mezhep, bölge gibi ayrılıklar yatar. Ülkemizde bu tür derbiler pek yok. İstanbul takımlarının arasındaki derbilerin bu tür bir geçmişi yok. Karşıyaka ile aramızdaki derbi bizi ayıran körfezden çok; bir tarafın İzmirli olmasıyla gurur duyması, diğer tarafın ise kendini İzmirli saymayarak “35 buçuk” olarak görmesinden dolayı bayağı sert bir derbidir. Karşıyaka futbolda pek başarılı olmadığı için 80’lere kadar pek rekabet olmamıştır. 81’deki o ünlü 80 binlik maç ile rekabet başlamış oldu. Dibi gördüğümüz seneler baya özlemiştik derbileri, lige tekrar dönmemiz ile üç sezon yaşadık bu heyecanı, şimdiyse bizim o süreci karşı taraf yaşıyor. Kim bilir tekrar ne zaman yaşanır o derbi heyecanı…

Yusuf Tasmacı: Karşıyaka İzmir’in ilk tamamen Türklerden kurulan kulübü. Daha sonra Altay kuruluyor. Altay’da anlaşmazlık yaşayanlar da ayrılıp Göztepemizi kuruyorlar. Tabii ilk kurulan takım olmanın verdiği tecrübe ile gelen başarılı dönemlerden sonra Altay ve Göztepemizin başarıları İzmir’deki Karşıyaka hakimiyetine son veriyor. Aslında rekabet o zamanlarda başlıyor. Özellikle Göztepe’nin üst üste başarılı olması kulübümüzü bir semt takımı olmaktan çıkarıp İzmir şehrinin sahiplendiği bir takım haline getiriyor. Kayınpederim 1952 doğumlu bir Buca-Şirinyerli ve Göztepeli, anlatmak istediğim konu bu. Bu sempati kazanma ve Karşıyaka’nın coğrafi olarak büyüklüğü ile Karşıyakalılar kendilerini İzmir’den farklı bir konumda görmeye başlıyorlar. Kendilerine 35 buçuk demeye başlıyorlar. Aslında yaşanan hazımsızlığın göstergesi bence bu.

Karşıyaka çok önemli bir kulüp. Kendi özelimde onların da bizim de en üst ligde olmasını ve tüm dünyaya gerçek derbiyi en büyük arenada izlettirmeyi isterim. Karşıyaka, Ankaragücü, Bursaspor, Sakaryaspor, Eskişehirspor gibi camia takımlarının yerleri Süper Lig olmalı. Deplasmana giden takımlar deplasmana geldiklerini hissetmeli. Bu takımların taraftarları ülkenin dört bir yanına takımlarını desteklemeye giden insanlar. O yüzden kesinlikle onları küçük görmem ve onlara saygı duyarım. Ama şu bir gerçek ki bizim çektiklerimiz çok acıydı. Ona rağmen takımımızı hiç yalnız bırakmadık; köy köy, kasaba kasaba armanın peşinden gittik. Ben gidemedim ama arkadaşlarım gitti. Amatörde Alsancak Stadı’nda kapalı gişe oynadık. Bu cefayı çektik, şimdi çok şükür olmamız gereken yerdeyiz. Biz İzmiriz, İzmir de Göztepe’dir. İstanbulda benim bildiğim Göztepe adında üç mahalle var, hatta Beylikdüzü’nde Göztepe Caddesi bile var. Ama birisine Göztepe dediğinizde direkt İzmir der. Mesele budur.

İrem Özdemir: “Tam 35” söylemimiz şehrimiz İzmir’in plakasından gelmektedir. Karşıyaka ile olan rekabet de “35 buçuk” olarak plakalarını tanımlamaları, kendilerini İzmir’den ayrı bir şehir gibi nitelemeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu rekabet Göztepe tribünü için önem teşkil etmektedir. 10 Mayıs 2016’ya dek oynanan tüm derbiler çekişmeli, zorlu ve olaylı geçmiştir. Biz İzmirliyiz, Göztepeliyiz. Sevdanın buçuklusu olmaz. Ya tam ya hiç. Tam 35 Göztepe!

Onur Özkol: Sevda dediğinin buçuklusu olmaz! Ya tam olur ya da hiç olmaz!

  • Göztepe’nin sosyal medya hesaplarına baktığımız zaman bizi bir cümle karşılıyor: “Avrupa’da yarı final oynayan ilk Türk takımı” Göztepe gibi köklü bir kulüp tek başarıyla özetlenemez ancak bu noktadan yola çıkarak Göztepe’nin geçmişinin sizde uyandırdığı hisleri paylaşır mısınız? Bu tarihi canlı kanlı yaşamış büyüklerinizden duyduğunuz özel hikayeler var mı?

Mazlum Şarkaya: Göztepe’nin o yıllarda kazandığı bu başarıyı daha değerli kılan; o dönemin kısıtlı imkanları, ülkenin içinde bulunduğu şartlar, Avrupa kulüpleriyle kıyaslanmayacak imkanlar altında mücadele eden tamamı yerli oyuncularla yakalanmış olmasıdır. Bugün Avrupa’nın en önde gelen kulübünde ne varsa bizim kulüplerimizde de var fakat hiçbir kulübümüz Avrupa kupalarında Ocak ayını bile göremiyor. Göztepe’nin Avrupa’da yarı final başarısının yanında Avrupa’da bir de çeyrek final, iki Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası olmak üzere birçok başarıya imza atan; A Milli Takım’ın kalecisi, santraforu ve birçok parçasını yine bünyesinden veren bir takım olduğunu görüyoruz. Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, belli bir yaş üzeri insanların ezbere saydığı tek 11: Ali, Küçük Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, Büyük Mehmet, Ertan, Nihat, Nevzat, Fevzi, Gürsel, Halil diye sayılan ve modern futbolu Türkiye’ye getiren ilk isim olan Adnan Süvari önderliğindeki Göztepe efsane takım 11’idir.

