Sadece görüntünün anlatamayacağı anları, müzik açığa kavuşturur…
Şampiyonlar Ligi’nde tüm maçların başında törene eşlik eden, Şampiyonlar Ligi yayınlarının açılış ve kapanış töreninde duyulan müzik. Büyük bir spor organizasyonuna, Avrupa’nın en iyi futbol takımını belirleyen bu etkinliğe klasik müzik nasıl dahil oldu?
1955’te Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası olarak düzenlenmeye başlayan organizasyon, 1992 yılından itibaren format değişikliğine gitmeye karar verdi. Bu format değişikliği ile beraber organizasyonun kendi marşı olması gerektiği fikri ortaya çıktı ve İngiliz besteci Tony Britten’a sipariş verildi. Tony Britten’a göre Şampiyonlar Ligi’nin amacı oyunu yeniden güzelleştirmekti ve müziğin de bu kaliteyi yansıtması gerekiyordu. Bu büyük spor organizasyonunun güçlü bir müzikal uyarıcıya ihtiyacı vardı. Britten, çok fazla aramasına gerek kalmadan 18. yüzyıl bestecisi George Frideric Handel’in 1727 yılında kraliyet ailesine taç giyme töreni için yazdığı Zadok the Priest eserini duydu. Eser tam da Şampiyonlar Ligi görkemine uygun duyuluyordu. Barok döneme ait bu eser, o dönemin bütün özelliklerini taşıyan tınılara sahipti; parlak yaylılar, güçlü davullar, görkemli ve ne dediği anlaşılmayan koro.
Kraliyet ailesi gibi aristokrasi ve devlet temsili için yazılmış olan bu eser, neredeyse fark edilemeyecek kadar ince müdahaleler ile her kitleden insanı bir araya getirebilen futbol şovu için uygun hale getirildi. İngiltere Kraliyet Filarmoni Orkestrası tarafından çalınan eserin vokaller ise St. Martin Akademisi Korosu tarafından seslendirildi. Tüyleri diken diken eden ve hep birlikte söyleme isteği veren fakat “Champions” kısmı dışında çok da anlaşılır olmamasından dolayı bu isteği yerine getiremediğimiz Şampiyonlar Ligi marşının sözleri şu şekilde;
Ce sont les meilleures équipes
Es sind die allerbesten Mannschaften
The main event
Die Meister
Die Besten
Les grandes équipes
The champions
Une grande réunion
Eine grosse sportliche Veranstaltung
The main event
Die Meister
Die Besten
Les grandes équipes
The champions
Ils sont les meilleurs
Sie sind die Besten
These are the champions
Die Meister
Die Besten
Les grandes équipes
The champions!
Organizasyonun bir marşı olması fikri, organizasyonu pazarlayanların aklına elbette birden gelmedi. 1990 FIFA Dünya Kupası töreninde The Three Tenors grubu klasik müzik dünyasında önemli bir yere sahip olan Puccini’nin Nessun Dorma adlı eserini seslendirdi ve büyük yankı uyandırdı. Spor eğlencesi sektörü klasik müzikteki bu görkemli sesleri futbol sahalarıyla uyumlu buldu ve markalaşma yolunda etkili olduğunu fark etti. Tony Britten, besteyi ufak dokunuşlarla tamamlayıp yetkililere dinletti ve Şampiyonlar Ligi törenlerinde çalınacak eser hazırdı. Marş, UEFA’nın 3 resmi dilinde İngilizce, Almanca ve Fransızca seslendirildi. Daha sonraları ev sahibi ülkenin dili ve 2009 yılından itibaren de canlı performanslarla söylenmeye başladı. Hepsi birbirinden kötü performanslar olmasına rağmen binlerce insanı aynı anda sessizleştirmeyi her seferinde başardı. Bugün aynı etkisini sürdürmeye devam eden büyük futbol olayının habercisi olan bu ses, UEFA için iyi bir tercih olmuşa benziyor.
Futbol ve müzik, iki ayrı unsur olarak hayatımızda çok benzer noktalara temas ediyor. Hem futbolun hem de müziğin büyük kalabalıkları etkisi altına alabilen, kitleleri yönetebilmenin etkili yollarından biri olduğunu söylemek de mümkün. Futbolu yakından takip edenler 2002 Şampiyonlar Ligi finalinde Zinedine Zidane’ın, Roberto Carlos’un havalandırdığı topu ağlara göndermesini ağır çekimde düşündüğünüz zaman hafızanızda size Şampiyonlar Ligi marşı en uygun şekilde eşlik edecektir.
Hatırlatmayı arttırıcı bir unsur olarak müziğin kullanımını, spor organizasyonları için önemli ve iyi bir pazarlama yöntemi olarak düşünebiliriz. Şampiyonlar Ligi’yle ilgili olmayan bir insanın bile bu müziği duyduğunda zihninde mutlaka spora dair canlanan bir şeyler vardır. Takımların sahaya çıktığı ana eşlik eden, gol sevinçlerini tamamlayan, kupanın kaldırılış anını bu kadar duygusal hale getiren marş, müziğin stratejik olarak başarılı bir şekilde kullanımına örnek olarak verilebilir. Sesin stratejik kullanımı, akılda kalıcı anları her seferinde harekete geçirecek, duyguları taze tutmaya yönelik bir potansiyele sahiptir. Futbol izleyenleri zihinsel olarak Avrupa futbolunun en büyük sahnesine götürmek için bu marşın birkaç notasını duymak bile yeterli. Aynı şekilde futbol takip etmeyen ama klasik müzik dinleyicisi olan birinin de Zadok the Priest dinlediğinde zihninde mutlaka futbola dair bir şeyler canlanıyordur, mesela top.
Müziğin sporcular üzerindeki etkisi de olumlu bir uyarıcı olarak görülebilir. Marş formundaki eserler oyuncuyu harekete geçiren ve deneyimini şekillendiren bir güce dönüşebilir. Müzikteki ritim ile oyundaki ritim senkronize bir şekilde oyuna eşlik eder. Müzik ve spor, insanın hem kendisini ifade etmesinin hem de insanlarla bağlantı kurmasının en güçlü yolları ister sporcu olun ister taraftar. Nihat Kahveci’nin Zadok the Priest performansı, müziğin oyunu nasıl şekillendirdiği ve yorumlarını buradan dinleyebilirsiniz.