Tarih: 17.12.2023 Yazar: Eren Büyükyavuz Yorumlar: 0

Bugünün futbol iklimini düşününce, bambaşka bir dünyada, belki de en güzel haliyle bir hikâye Lefter Küçükandonyadis’in hayatı. Ama öyle kolay sanmayın, en parıltılı günlerin bile bir gecesi var. Futbolun ordinaryüsü, omuzlarda taşınmaya layık hayatında hiç ummadığı darbeler de aldı. Dolu dolu geçirdiği bir ömrün ardından ise sonsuzlukta yankılanan başarılar, şarkılar, şiirler kaldı.

Büyükada’da balıkçılıkla geçinen Rum kökenli bir ailenin sekiz evladından biridir Lefter. Her ne kadar anne babası topun peşinden koşmasını istemese de tıpkı ağabeyi gibi onun da merakı vardır futbola. Sadece merakı değil, yeteneği de. Adalar arası turnuvalarda gösterdiği hünerleri birilerinin dikkatini çekmeye başlamıştır bile. Elinden tutup Adalar’dan karaya çıkması konusunda onu yüreklendirecek isimlerden birisi de o dönem Büyükada’da ikamet eden Gündüz Kılıç olmuştur. Gariptir ki Gündüz Kılıç, Lefter’i kendi kulübü Galatasaray’a götürse belki bambaşka bir hikâye yazılacaktı, hem Türk futbolunda hem de onun kariyerinde.

Fakat Lefter’in profesyonel kariyerinde ilk durağı Taksimspor kulübü olmuştu. Hatta henüz yaşı profesyonelliğe yetmediğinden kimliğindeki yaşı büyütülmüştü. İlk bakışta orta boylu, çelimsiz görünen fiziği onu küçümseyenleri aldatıyor, kadife gibi bilekleri, mermi gibi şutları rakipleri çaresiz bırakıyordu. Ta ki askerlik çağı gelene dek. Bugünkü koşullarda anlamlandırmak zor olsa da mecburi görevi için Diyarbakır’ın yolunu tutuyordu Lefter, tam dört seneliğine.

Lefter’in Fenerbahçe ile yolunun kesişmesi de yine askeri bir meseleye dayanır. Fenerbahçe’nin o dönemki yöneticilerinden Rüştü Dağlaroğlu’nun anılarında bahsettiği üzere; 1946 yılının Aralık ayında yedek subay okuluna gidecek olan Cihat Arman’ın yerine kaleci arayışına giren Fenerbahçe, Beyoğluspor’un kapısını çalar. Transfer etmek istedikleri isim kaleci Şalabi’dir. Fakat Beyoğluspor başkanı Ohanidis’in cevabı “Sen Şalabi’yi kafana takma, asıl Lefter’i kaçırma” olur. Askerden getirtilen Lefter, deneme antrenmanında as takıma dört gol atınca düşünülecek fazla bir şey kalmaz. 1947 yazında Fenerbahçe ile sözleşme imzalar.

Hani derler ya, gerisi tarih. Lefter Küçükandonyadis, 1947’den 1951’e kadar Fenerbahçe’de marifetlerini sergiler. Bu süreçte attığı gollerle ünü artık yurtdışında da duyulur, 1951 yazında Fiorentina’ya transfer olur. Burada da bitmek bilmeyen enerjisi ile spor hekimlerinin ilgisine, takdirine mazhar olur. Yıllar sonra İslam Çupi’ye verdiği bir mülakatta şöyle bahseder: “… Bir Fiorentina-Bologna maçında saha hamallığımı gören, biri Fiorentina’lı öbürü Milan’lı iki spor hekimi ertesi gün beni muayeneye çağırdı. Kalbime mutlak istirahatte iken baktılar. Sonra altı katı koşu temposunda inip çıkmamı istediler. Bir tam bitişte bir de dinlenişte iki tespit yapıldı. Kalp atışlarının anormalden normale iniş̧ süresi bir buçuk dakika… “Biz,” dediler. “Yavaşlama ve normale dönme süresi bu kadar çabuk bir yüreğe bir bisikletçi Fausto Coppi’de bir de sende rastladık.”

Bir sezon İtalya macerasının ardından bir sezon da Fransa’nın Nice takımında top koşturur Lefter. İki senenin ardından memleketine, Fenerbahçe’ye geri döner. 40’lı yaşlara gelesiye, tam 11 sezon daha Fenerbahçe’de üst düzey futbol sergilemeye devam eder. 400’ün üzerinde gol kaydederken, tribünlerdeki marşların da şiirlerdeki dizelerin de öznesi olur. 1954’te ilk kez Dünya Kupası’nda sahne alan Türkiye’nin takım kaptanı olarak sahaya çıkarken turnuvada iki de gol kaydeder. Milli takım forması ile 50 maça ulaşan ilk futbolcu olup “Altın Şeref Madalyası” ile onurlandırılır. Artık futboldan ve sarı lacivert formasından ayrı kalacağı gün geldiğinde de adına jübile düzenlenen ilk futbolcu olur.

Bunca başarının, şaşaanın ardında, kalbinin derinliklerinde tarifi zor düş kırıklıkları ve yaralar da taşır Lefter. 1942 yılında dönemin başbakanı ve aynı zamanda Fenerbahçe başkanı olan Şükrü Saracoğlu imzasıyla çıkarılan Varlık Vergisi ülkedeki gayrimüslimlerin ekonomik yaşantısına darbe vururken, vergiyi ödemeyenleri de çalışma kamplarına sürgün eder. Lefter’in söylemine göre babası yoksul olduğundan sürgüne gitmekten kurtulur. 1955’in Eylül ayına gelindiğinde ise Lefter artık Türk futbolu ve Fenerbahçe’nin en büyük isimlerinden birisidir. Lakin Rum olması nedeniyle Büyükada’daki evi taşlanırken, “vurun şu gavura” sözleriyle saldıranlar onun yüreğindeki en derin yaraları açar: “15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım çok küçüktü. Onları öldürmeye kalktılar… Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.”

Lefter, Fenerbahçe formasıyla futbola veda etse de futboldan kopmaya niyetli değildi. Antrenör olarak futbolun içinde kalmak istese de amacı öncelikle ülkesinde tanıdığı, birlikte top koşturduğu meslektaşlarına söz geçirebilecek kadar tecrübeye sahip olmaktı. Bunun için doğrudan Türkiye’de antrenörlük yapmak yerine yurtdışında bu işe başlamayı düşündü ve Yunanistan’ın Egaleo takımına gitti. Fakat bu kez de Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin tırmanması, üstüne Kıbrıs’ta yaşanan Kanlı Noel, Lefter’in Yunanistan planlarını erken sonlandırmasına neden oldu. Sonrasında hayat onu Güney Afrika’da bir kulüpte futbolcu antrenörlüğe bile sürükledi. Kısa süren Afrika döneminin ardından tekrar Yunanistan ve sonrasında Türkiye’de birkaç yıl devam eden teknik direktörlük serüveni, Lefter’in futbolculuk dönemi kadar parlak değildi.

Evine döndü Lefter Küçükandonyadis. Belki de en mutlu olduğu yere, Büyükada’ya. Ölünceye dek burada kaldı. Aynı zamanda onu izleyenlerin hafızasında, yaşı yetmeyenlerin dinledikleri hikayelerde, Yoğurtçu Parkı’nın bir köşesine dikilen heykelde, milyonların gönlünde. Dahası mı? Bitti kalem, doldu defter…

Bir Cevap Yazın