Tarih: 05.11.2020 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

Eva Szekely Yahudi soykırımından kurtulmuş ve yılmadan çocukluk hayalinin peşinden koşarak bu hedefine ulaşmış bir kadın. Tutku ve azmiyle bugünün sporcularına dahi ilham veren bir karakter inşa etmişti rekortmen yüzücü…

1999 yapımı Sunshine isimli film, Yahudi bir ailenin Macaristan’da 19. yüzyılın sonundan 20.yüzyılın ortasına kadar süregelen zorlu yaşamını anlatır. Öyle ki Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Yahudilerin hissettiği baskılar ailenin genç ve başarılı bireylerini soy ismini dahi değiştirmeye iter. Özellikle, 1930’lu yılların ikinci yarısıyla birlikte Yahudilere yönelik olumsuz söylemler giderek sertleşir.

İşte tam da bu dönemde filmin ana karakterlerinden Adam, eskrimdeki başarılarını ulusal şampiyonluğa oradan da olimpiyatlara taşır. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’na Macaristan Eskrim Takımı’nın en güvendiği isim olarak katılır. Radyoda onun zaferini bekleyen milyonlarca Macar’a olimpiyat şampiyonluğunu hediye eder ve ülkeye dönüşünde omuzlara alınır. Ne var ki, kısa bir süre sonra Yahudilere yönelik kısıtlamalar kabul edilemez boyutlara ulaşır. Başarılı sporcu, bu politikalar doğrultusunda sadece Yahudi olduğu için kulübünden uzaklaştırılır ve tüm ailesi Macar güçlerinin Nazi Almanya’sının desteğiyle Yahudi soykırımına başladığı dönemde dağılır. Adam, acı bir şekilde bir toplama kampında hayatını kaybeder. Kardeşi ve ailesi ise Tuna Nehri’nde kurşuna dizilerek vahşice öldürülür.

1936’da, dokuz yaşında yüzmeye tutkuyla bağlı bir çocuk, tıpkı filmde radyonun başına geçerek Adam’ın zaferini bekleyenler gibi, 1936 Berlin Olimpiyatları’nın yüzme finalinde yarışan Ferenc Csik’in şampiyonluk mücadelesine kulak vermişti. Csik’in kazandığı olimpiyat şampiyonluğu ve radyoda duyduğu milli marş Eva Szekely’i çok etkilemiş, o gün olimpiyat şampiyonu olacağına dair kendi kendine söz vermişti. Artık hayatının merkezinde yüzmenin olacağı net bir şekilde ortaya çıkmıştı.

Suda gösterdiği performansla yıldızı kısa sürede parlasa da Yahudi olduğu için ülkedeki karanlık politikalar gelişimini baltalamış, tıpkı Adam gibi onun da bağlı olduğu kulüple ilişkisi kesilmişti. Yahudilere yönelik tüm bu engellemeler yetmezmiş gibi Almanya’nın Macaristan’ı işgaliyle Yahudi nüfusunun büyük bir kısmı toplama kamplarında ve Tuna Nehri kıyısında öldürülmüştü.

Eva Szekely, hem toplama kampına gitmekten hem de Tuna Nehri’nde öldürülmekten son anda kurtulmuştu. Ferenc Csik’in 1936 Berlin Olimpiyatları’nda yaşadığı şampiyonluk sonrası Eva’nın hayalini kurduğu olimpiyat altınına ulaşması içinse savaşın üstünden yedi yıl geçmesi gerekiyordu.

Hiç şüphe yok ki Eva Szekely’nin hayatı, en iyi olduğu ve zaferle bitirdiği 200 metre yarışlarının her bir 50 metresi gibi farklı hikayeler barındırıyor.

İkinci 50 metre

Savaş, 1945 yılında sona ermiş ve arkasında büyük bir trajedi bırakmıştı. Macaristan da bunu en acı deneyimleyen ülkelerin başında geliyordu. Gündelik hayata dönmenin kolay olmadığı ülkede şüphesiz Eva Szekely için kaybedecek vakit yoktu. Çok sevdiği yüzmeden dört senedir uzak kalmıştı. Derhal onu çocuk yaşta keşfeden antrenörü Imre Sarosi ile antrenmanlarını yoğunlaştırdı ve ulusal yarışmalarda boy gösterdi. Amacı öncelikle 1947 yılında düzenlenen Avrupa Şampiyonası ve Dünya Üniversite Oyunları’nda derece yapmaktı. Ama gerçek hedefini herkes biliyordu, onun amacı bir olimpiyat şampiyonu olmaktı. Bu sözü kendisine yıllar önce Berlin Olimpiyatları’nı radyodan dinlerken vermişti. Yüzmeye dönüşünün üzerinden iki yıl geçtikten sonra Monte Carlo’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda ana dalı olan 200 metre kurbağalamada ikinci olmuştu. Aynı sene Dünya Üniversite Oyunları’nda farklı dallarda üç altın madalya elde etmiş ve 1948 Londra Olimpiyatları öncesi hayli formda bir görüntü vermişti.

1948 Londra Oyunları, 12 yıl aradan sonra düzenlenen ilk olimpiyattı. Olimpiyat ruhu, olimpiyat dönemlerinde silahların susmasını gerektirse de bu kez susturulan savaş eliyle spor olmuştu. Savaşın büyük kaybedenleri, Almanya ve Japonya olimpiyatlara davet edilmemişti.

