Tarih: 31.08.2021 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Birileri yaramaz olmak zorundadır, değil mi? Herkes uslu olamaz. Ben de yaramazım. Bunu seviyorum.

Ilie Năstase

Tenisseverler, Amerikalı John McEnroe’nun oyunculuğu döneminde nasıl bir kişiliğe sahip olduğuna az çok hakimdir. Hakemleri azarlaması, hatta onlara hakaret etmesi, rakipleriyle kavgaları, seyircilerle tribüne top atmaya varan atışmaları, maçlarda aldığı sayısız ceza, turnuvalardan diskalifiye edilmesi… Sicili, başarı listesi kadar kabarık olan McEnroe, kendisine takılan “Superbrat” (Haşarı Çocuk) lakabını sonuna kadar hak ediyor.

McEnroe’nun tenis tarihinin en baş belası oyuncusu olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Fakat yine de bunu yanlış çıkarabilecek bir isim var. Öyle bir oyuncu düşünün ki John McEnroe onun karşısında “iyi aile çocuğu” gibi kalsın! Bu isim, erkekler tenisinde Romanya’nın yetiştirdiği en iyi oyuncu Ilie Năstase, namıdiğer Nasty’den başkası değil.

Teklerde bir kez Roland Garros, bir kez de Amerika Açık şampiyonu olan Năstase, bunların yanında ATP turunda sayısız şampiyonluk kazandı. Ilie Năstase aynı zamanda 1973’te günümüzdeki şeklini alan ATP dünya sıralamasının da ilk 1 numarası. Ayrıca Năstase’nin çiftlerde de pek çok şampiyonluğu var. Özetle, Ilie Năstase hiçbir şey kazanamayıp boş serserilik yapan bir oyuncu değildi. Tam tersine, zirve döneminde rakiplerinin karşılaşmaktan çekindiği biriydi.

Fakat günümüzden bakınca Năstase başarılarından ziyade çılgınlıklarıyla hatırlanıyor. McEnroe’nun yaptığı her şeyi o da yapıyordu ancak kendisinin farklı bir tarzı vardı. Năstase, McEnroe gibi öfke patlamalarıyla kortta terör estirmezdi. Günümüzün popüler jargonuna uygun şekilde, Năstase’nin tam bir “trol” olduğunu söylemek yerinde olur. Rakiplerinin sinirlerini bozmak, hoşlanmadığı hakemleri çileden çıkartmak ve kendini ve seyirciyi eğlendirmek için maçlarda büyük çoğunluğu sebepsiz ve gülünç olan ifadeleri ve talepleri olurdu.

McEnroe haklı olduğunu düşündüğü durumlarda çılgına dönerken, Năstase soğukkanlı şekilde, hatta bazen gülerek, sıra dışı girişimlerde bulunurdu. Ve işin garibi, sonuç aldığı da oluyordu. Örneğin, ABD’li efsane tenisçi Arthur Ashe bir maçta Năstase’nin tavırlarından usanıp maçı terk etmişti.

Durum böyle olunca, 30 Ağustos 1979 günü Amerika Açık ikinci turundaki gece seansı maçında John McEnroe ve Ilie Năstase’nin karşı karşıya geliyor olması epey ilgi çekici olacak gibi görünüyordu. Fakat yaşananlar beklentilerin de ötesine geçti.

Gece seansı olmasının ne gibi bir fark yarattığını anlamak için, yıllar sonra verdiği röportajda o günü yorumlayan John McEnroe’ya kulak verelim: “Gece maçları nispeten yeni bir şeydi ve onları eğlenceli yapan da buydu. İnsanlar işten çıkar, biraz gevşer, içkilerini içer ve sonrasında muhtemelen gürültücü ve çılgın hale gelirlerdi. Yaşanan da buydu.”