Gittiğimiz yerlerde bununla sıkça karşılaşıyor olmamız bizim içinde büyük gurur kaynağı oluyor. “Büyük” diye lanse edilen kulüpler o yıllarda Edirne dışına çıkamazken Şanlı Göztepe’nin Atletico Madrid, Roma, 1860 München, Marsilya, Hamburg, Bologna, Cardiff City gibi takımlarla boy ölçüşmesi sadece Göztepelilerin değil tüm ülke insanımızın göğsünü kabartan bir başarıydı. Biz büyüklerimizden bu maçların hikayelerini dinleyerek büyüdük. Meşhur Atletico Madrid maçında Bombacı Halil’in skoru 3-0’a getiren golünden sonra radyoda maçı anlatan ve sesiyle bu heyecanı tüm ülkeye duyuran Halit Kıvanç’ın “Üç büyük yok, tek büyük Göztepe” söylemi, dönemin ünlü Roma Teknik Direktörü Herrera’nın Roma-Göztepe eşleşmesinden sonra “Göztepe’yi İzmir’de yenmek mucize” demeci efsane takımın geldiği seviyeyi net olarak ortaya koyuyor. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltabiliriz. Göztepe taraftarı olarak efsane takımın her bireyine bu kulübe yaşattıkları için minnettarız. Para pulu ellerinin tersiyle itip birbirlerine sarılan ve bir kulübe nasıl yüksek bir aidiyet duygusuyla bağlanıp, bir formanın nasıl temsil edilebileceğini herkese gösteren, o dönemin tüm olumsuz şartlarına rağmen zoru başarıp tarih yazan efsanelerimiz asla unutulmayacaklar.

Fatih Güven: Atletico Madrid maçına giden abilerin anlattıklarını dinlemek derin bir kıskançlık hissi uyandırıyor, keşke daha erken doğsaydım dedirtiyor insana. Radyo başında olanlar da Halit Kıvanç’ın efsane maç anlatımını anlatırlar mesela. Düşünsenize daha Edirne’den dışarı çıkamamış bir ülkeye Halit Kıvanç maçı anlatıyor, ülkenin bir ucunda dinleyen gözyaşı döküyor. Bu bizim için müthiş bir gurur. Gittiğimiz deplasmanlarda bu gururu çok yaşadık. Adana’da taksisine bindiğimiz bir amca bir çırpıda efsane takımı saydı mesela. Gaziantep’te bizi gören kahveci “Ali Artuner ne kaleciydi ama!” dedi, vefat ettiğini öğrenince akrabasının ölüm haberini almışçasına üzülmüştü.
Her sene bir alt lige düştüğümüzde başımızı eğdirmeyen bu efsane takımdı. En kötü günlerimizde TRT Spor “Bugün Atletico Madrid zaferinin yıldönümü” diye haber girerdi, bunlar bizi canlı tutardı. Biz bu tarihe borçluyuz, bu tarihi yaratanlara borcumuz var. Elbet o günlere geri döneceğiz, onları tekrar yaşayacağız.

Yusuf Tasmacı: Benim ailemde futbolla alakası olan, ilgilenen kimse yoktu desem yalan olmaz. Ama çevremizdeki büyüklerimizden çok duyduk ve bu duyduklarımız bizi bu armaya sevdalandırdı. Arkadaşımın babası, Allah rahmet eylesin, Tuğrul Amca anlatırdı hep bize o tarihi başarıların geldiği dönemleri. Bombacı Halil’in ağları delen şutunu. Gol oldu mu olmadı mı kimse anlamamış. Sonra hakem golü verince anlaşılmış gol olduğu. Milli takıma on oyuncu verdiğimizi, efsane kaptan Gürsel Aksel’in ne kadar klas bir oyuncu olduğunu, Adnan Süvari’nin ne kadar büyük bir hoca olduğunu, Moskova Panteri Ali Artuner’in hikayelerini hep ondan dinledim.

İrem Özdemir: Avrupa’da yarı final oynayan ilk Türk takımı Göztepe. Bizlere aktarılan hikayelerden size bahsedeyim. Avrupa mücadelelerinde Marsilya ve Angers gibi o dönemin güçlü Avrupa takımlarını eleyen Göztepemiz, onlardan daha güçlü olan OFK Belgrad ile eşleşiyordu. İşte buradan sonrasını olayın canlı şahidi efsanemiz, Buldozer Fevzimiz’in anısını aktarayım:

4. turdaydı galiba, o maçta iyi oynamamıza rağmen; rakibin çok iyi takım olmasından dolayı, biz 3-0 mağlup durumdayken maçın bitimine üç dakika kala kafa ile ben bir gol attım. 3-1 yenildik o maçta. Biz golü atınca tabii dışarıda atılan gol eşitlik durumunda iki sayıldığından dolayı biz bunları İzmir’de en azından 2-0 yenebiliriz diye düşündük ve oradan sevinçli döndük yani. 3-1 yenilmemize rağmen biz bu turu geçeriz düşüncesiyle geldik ve nitekim burada da rakibi istediğimiz skorla yenip yarı finale kadar yükseldik. Bizden 26 yıl sonra Galatasaray bugünkü imkanlar ile geldi ve bizleri geçti. O zaman biz imkansızlıklara rağmen Avrupa’da bu başarıyı elde etmiştik. 23 bin kişi girdi, 23 bin kişi de geri döndü. O zamanlar stat çok büyük değildi. Atatürk Stadı yoktu. Hava soğuk olmasına rağmen tıklım tıklımdı. Tabii Göztepe’nin her maçı öyleydi. Kupa maçları ve lig maçlarında çok değişen bir durum olmazdı. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş geldiğinde inanın titreyerek çıkarlardı bizim karşımıza. Biz güle oynaya çıkardık; kendimizden emindik, çünkü hepimiz kendimiz için değil birbirimiz için, Göztepe için oynardık.

