Tarih: 03.08.2021 Yazar: Eren Büyükyavuz Yorumlar: 0

“Hiç kimse, başka bir insanın ten rengi, geçmişi ya da dini yüzünden ondan nefret ederek doğmaz. İnsanların nefreti öğrenmesi gerekir. Ve eğer, onlara nefret öğretiliyorsa, sevgi de öğretilebilir. Çünkü sevgi, insan kalbine aksine kıyasla çok daha doğal gelir.” 

Nelson Mandela, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi devlet başkanı, özgürlüğe giden uzun ve zorlu yolculuğunu anlattığı otobiyografisinde böyle tarif etmişti sevgiyi. Irksal ayrımcılığın ortasında, beyaz olmayan herkesten nefret etmesi öğretilen çocukların, sevmeyi zorlu yoldan öğrenmesi gerekecekti gerçekten de.

Fotoğraf: nelsonmandela.org / ©Eric Miller

Avrupa ile Uzak Doğu arasında ticareti sağlayacak alternatif yollar arayan denizcilerin Afrika’nın en güney ucunu keşfi 1400’lü yılların sonlarına dayanır. Buna karşın Güney Afrika’da Avrupalı kolonilerin oluşumu 17. yüzyıldan itibaren başlamış, sonraları bölgede altın ve elmas madenlerinin keşfi ise Güney Afrika’nın kaderini sonsuza kadar değiştirmişti. 20. yüzyıla girerken Britanya İmparatorluğu’nun hakimiyetine geçen Güney Afrika’da nüfusun %15’ini oluşturan beyazlar, ülke topraklarının büyük çoğunluğuna sahip çıkarken yerel halkı ucuz işgücü olarak görmeye ve ayrımcılık politikalarını iyiden iyiye uygulamaya başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 yılında devlet yönetimine gelen Ulusal Parti aracılığıyla Apartheid rejimi yani ırk ayrımı devletin resmi politikası haline geldi. Buna göre, beyaz azınlık dışında kalanların eğitim ve sağlık hizmetlerinden, adalete erişim hakkı gibi temel vatandaşlık haklarından daha az yararlanmaları, ayrıca istedikleri mesleği edinme, istedikleri yerde barınma gibi hakları ellerinden alınmıştı. Kamu tesisleri dahi, beyazlara ve siyahlara olmak üzere ikiye ayrılmış, siyahilerle beyazların evlenmeleri, cinsel birliktelik yaşamaları yasaklanmıştı.

Hayatın her alanında uygulanan bu ayrımcılık spora da yansıdı doğal olarak. Yalnızca beyazların spor müsabakalarına katılım izni vardı. Buna karşın, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) konunun Güney Afrika’nın iç meselesi olduğunu ve politika ile sporun ayrı tutulması gerektiğini bahane ederek Güney Afrika’nın Olimpiyat Oyunları’na katılımı ile ilgili ilk etapta herhangi bir yaptırımda bulunmadı. Bu sayede 1960 Olimpiyatları’na kadar oyunlara katılmaya devam edebildi Apartheid rejimi altındaki Güney Afrika.

Fotoğraf: bbc.com

Ancak 1961 senesi Güney Afrika için bir diğer yol ayrımını gösteriyor. Yalnızca beyazlara açık gerçekleştirilen referandum ile Commonwealth’den ayrılıp Britanya egemenliğinden çıkmış oldular. Ülkede beyaz olmayanlara karşı ayrımcılığın şiddeti de arttı bu dönemden itibaren. 1964 Olimpiyatları’na davet edilmedi Güney Afrika. 1968’de de diğer ülkelerin oyunlardan çekilme tehdidi sonrası davet edilemedi. 1970’de ise Güney Afrika Olimpik ve Ulusal Oyunlar Birliği (SAONGA), IOC’den ihraç edildi. Böylece uzun yıllar sürecek oyunlardan izolasyon dönemi başlamış oldu Güney Afrika Cumhuriyeti’nin.

Bu durum Güney Afrika’daki birden fazla jenerasyonun Olimpiyat Oyunları rüyasının sonu demekti. Kendi gibi olmayanlardan nefret etmek zorunda bırakılmış nesiller bunun ceremesini kendi rüyalarından vazgeçerek çektiler. 1966 yılında Güney Afrika’nın Albertinia şehrinde dünyaya gelen Elana Meyer de bu isimlerden birisi. Beyaz bir Güney Afrika Cumhuriyeti vatandaşı olarak profesyonel spor yapma imkanına sahipti Elana Meyer. Koşuda, özellikle de uzun mesafeli yarışlardaki yeteneği de kısa sürede fark edildi. Ancak bu süreçte yarışabileceği tek yer ulusal müsabakalardı. 80’ler boyunca bu müsabakalarda en büyük rakibi Zola Budd oldu. Bu rekabet kendisini uluslararası standartlarda tutmasına yardımcı oluyordu. Ancak daha sonraları Zola Budd’ın Britanya adına 1984 Olimpiyat Oyunları’nda yer alması Elana Meyer’in de uluslararası müsabakalara katılma adına bir açlık hissetmesine neden oldu. Elde ettiği dereceler kağıt üzerinde uluslararası standartlarda başarılı olduğunu gösteriyordu. Ancak o sadece zamanla ve kağıt üzerinde değil, parkurda en iyilerle yarışmak, kendisinin de en iyilerden biri olduğunu tüm dünyaya göstermek niyetindeydi.

Meyer 24 yaşına geldiğinde Güney Afrika’da da bir şeyler değişmek üzereydi. 1990 senesinde Nelson Mandela 27 yıl hapiste kaldıktan sonra şartsız olarak tahliye edildi. Apartheid rejimi ve uyguladıkları sistematik ayrımcılıklar sona yaklaşmaktaydı. Ertesi yıl, ırksal ayrımcılıklar taşımayan bir Ulusal Olimpiyat Komitesi kuruldu. Bu komite yeniden IOC üyeliğine kabul edildi. Olumlu yönde yaşanan bu gelişmeler neticesinde Güney Afrika Cumhuriyeti, 1992 Barcelona Olimpiyatları’na katılma hakkı elde etti.

olympics.com

Elana Meyer ülkesi adına Barcelona şehrine ayak bastığı an, orada sadece bir olimpik sporcu olarak yer almayacağının farkındaydı. Yarış hakkında neler düşündüğü, neler beklediği belki de sorulacak en son şeydi. Her şeye rağmen Elana Meyer’in hayatı boyunca beklediği an, 7 Ağustos 1992 Cuma günü Barcelona Olimpik Stadı’nda geldi çattı. Kadınlar 10,000 m finalinde Güney Afrika Cumhuriyeti adına yarıştı Meyer. Hem de çok iyi yarıştı. Son 400 metreye girdiğinde Etiyopyalı atlet Derartu Tulu ile en önde baş başaydı. Ancak o son 400 metreyi daha iyi koşan taraf Tulu oldu. Bu anlar Olimpiyat tarihine geçecekti. Çünkü Derartu Tulu, Olimpiyat altını kazanan ilk Afrikalı siyahi kadın sporcu oluyordu. Meyer ise 1960’dan beri Güney Afrika adına Olimpiyat madalyası kazanan ilk sporcu… Sonrasında Tulu ve Meyer’in el ele, omuz omuza attıkları zafer turu bize yine o sözü hatırlattı: “Çünkü sevgi, insan kalbine aksine kıyasla çok daha doğal gelir.”

Kapak fotoğrafı: olympics.com

Bir Cevap Yazın