O gece, 20 yaşındaki gelecek vadeden John McEnroe’nun Amerikalı olması, hatta turnuvanın düzenlendiği New York’ta yaşıyor olması maça gelen seyircileri hiçbir şekilde etkilemedi. Röportajında bahsettiği gibi, insanlar içip eğlenmek istiyorlardı. Bunu onlara verebilecek olan da 33 yaşındaki Ilie Năstase’ydi. Năstase de hem bunun farkında olduğu için hem de genç ve formda rakibi karşısında eski formundan çok uzak bir tenisçi olarak pek şansı olmadığı için işleri iyice zıvanadan çıkarmaya karar verdi. Năstase durumu şöyle anlatıyor: “Yorgundum. 33 yaşındaydım ve artık çok sık maç yapmıyordum. O ise 20 yaşındaydı. Tüm numaralarımı sergilemek zorundaydım.”

Năstase’nin neler yaptığına gelecek olursak, öncelikle McEnroe’yu kendi silahıyla vurmaya karar verdi. McEnroe’nun artık bilindik hale gelen çizgi kararı itirazlarıyla alay edercesine, olur olmaz her şeye itiraz etmeye başladı. Fakat tabii ki bununla yetinecek değildi. Hakem Frank Hammond’a gidip stadyumun üzerinden geçen uçaklardan rahatsız olduğunu söyledi ve havaalanını arayıp uçakların uçuşunu durdurmasını istedi. Bir ara arkada kendisine bir seyircinin laf etmesinden rahatsız olduğunu söyleyip hakemin yanına şikayete giden Năstase, oyun aralarında da file hakeminin şapkasıyla oynamaya başladı.

Seyirciler olan bitenden son derece memnundu. Hatta McEnroe hata yaptıkça sevinenler vardı. O gün stadyumda yer alan Howard Jacobs isimli seyirci şöyle anlatıyor: “Orada bir tenis maçında edinmeyeceğiniz bir his vardı. Bir beklentiyle oraya gelmişlerdi ve karşılığını da alıyorlardı. Kalabalık, Năstase’ye ilgi gösteriyor, o da onları dolduruşa getiriyordu.”

John McEnroe ise, izleyicilerin arasında yer alan ailesi ve arkadaşlarını da oldukça şaşırtarak, son derece sakin bir görüntü çiziyordu. Năstase’nin ona kontrolünü kaybettirip maçın hakimiyetini eline almak istediğini anlamıştı. Buna izin vermek istemiyordu. Bir noktada dayanamadı ve Năstase’ye “o… ç…” diyerek küfür etti. Bu küfrün edildiği kişi McEnroe’nun kendisi olsa muhtemelen rakibini raketiyle kovalardı. Năstase’nin ise tek yaptığı hakeme gidip “Bana Bay O… Ç… diye hitap etmesini sağlar mısın?” demek oldu.

Bu şekilde setlerde McEnroe’nun 2-1 üstünlüğüyle dördüncü sete gelindi. Dördüncü sette de oyunlarda 2-1 öne geçen McEnroe, servisini kullandı ve ace ile 15-0 öne geçti. Ancak Năstase “Henüz hazır değildim” diyerek hakem Frank Hammond’a itirazda bulunmaya başladı. Năstase’nin girişimlerine kulak asmayan Hammond ondan oyuna devam etmesini istedi ancak Năstase oynamayı reddetti. Bunun üzerine Hammond, Năstase’ye oyun cezası vererek dördünce sette durumun 3-1 olduğunu ilan etti.

Asıl olaylar da tam bu noktada başladı. Seyirciler hakemin verdiği oyun cezasının ardından çılgına döndü. Ellerinde ne varsa korta atmaya başladılar. Tribünlerde kavgalar başladı ve polis müdahale etmek zorunda kaldı. Kesintisiz bir protesto uğultusu başladı. Hammond’ın yaptığı sessizlik çağrıları ise onları yalnızca daha da öfkeli hale getirdi.