Fevzi Zemzem

  • Göztepe yakın tarih denilebilecek bir dönemde serbest düşüş durumuyla karşı karşıya kaldı. Göztepe adına ne gibi yanlışlar yapılarak bu süreç yaşandı? Sonrasında kulüp nasıl yeniden ayağa kalktı? Sizler o günlerde neler yaşadınız? Taraftarlar olarak Göztepe’yi ayakta tutmak için neler yaptınız?

Mazlum Şarkaya: Şirketleşmek şimdilerde kulüplerin içerisinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklara bakınca tek çare gibi gözüküyor olsa da bunun getirdiği birtakım sıkıntılar da mevcut. Bu sıkıntıların en büyüğünü yaşayan kulüp maalesef bizim kulübümüz. O dönem A.Ş.’nin bağlı bulunduğu grubun yaşadığı maddi sıkıntılar dolayısıyla TMSF süreci yaşandı. TMSF tarafında da olayın uzunca bir dönem netleştirilmemesi sebebiyle uzun yıllar sürecek transfer yasakları, yönetim belirsizlikleri ve ekonomik sıkıntılar ile karşı karşıya kalındı. Bu kulübün göz göre göre amatör lige düşmesine seyirci kalındı. Beş sezonda dört kez lig düşmüş bir takımdan bahsediyoruz. Bakkala ekmek almaya tek başına yollayamayacağınız çocuklara Göztepe forması giydirmek zorunda kalınan bir süreç. Sonuç itibariyle böylesine güçlü bir camianın takımı amatör lige kadar geriledi. TMSF’nin daha sonra Göztepe’nin ticari ve iktisadi bütünlüğü için açmış olduğu ihaleye taraftarın desteğiyle bir araya gelen derneklerle birlikte camianın ileri gelenlerinin liderlik ettiği bir oluşum kurulup; kulübün gerçek sahiplerine geri kazandırılması için adımlar atıldı, fakat istenen sonuç alınamadı. Kulübün hakları Altınbaş Holding’e geçti.

Kulübün içinde bulunduğu tüm bu karanlığa rağmen Göztepe taraftarı bu kulübün tekrar ayağa kalkacağına dair olan umudundan asla vazgeçmedi. Göztepe amatör lige düştükten sonra ilk maçını Buca İlçe Stadı’nda cezası nedeniyle seyircisiz oynuyordu ve binlerce Göztepeli takımını stat dışından, evlerin çatılarından destekliyordu. Aynı dönem 1. Lig’de oynayan diğer İzmir takımları Göztepe’nin amatör ligde topladığı seyircinin yarısını bile toplayamıyorlardı. Kulübüne böylesi tutkuyla bağlı taraftara sahip olan camiaların takımları belki ligden düşerler ama asla gözden düşmezler. Bugün aynı olmasa da başka başka sebeplerle benzer ekonomik sıkıntıları yaşayan bazı önemli camialar var. Göztepe taraftarının o dönem yaşadığı sıkıntıları dilerim hiçbir kulüp taraftarı bir daha yaşamaz.

Fatih Güven: 18 yıl bekledikten sonra lige çıktığımız bir dönemdi. İlk sene kötü geçmiş, düşmüştük ama hemen çıkmıştık yine. O sene harika bir sezon geçirdik. Rahmetli Ümit Kayıhan ile çok güzel top oynuyorduk, Avrupa’yı kıl payı kaçırmıştık. Sonra ne olduysa oldu, Dinç Bilgin’in bankasına el konulmasıyla korkunç bir süreç yaşadık. Sanırım Türkiye’de transfer tahtası kapanan ilk takımdık. Bunun neticesinde bir sezon hariç her sezon bir alt kümeye düşerek amatöre kadar geldik. Ne gibi hatalar oldu dersek; anonim şirkete geçiş dönemi, kapıldığımız heyecanla çok hızlı oldu. O dönemki camianın ileri gelenlerinin kulübü koruyucu maddeler koydurması gerekirdi. Her şey bir anda gelişiverdi ve masal kısa sürdü.
Taraftar bu dönemde açlık grevi bile yaptı ama yapılan en etkili şey 2 Eylül 2006’dali “isyan yürüyüşü” oldu. Bu yürüyüş bayağı bir ses getirdi, kulübün TMSF kıskacından kurtulmasını sağladı ve kulübü bugünlere getirdi.

Yusuf Tasmacı: Öncelikle Allah bizlere tekrar o günleri yaşatmasın diyerek bu soruya cevabıma başlayayım. Türk futbolundaki bir sürü dibi gören kulüp gibi biz de bilinçsiz ve hesapsız yönetimlerin kurbanı olduk. Süper Lig’den paraşütsüz şekilde en dibe kadar düştük. Takımda tecrübeli bir oyuncu yoktu. Kimse para almıyordu. Hep altyapıdan çıkma oyuncularla oynuyorduk. Bir takım düşünün en büyüğü 21 yaşında olsun ve altyapımız da üretim yapan sistemli bir yapıda değil. Beşiktaş ile Türkiye Kupası son 32 turunda İzmir’de karşılaşmıştık. Maç öncesi İstiklal Marşı seremonisinde Beşiktaş takımının kapladığı alan bizimkinin neredeyse iki katıydı. Fizik farkını oradan anlayın. Tümer Metin bizim topçuların yanında herkül gibi duruyordu. Ama ona rağmen o çocuklar aslanlar gibi mücadele ettiler ve belki maçı kazanamadık ama herkesin takdirini kazandık. Maçı Beşiktaş 1-0 kazanmıştı.

Bizler gerçek bir taraftar ne yapması gerekiyorsa onu yaptık. Elimizden geldiği kadar takımımıza destek verdik. Her maçına köy, kasaba demeden gittik. Yeri geldi o dönemin yöneticileriyle kavga ettik. Ama hiçbir zaman armayı yalnız bırakmadık.

Bu düşüşün başlıca sebebi bence şehrin takıma sahip çıkmaması. Kaliteli bir kadro kurmanın maliyetini karşılayacak sistem olmadığı, altyapıdan oyuncu gelmediği bir ortam vardı. Bir işletme üretim yapmadan sadece hazırdan yiyerek nereye kadar gidebilirse biz de o kadar gittik. İzmir hep büyük şehir deriz, övünürüz ama şehrin ileri gelenleri maalesef şehrin takımlarına destek olmazlar. Kulüpler de kendi ayakları üzerinde duracak yapıya sahip olmadıkları için bu son kaçınılmazdı. Şirketleşme ve bir sahibe bağlı olmak maalesef bizim gibi kulüplerin ayakta kalabilmesinin tek şartı gibi duruyor.

  • 4 Haziran 2017’ye gidelim. 14 yıllık hasretin sona erdiği gün. Tarihe “iftarda başlayıp sahurda biten maç” olarak geçen ve Göztepe’yi bir başka köklü kulübümüz Eskişehirspor’la karşı karşıya getiren maçın öncesinde, esnasında-ve tabii ki-sonrasında yaşadıklarınızı paylaşır mısınız?

Mazlum Şarkaya: Ülke futbolunda Göztepe-Eskişehirspor finali gibi bir final bir daha olmaz diye düşünüyorum. İstanbul hegemonyasına karşı ilk baş kaldıran iki kulüpten bahsediyoruz. Kulüp tarihleri bakımından birbirine benzerlik gösteren iki camia diyebiliriz. Eskişehirspor özellikle bir dönem zirveye oynayan; bizim gibi Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupası gibi kupaları müzesine götüren, en üst ligde şampiyonluk mücadelesi veren, gol kralları çıkarmış, tutkulu taraftara sahip çok özel bir kulüp. Göztepe ve Eskişehirspor gibi bu kadar geniş kitlelere hitap eden kulüp sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Hal böyle olunca iki taraf da 400-500 kilometre uzakta oynanacak bu karşılaşma için kendilerine verilen 14-15 bin bileti dakikalar içinde eritmişti. Bilet bulamayanların hüznünü tarif etmeme imkan yok. Birçok kişinin de o gün Antalya’ya biletsiz geldiğini biliyorum.

Maçtan önce spor kamuoyu tarafından Eskişehirspor biraz daha favori olarak gösteriliyordu. Bunda ligde deplasmanda kaybettiğimiz 4-0’lık maçın da etkisi vardı. Biz ise her zaman olduğu gibi takımımıza güveniyorduk. Daha önce 98-99 sezonu play-off finalinde yine Antalya’da Çaykur Rizespor’u yenip Süper Lig’e çıkmıştık. Yine benzer bir hikayenin ortaya çıkacağına yürekten inanıyorduk. Final maçı tribünlerin yarattığı müthiş bir atmosferle başladı. Skor dengede giderken yenilmeyecek bir kontra golüyle yenik duruma düşmüştük. Sonlara doğru Adis’in ayağından bulduğumuz gol olayı penaltılara taşıdı. Penaltılardan önce Uğur İnceman, Teknik Direktör Mustafa Denizli’ye “Ne tarafa vurayım?” diye sormuştu ve Mustafa Denizli “Bunun neresine vursan gol olur” cevabını vermişti. Futbol oyununda fazla özgüvenin sonu kibre bürünür. İşte o “Neresine vursan gol olur” denilen Günay kurtardığı penaltılarla bize Süper Lig’i getirdi. Sinan Özkan’ın attığı son penaltıdan sonra o anki duygularımızı tarif etmek imkansız diyebilirim. Herkes birbirine sarılmış sevinçten ağlıyordu. Sonuç olarak hem oyun alanı, hem iki takım taraftarlarınca yaratılan atmosferle izleyenlerin uzun yıllar unutamayacağı bir final maçı oldu. 

Fatih Güven: Eskişehirspor ile finale kaldığımızda TFF finalin yerini Antalya olarak açıklayınca bu iş oldu demiştik. 18 sene bekleyip 99’da Süper Lig’e çıktığımız maç Antalya’da oynanmıştı. Antalya’nın yeri bizde ayrıdır. Boluspor’u eledikten sonra seri bir şekilde hazırlıklara başlayıp dev sopalı bayraklar yaptırdık. Üzerine ekmek arası meşaleler… Muazzam bir gündü, golü yedikten sonra etrafımda inancını yitiren yoktu. Tarih gerçekten tekerrürden ibaret. Yine Antalya’da bir play-off finali, bir sene önce lige çıkan Alanya’da son penaltıyı atan Sinan’ın penaltısı ile Süper Lig’e çıktık. Maç bitiminde Mazlum’la hüngür hüngür ağlamıştık.

Yusuf Tasmacı: Ben o maçı işim dolayısıyla statta izleyemedim. Bu içimde bir yaradır. Maçı mesaim bitmiş olmasına rağmen evde izlemedim. Çünkü maçın oynanacağı saatte çocuklarım uyumuş oluyor. Bir yaşında da bir kızım vardı, onun uykusunu kaçırmamak için iş yerinde kalıp izledim. Zaten gün boyu sürekli aklımızda maç vardı. Antalya’ya gidenler ile sürekli telefondan konuşuyorduk. Maç günleri vakit geçmek bilmez, hele TV başında olunca daha da beter. Maç başladıktan sonra bir içeri bir dışarı maçı izledim. Normalde kontrollü bir insanım ama o beraberlik golü geldiğinde deli gibi koşmaya, koşarken zıplamaya başlamışım. İş yerinin çok büyük bir bahçesi vardı dışarı çıkmışım. Sonra tabii penaltılarda durum daha fena oldu. Hatim indirdik herhalde hem biz hem de Eskişehirliler o dakikalarda. Allah bizim hatimleri kabul etmiş ki biz kazanıp Süper Lig’e çıktık. Hala bir penaltı bir takımın kaderini nasıl değiştirir onu düşünüyorum.