Olan bitene dair Năstase’nin özeti ise şu şekilde: “Bunu duydukları zaman çıldırdılar. Maçı o gece izlemek istiyorlardı. Parasını ödemişlerdi. Benim diskalifiye oluşumu görmek istemiyorlardı.”

Tribünlerden “2-1” tezahüratı duyuluyordu. Năstase’ye verilen cezanın geri alınmasını istiyorlardı. Turnuva hakemi Mike Blanchard da korta girip bir yandan Hammond’ın mikrofonundan seyircileri sessizliğe davet ederken, diğer yandan Năstase’yi maça devam etmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Năstase ise oralı bile değildi. 2-1’den devam etmek istiyordu ama asıl amacı bunun daha da ötesindeydi. Seyircileri -hedeflediği gibi- kendi safına çekmiş, maçı oynanmaz hale getirecek bir isyanın başlamasına neden olmuştu. Bir bebek kadar uslu olan John McEnroe ise “2-1’den devam edelim, sorun değil” diyerek çözüme katkıda bulunmaya çalışıyordu.

Deneyimli ve saygın bir hakem olan Hammond, kuralları dayatarak işlerin yürümesinden hoşlanan biri değildi. Adeta yalvarırcasına Năstase’den servis atarak oyuna devam etmesini istedi. Ancak Năstase hiçbir şekilde oyuna devam etmeyi kabul etmeyince hakem Hammond, tribünlerdeki isyanı ve gürültüyü daha da büyüten o anonsu yaptı: “Oyun, set ve maç McEnroe”

Seyircilerin yatışmaması üzerine turnuva hakemi Blanchard ile birlikte bu kez turnuva direktörü Billy Talbert de korta girdi. Talbert, hakem Hammond’ı korumak adına, ve belki biraz da isyancılara sus payı vermek için, Hammond’ı sandalyesinden indirdi ve yerine maçı tamamlaması için Blanchard’ı geçirdi.

Frank Hammond o an buna çok itiraz etmedi ve sandalyesinden ayrıldı. Fakat maçtan sonraki basın toplantısında gözyaşlarına hakim olamadığı görüldü. Talbert’in niyeti onu korumaktı ancak Hammond’ın yetersiz olduğu hissiyatına yol açmıştı. “32 yıllık kariyerimde hiçbir zaman büyük bir kargaşa yaşanmadı. Ne zaman zor bir maç olsa, sandalyeye Frank Hammond’ı oturturlardı.” diyen Hammond, maçın ertesi günü istifasını verdi ancak aldığı sayısız destek telefonu sayesinde görevine geri döndü.

Maça dönecek olursak, Mike Blanchard hakem sandalyesine oturdu ve seyirciyi sakinleşmeye çağırdı. Hakem değişikliğini gülerek izleyen Ilie Năstase, Blanchard’ın çabaları sonucu devam etmeye ikna oldu. Fakat seyirci henüz ikna olmamıştı. Tribünlerde “2-1” tezahüratı yeniden başladı ve Blanchard seyirciye boyun eğerek setin 2-1’den devam etmesini istedi.

Her ne kadar cezası geri alınmış olsa da, Năstase asıl isteği olan McEnroe’nun zihnini bulandırmayı başaramamıştı. Năstase’ye bir daha oyun vermeden dördüncü seti 6-2 kazanan John McEnroe, daha sonra turnuvanın da şampiyonu olarak kariyerinin ilk Grand Slam şampiyonluğunu elde etti.

Maçtan sonra soyunma odasında John McEnroe eşyalarını toparlarken Năstase’nin iki kolunda da birer kadınla içeri girdiğini gördü. Maçta fazlasıyla uslu duran McEnroe tam da Năstase’ye patlayacakken Năstase’nin ağzından şu sözler çıktı: “Hey Macaroni, yemeğe nereye gidiyoruz?”

Ve ikili, tıpkı seyircilerin maçtan önce yaptıkları gibi, bir şeyler içip gevşemek için bir mekana doğru yola koyuldu.

Bir Cevap Yazın