Süper Lig’e çıktığımız andan itibaren eve gelene kadar sürekli ağladım. Hem araba sürüyorum hem ağlıyorum hem de gecenin bir vakti Çengelköy Caddesi’nde kornayla “Göz Göz Göztepe” çalarak eve gidiyorum. Tabii bilenler hemen karşılık verdi. Onlar da çaldı. Beni hiç tanımayan o insanların ne için yaptığımı anlayıp destek vermeleri çok başka bir duygu. Göztepelilere ve Göztepe’ye çok başka bir sempati varmış onu gördüm İstanbul’da.

İrem Özdemir: Maçın öncesinde bayram havası vardı diyebilirim. Otobüslerin kalkmasına yakın tüm taraftarlarda bayramlığını giymiş çocuk heyecanı vardı adeta. Herkesin gözlerinin içi umutla bakıyordu. Hani önceki cümlelerimde söyledim ya “inananların takımı” diye, o inançla bakıyorlardı. Bizler de her taraftar gibi formamızı giyip yollara düştük. Dilimizde besteler, gönlümüzde Göztepe aşkı ile yollardaydık. İzmir-Aydın-Nazilli-Denizli-Korkuteli-Antalya güzergahı o maça giden herkesin unutmayacağı güzergahtır. Çünkü o yol bitmedi. O kadar uzun geldi ki varana kadar kalbimiz yerinden çıkacaktı. Stada ekmek arası soktuğumuz meşaleler ile yaptığımız meşale şovundan sonra ilk yarının uzaması, iftarda başlangıç olan kısmıydı. Normal süresi ve uzatma bölümü 1-1 biten maçta penaltılarda 3-2 üstünlük kurarak Süper Lig’e çıktık. Hepimizin zihninde kalan o cümle: “İşaret geldi, Boffin kalede, Göztepe Süper Lig’de” Bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır. Bizler yaşadık yaklaşık üç buçuk saat. 14 Haziran’ın bize vadettiği isyanın yanı sıra, 4 Haziran da bizler için önemli bir gün oldu.

  • Bu serinin ilk röportajında Hataysporlu taraftarlar sorularımı yanıtlarken, Emre arkadaşımız şampiyonluk kupasını İstanbul dışına çıkarabilecek bir sonraki takımın kulüp yapısı nedeniyle Göztepe olduğunu belirtmişti. Hem bu olasılığı hem de Göztepe’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Mazlum Şarkaya: Bizim ligimizde şampiyon olmak için tek başına iyi takım yaratmanız, oyun alanında iyi şeyler yapmanız yetmiyor maalesef. Bu yarış kendi içerisinde birtakım farklı dinamikleri barındırıyor. Sistem yıllarca üç malum takımın üstüne kurulmuş. Bunlar güçlendirilip diğerleri zayıf bırakılmış. Üç milyar borcu olan kulüp bugün dünya yıldızı transfer edebiliyorken 40 milyon borcu olan kulüp iki sezon transfer yasağı yiyip ligden düşebiliyor. Yine iki milyar borcu olan batık kulüplere 300-400 milyon harcama limiti tanınırken, borçsuz Göztepe Kulübü’ne “Sen harcama” denilebiliyor. Biz ekonomik sıkıntılar nedeniyle amatör lige kadar düşmüş bir kulübüz. Bugün benzer sıkıntıları yaşayan şehir takımları mevcut.

Futbol ikliminde, spor medyasında, hakemler üzerinde büyük bir baskı ortamı oluşturulmuş. Kazansalar da kaybetseler de sürekli hakem üzerinden, eski yöneticilerinin görev yaptığı federasyon üzerinden devamlı bir algı ve mağduriyet yaratılıyor. Sezonun gelirini bölüşürken 40-50 sene önce şampiyon olan takıma pay veriliyor. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar eşitlik ilkesine aykırı bir paylaşım yok. Son 36 sezonun 34 şampiyonluğu üç kulüp arasında paylaşılmış ve buna rağmen her biri çıkıp “Önümüz kesiliyor” mağduriyeti yapıyor. Bu düzeni yıkmak, değiştirmek Türk futbolunun da önünü açacaktır ama kimsenin olaya bu açıdan bakabilecek cesareti olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle bu üç kulüp dışındaki diğer kulüp temsilcileri bu durumdan rahatsızlık duymalılar. Gelir dağılımında, oyun alanında, yaptırımlarda haklarının yenmelerine razı olmamaları gerekiyor. Tüm bu adaletsizliklere rağmen yine de doğru bir idari planlamayla, büyük taraftar gücümüzle, yeni stadımızla bu hedefi gerçekleştirebilme potansiyeline sahip kulüpler içerisinde belki de en şanslısı olduğumuzu düşünüyorum. Ülkemizde futbol bazı kulüpleri kayırma düşüncesi ile değil de daha adilce yönetilebilmiş olsaydı bugün çok daha farklı şeyleri konuşuyor olabilirdik.

Fatih Güven: Aslında birçok kişi kulübün yönetilme şekli ve taraftar gücümüzle bizi aday olarak gösteriyor ama bunlar maalesef yeterli değil. Şampiyonluk için hem maddi bir güç hem de basın desteği gerekiyor maalesef. İstanbul takımları basını kullanarak hakemler ve federasyon üzerinde büyük bir baskı yaratıyor. Bunları kırmak için Trabzonspor gibi bir ekol yaratmalısınız, onlar böyle başardı. Bursaspor alt ligden gelen kadroyu bozmayıp üzerine Batalla gibi bir futbolcu buldu. Başakşehir’in şansına üç kötü İstanbul takımı vardı. Bir sonraki takım umarım biz oluruz. O gün İzmir’i hayal bile edemiyorum.

Yusuf Tasmacı: Kulüp yapısı olarak dışarıdan örnek olarak gözükmemiz çok doğal ama hala bence yapmamız gereken çok iş var. İlk olarak kulübün başkanın cebinden gelecek paraya bakmaması lazım. Bunun için de futbolcu üretmek, keşfedilmemiş yetenekleri bulup, oynatıp, parlatıp piyasaya sunmak gerekiyor. İkisinde de maalesef çok başarısız. Ülkenin ekonomik durumu da çok çalkantılı olduğu ve pandemi dönemi her şeyi etkilediği için plan yapmak da mümkün olmuyor. Torbalı Belediyesi bize altyapı tesisi için yer vermişti, oraya çok kapsamlı bir tesis yapılacaktı ama yerel seçimlerden sonra yeni gelen yerel yönetim o işi iptal etti. Bu bizi çok geri götürdü. Hala bir arazi bulamadık. Bu sene 21 yaşında genç bir scout göreve başladı ve başkan sanıyorum takımın yüzde 15’ini bir yatırım şirketine sattı. Bu alan şirketin bünyesinde Scoutium da var. Bu hamlelerin neler getireceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bu ligde başarılı olmak bence çok zor değil ama o sistemi oturtacak iradeyi bulmak çok zor. Önümüzde Başakşehir gibi bir örnek var ama o yapıyı hiç örnek alan yok.

İrem Özdemir: İnanmak, başarmanın yarısı derler, bence tamamı. Bizim şu an bulunduğumuz konumda olmamız isyanın ateşi ve göğsümüzde taşıdığımız armaya olan inancımız sayesindedir. Gelecek için umutlu düşünüyorum, hep umutluyuz. Alpaslan ve Halil’in milli takıma daveti bizleri onurlandırdı. Göztepemizin tarihinde olduğu gibi, Avrupa’da mücadele edeceği günleri görmek bizlere tekrar nasip olur umarım.

  • Ülkemizde futbolun içinde yer alan kişiler üzerinde uzlaşmak pek mümkün değil. Şu anki teknik direktörünüz Ünal Karaman’ın ise istisnai bir durumu var. Farklı takımları destekleyen pek çok insanın Ünal Karaman’a saygı duyduğunu görüyoruz. Sizin kendisine bakışınız nasıl?

Mazlum Şarkaya: Ünal Karaman gerçekten tüm takım taraftarlarınca sevilen bir isim. Ünal Hoca’nın üslubu, duruşu, rakibe saygısı, konuşmaları gerçekten kendisi ile ilgili çok net fikirler veriyor. Bu alanda kendi kitlesini diri tutup arkasına almak, şirin gözükmek için çirkinleşen birçok insan tanıyoruz. Sadece futbol sektörü içerisinde de değil, her alanda Ünal Karaman gibi bu işlere hiç bulaşmamış ve saygısını yitirmemiş, işini yapmaya çalışan ve kendine has bir duruşu olan insanların sayısını artırmamız lazım.

Fatih Güven: Ünal Hoca’nın kişiliği ve duruşu bu saygıyı sağlayan. Ben Ünal Karaman’ın futbolculuğunu çok beğenirdim, milli takımda daha bir başka oynardı. Bize imza attığında aklıma ilk Wembley’de direği sallayan şutu gelmişti. Ünal Hoca teknik direktörlüğünde aynı başarıyı sağlayamadı maalesef. Trabzon’daki başarısını oradaki geçmişine bağlıyorum. Umarım bizde de eş durumundan İzmirli olması nedeniyle doku tutar. Ben Türk hocalardan B planları olmaması nedeniyle çoktan umudu kestim, umarım Ünal Hoca bunu bozar.

Yusuf Tasmacı: Ünal Karaman karakter olarak çok saygı duyulan bir kişilik. Oyuncularına babacan bir tavırla yaklaşan, rakiplerine saygıda kusur etmeyen bir hoca. Bu da diğer takımlar tarafından görülüyor.

İrem Özdemir: Ünal Karaman saygın bir kişiliktir. Kendisi futbolcu kökenlidir. Futbolcu olduğu dönemde de saygın bir oyuncuydu. Anadolu’nun çeşitli takımlarında teknik direktörlük yapmıştır. Yakın zamanda Trabzonspor’un teknik direktörü olarak şampiyonluk parolası ile devam ederken zorunlu bir şekilde kulüpten ayrılıp Rizespor’un teknik direktörlüğünü yapmıştır. Trabzonsporlu olmasına rağmen Rizesporlular Ünal Karaman’ı çok benimsediler. İşini hakkıyla yaptığını düşündüler. Hakkında iyi konuşulan bir teknik direktördür, ayrıldığı kulüplerle sorun yaşamamıştır. Benim kendisi hakkında düşüncelerim; saygın, işini tam anlamıyla yapan, kulüp içinde ve tribün içerisinde kendisinden olumlu söz edilen bir kişilik olduğunu yönündedir. Trabzonspor’da yakaladığı başarıyı Göztepemizde de yakalayabilmesi dileğiyle…

  • Gürsel Aksel, Halil Kiraz, Fevzi Zemzem, Ali Artuner ve daha niceleri… Göztepe tarihinde “bayrak oyuncu” olarak yer almış pek çok isim var. Bu doğrultuda Halil Akbunar ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?

Mazlum Şarkaya: Günümüzde forması ile özdeşleşen oyunculara çok sık rastlayamıyoruz. Geçmiş yıllarda sadece bizim kulübümüze hizmet eden oyuncular değil, tüm takımlar için özel yeri olan ve uzun yıllar o formayı sırtlayan camialarında iz bırakmış birçok isim sayabilirdik. Halil Akbunar’ın önünde kimseye kolay kolay nasip olmayacak, kendisini Göztepe tarihine geçirecek bir hikaye var. Halil daha 27 yaşında olmasına rağmen 265 kez formamızı giydi. Kaptanlığa kadar yükseldi. Özellikle bu sezon gösterdiği performansla benim için ligin en özel yerli oyuncusu oldu. A Milli takımı da sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum. Kariyerine bu forma altında devam ettiğini düşünürsek futbol hayatları boyunca başka formayı giymemiş efsane takım oyuncularının maç sayılarının bile çok üstüne çıkabilir. Kendisinin de bunun farkında olduğunu net olarak görüyoruz. Şu saatten sonra Halil’e futbolu bu forma altında noktalamak ve Göztepe tarihine geçmek yakışır.

Fatih Güven: Benim gibi nostaljik bir adam için harika bir şey. Bosman kurallarından sonra bir oyuncunun üç-dört sene aynı takımda kalması bile zorken, Halil onuncu senesine girdi kulüpte ve harika bir sezon geçiriyor. Altyapımızdan çıkıp milli olan son topçumuz Şarlo Mehmet. Dile kolay, 40 sene olmuştu. Ayrıca kaptanlığın da Halil’e çok yakıştığını söylemeliyim.

Yusuf Tasmacı: Halil Akbunar Milli Takım kadrosuna seçildi. Tamamen kendi hakkıyla, kendisi çalışarak ve çabalayarak bunu başardı. Şenol Güneş’in tercihleri malum, hep bir şüphemiz vardı ama beklenen şey oldu. Çünkü Taylan ve Halil’in tüm ulusal medya ve sosyal medyada ortak fikir olarak milli olması gerektiği konuşuldu. Geçen sezonlarda Halil’i çok eleştirdim çünkü profesyonel bir futbolcunun yapmayacağı basit hatalar yapıyordu. Oyun içinde yanlış ve geç verdiği kararlar; atmadığı ve atamadığı paslar, ortalar çok fazla oluyordu ama bu sene bambaşka bir Halil izledik. Kaptan olarak takımı sırtına alıp taşıdı. Geçen senelerde yaptığımız bütün eleştirileri bize yedirdi. Zaten mücadelesi hep en üst düzeyde oldu. Maçın 90. dakikasında skor ne olursa olsun tüm gücüyle savunmaya geri koşan bir oyuncu Halil. Bu özverisini basit ve doğru oyunla birleştirdiğinde karşımıza bu performansı çıktı.

Göztepe dediğimizde herkesin ilk söylediği oyuncu Halil ise, şanlı Göztepe’nin efsaneleri arasında yerini almayı sonuna kadar hak etmiştir. Tek istediğim Halil bu şanlı armadan hiç kopmadan emekli olsun. O bizim biraderimiz, kardeşimiz, evladımız.

İrem Özdemir: Kıymetli oyuncularımız Göztepemizin şanlı armasını kendi isimleriyle birlikte tarihe kazımışlardır. Bugünlerin başarısı, o günlerin başarısından gelmektedir. En baştan beri bahsettiğimiz inanç meselesine dayanıyor. Halil Akbunar, tribünde nitelendirildiği şekilde Göztepe’nin çocuğudur. Yıllarını Göztepe Spor Kulübü’nde geçirmiş, burada profesyonel oyuncu olmuştur. Genel başarısı ve son bir yıldır kendini ispatlaması ile milli takıma davet edildi. Bu bizim için gurur kaynağıdır. Bülent Özkul’un ifadesi ile “Göztepe sizden aldığını misliyle geri verir.” Halil’in Göztepemize katkıları kendisine milli takım daveti ile dönmüştür. Halil Akbunar’ı Göztepemizde görmeye devam etmeyi, başarılarımıza başarı ekleyeceğimiz günleri görmeyi temenni ediyorum.

  • Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş, medyada uzun yıllardır bu şekilde adlandırıldıkları için, pek çok kişinin ağzına “üç büyükler” olarak yerleşti. İtiraf ediyorum ki benim de dilim buna alışmış durumda. Medya ve kurumların bu üçüne karşı diğerleriyle aynı tutumu göstermediği açık. İzmir, Ankara, Bursa, Adana gibi güçlü şehirlerin bile bu tabloda bu üç takımla rekabet etmesini zorlaştıran pek çok unsur var. Göztepeliler olarak neler söylemek istersiniz?

Mazlum Şarkaya: Bizim ülkemizde sistemin büyüttüğü kulüpler var. Bugün ‘büyük’ olarak lanse edilen kulüplerin bol sıfırlı borç haneleri hepimizin malumu. Ülke nüfusunun %90’ının üç kulübü desteklediği bir ortamda futbolu geliştirip ülke geneline rekabetçi bir şekilde yayamazsınız. Bugün Türkiye Kupası statüsü bile üç takım erken elenmesin diye her sene değiştiriliyor. Süper Lig ekipleri kadrolarındaki 16 yabancı oyuncusu ile 3. Lig takımlarına karşı seri başı yapılıp iç sahada oynatılıyor. Bu statünün dünya çapında önde gelen futbol ülkelerinde eşi benzeri yok. “Bunu yaparken nereyi örnek aldınız?” diye soran tek bir insan yok. Futbol yönetimi üç kulübün çıkarına teslim edilmiş. Mesela bir İstanbul Kulübü Başkanı çıkıp saygısızca “Kulüpler Birliği Başkanı üç kulüp başkanından biri olmalı” cümlesini kurabiliyor. Çoğu haklarını yedikleri, üstlerine basarak yükseldikleri diğer kulüplere karşı bir kibir abidesine dönüşmüşler. Diğer kulüplerin yöneticileri de buna uygun zemini hazırlamış. Bazı haklar mücadele ederek kazanılır. Kitlelerin değişmesini sağlamak için önce idareciler kafalarını değiştirecek. Haksızlığa karşı seslerini yükseltecekler, gerekirse birlikte hareket edecekler. Bazı ezberleri değiştirdiğiniz zaman daha rekabet edilebilir bir futbol ikliminde bazı tabuların nasıl yıkıldığını, ilgilerin nasıl değiştiğini de hep birlikte görmüş oluruz.

İspanya’nın Valencia şehrinde yaşayan bir insana dünya devi de olsa Barcelona’yı veya Madrid’i desteklemesi çok saçma gelir. İngiltere’de Sunderlandli biri Manchester veya Chelsea taraftarı olmaz. Almanya’da Mainz şehrinde Dortmund’u destekleyen bulamazsınız. Bu örnekleri sayısız çoğaltabiliriz. Bu kadar tarihi, geniş mazili kulüpleri olan İzmir’de yaşayan bir insanın İstanbul takımı tutmasını aklım almıyor. Kent bilincini oluşturamadığınız yerde o kent için hiçbir olumlu şeyden söz edemeyiz. Bugün en yakın arkadaşlarımızla hep Göztepe tribününde tanıştık. Çok güzel dostluklar kurduk. Gün geldi beraber sevindik, gün geldi sarılarak beraber ağladık. Bunları düşününce bir insanın, kulüp binasının yerini bile bilmediği, stadının içine girmeyi geçtim önünden bile geçmediği, uğrunda bir tane dost edinmediği, peşinde kilometreler arşınlamadığı bir kulübün takımını sadece televizyon karşısında izleyerek taraftarı olması bana çok anlamsız geliyor. Bunu televizyon karşısında ömür tüketenlere izah etmek çok zor ama kendisine dayatılan ezberlere teslim olmayıp kendi şehrinin değerlerine kayıtsız kalmayan insanlar hem sevdanın hem mutluluğun kıymetini daha çok bilirler.

Fatih Güven: Bu bizim için çok sinir bozucu bir durum. Dışarıdan biri spor kanallarını seyretse Türkiye Süper Lig’i üç takımla oynanıyor zanneder. O kadar yapay gündemleri var ki… Bu yapı ile Türk futbolunun gelişmesi imkansız. En son stadımızın açılış maçındaki Beşiktaş maçının tekrar edilmesinin istenmesinde yaşadık. Bu deli saçması isteğin olmayacağından o kadar emin olmama rağmen basında yazılanlar yüzünden bir ara ben bile şüpheye düştüm. Karşımızda; olmayan bir parayı harcayarak milyarlarca lira borçlanıp bir yaptırıma uğramayan, basını yanına alıp hegemonya kuran bir yapı var. Bu yapıyı kırmak çok ama çok zor.

Yusuf Tasmacı: Biz bunlara “üç büyütülmüşler” diyoruz. Maç kaybederler; medyada Galatasaray ne yapamadı, Fenerbahçe nerede hata yaptı diye konuşulur. Yenen takım neyi iyi yaptı diye konuşan yok. Bunlar puan kaybettiyse kesinlikle hakem yüzünden kaybetmişlerdir çünkü hakemler bunları öyle güzel kolluyorlar ki bu kollanma olmadığında çıldırıyorlar.

Anadolu kulüplerinin gelirleri belli, bu İstanbul tayfasıyla gelir açısından mücadele edemeyiz. Gelire göre limit veriliyor. İki-üç kulüp dışında her kulüp borç batağında ama bizim gibi, Kasımpaşa gibi borçsuz kulüplerin limitleri lige yeni gelen takımlardan daha az. Döviz piyasası ortada. 10 milyon Euro’ya takım kurup bunlarla mücadele et diyorlar. Ve o İstanbulluların borçları milyar lira olmasına rağmen hala yarım milyar lira limitleri oluyor. Neresi adalet bunun?

Yeni doğan çocuklar TV’lerde hep bu takımları görerek yetişiyor. Ailelerinde yerel takım tutan olsa bile, insan fıtratı gereği, çocuk başka takım tutmaya meyilli oluyor çünkü hep onlar konuşuluyor. Sürekli onlar şampiyon oluyor. Küçük çocuklar başarılı olanlara hayran oluyor. Öyle bir sistem kurulmuş ki düzeltmek mümkün değil. Biz güzel bir kadro oluştursak, şampiyonluğa oynasak hemen TV’lerde oyunculara yapılan transfer haberleri çıkar. Oyuncunun konsantrasyonu etkilensin diye. En yakın örneği geçen sene Sivas’ta yaşandı.

Yöneticileri maç sonu adalet diye bağırırken verdikleri örnekler hep ezeli rakiplerine verilen kararlar üzerinden olur. Onların istediği adalet sadece kendilerinedir. Göztepe-Antalya maçındaki bir kararı emsal göstermezler. Fenerbahçe-Sivas maçını gösterirler, Beşiktaş-Hatay maçını gösterirler… Hatay-Rize maçından bir karar emsal değildir onlar için.

Bu işin çıkışı Anadolu kulüplerinin birleşip isyan etmesindedir. Rest çekip bu düzen böyle gitmez dememiz gerekiyor yoksa böyle gelmiş böyle gider. “Üç büyütülmüşler” kollanmaya, Anadolu takımları da ezilmeye devam eder.

İrem Özdemir: İzmir, Ankara, Bursa ve Adana’da bulunan yerel şirketlerin yeteri kadar destek vermediğini düşünüyorum. Medyanın büyütmüş olduğu üç takımdan söz edebiliriz. Örnek verecek olursak Göztepe ile Fenerbahçe’nin maç yaptığında ve galip gelen takım Göztepe olduğunda “Göztepe Fenerbahçe’yi yendi” değil de “Fenerbahçe Göztepe’ye mağlup oldu” manşetlerini görüyoruz. Medya bu üç şehri büyütmek için çaba sarf etse de son zamanlarda Anadolu takımlarına olan ilgi artmış durumda. Biz şehrimizin, mahallemizin takımıyla en dipten yukarıya yükselen bir serüvene bire bir şahit olduk. Benim düşüncem herkesin kendi şehrinin takımını tutması, onun için yollara düşmesi, tribününü tatması, her şeyini yaşamasıdır. Televizyon ile yaşanılan bir taraftarlıktan söz edemeyiz, bu seyircilik olur. Taraftar takımı hangi taraftaysa orada olandır. Bir hafta iç sahada, bir hafta deplasmandadır. Bu yüzden biz Göztepeliler olarak şanlı ve köklü bir kulüpten gelmenin bilinci ile birlikte hareket etmeye devam ediyoruz.

Bir Cevap Yazın