Bu uzun boşluk oyunları yeterince heyecanlı kılmaya yetmişti. Eva da yarışacağı anı dört gözle bekleyenler arasındaydı. İstim üzerinde geldiği oyunlarda 200 metre kurbağalamada dördüncü olmuş ve hayallerini Helsinki Olimpiyatları’na bırakmak zorunda kalmıştı.

Londra’dan istediğini alamadan ayrılmıştı belki ama henüz çok genç olduğunun farkındaydı Eva Szekely. Çalışmalarını aynı disiplinle devam ettirmişti. Bu süreçte Macaristan’da yapılan ulusal şampiyonalarda üst üste zaferler kazanmıştı. Kariyerini bitirdiğinde, ulusal yarışmalarda 44 birinciliği olacaktı.

Spor ve özellikle olimpiyatlardaki başarılar, Macaristan’daki komünist yönetim tarafından o dönem ciddi şekilde önemsenmekteydi. Yönetim alınacak derecelerin dünyaya, komünist ilkelerin ülkede doğru uygulandığına dair somut bir gösterge sunacağını düşünmüştü. Durumun Macaristan için önemini göstermek adına dönemin Macaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri Matyas Rakosi, 1952 Helsinki Olimpiyatları öncesi eğitim kampında bulunan Macar sporcuları ziyaret etmişti. Oyuncu ve antrenörlerle konuşan komünist lider Eva Szekely’i işaret ederek, “Bu kadar kısa bir kadın uzun boylu ABD’li sporcularla nasıl baş edecek?” diye sormuştu. Bu, sorudan ziyade kuşkusuz bir endişenin dışa vurumuydu.

Eva Szekely
Eva Szekely
Kaynak:turkinfo.hu

1952 Helsinki Olimpiyat Oyunları öncesi Eva, kısa bir hastalık süreci geçirmişti. Tetkikler sonrası rahatsızlığının gastrit olduğu ortaya çıkmıştı. Bir süre çalışmalarına ara verse de oyunlara hazır hale gelebilmişti. Bu kez 200 metre kurbağalama finali için suya girdiğinde izleyenler büyük bir sürprizle karşılaşmıştı. O dönem, kelebek bir yüzme dalı olarak sayılmıyordu ve kurbağalama yarışlarında kelebek yüzmeye izin veriliyordu. Kurbağalamaya göre daha çok efor sarf edilen kelebek stili ile yüzen Eva, Matyas Rakosi’nin endişelerini boşa çıkaran bir performansla altın madalyaya, olimpiyat rekorunu kırarak ulaştı. Bu yarış sonrası ona “Kelebek Kadın” lakabı takılmıştı. Dört yıl sonra kelebek bir yüzme dalı olarak olimpiyatlardaki yerini almıştı.

Olimpiyatlardan Macaristan’a dönüşünde ülkede bir ulusal kahraman olarak karşılanmıştı. 1936’dan bu yana hayalini kurduğu milli marşı tıpkı Sunshine filmindeki Adam ya da idolü Ferenc Csik gibi çaldırmayı başarmıştı. Macaristan çok yakın zamanda Yahudi olduğu için öldürmek istediği sporcusunu şimdi ayakta alkışlıyordu. Eva Szekely daha sonra verdiği röportajda eve döndüğünde babasını ilk kez ağlarken gördüğünü söylemişti. Bu belki de yıllardır tıpkı diğer Yahudi aileler gibi tehdit, baskı ve zulüm gören bir ailenin olimpiyat altını üzerinden yaşadığı haklı gururla doruğa ulaşan duygularının dışavurumuydu.

Özellikle 1930’lu yılların sonu ve 1940’lı yılların başında yaşadığı travmayı atlatması kolay olmamıştı Eva’nın. Helsinki öncesi fiziksel olarak kendini turnuvaya başarılı bir şekilde hazırlamıştı ancak geçmişte yaşadıkları zaman zaman tüm çıplaklığıyla karşısına çıkmaya devam etmişti. Macaristan’ın Margaret Adası’nda düzenlenen bir yüzme turnuvasında birinciliğe ulaşmıştı. Bu şampiyonluğa istinaden komünist parti yetkilisinden özel bir ödül alacağı söylenmişti. Yetkili, podyumda bekleyen Eva’ya yaklaştığında ise başarılı yüzücü basamaktan düşmemek için kendini zor kontrol etmişti. Zira bu gözleri daha önce gördüğünden emindi. Bu adam, çok yakın bir geçmişte onu Tuna Nehri’nde ölüme götürmek isteyen yetkiliden başkası değildi.

İlk 50 metre

Eva, özellikle yazları ailesi ile zamanının büyük kısmını Budapeşte’nin Csillaghegy bölgesinde yer alan yazlık evlerinde geçirmişti. En büyük tutkusu evlerinin önündeki kumsal ve nehirde olmaktı. Suda olmak onun için diğer her şeyin ötesindeydi. Stiliyle okul müsabakalarında öne çıkmış ve çok geçmeden ünlü Macar antrenör Imre Sarosi tarafından keşfedilmişti. 

Sarosi, 1939 yılında onu Ferencvaros kulübüne kazandırmak için ailesini ziyaret etmişti. Onlara, Eva’nın ne kadar yetenekli bir sporcu olduğundan ve geleceğin şampiyonu olabilecek potansiyele sahip olduğundan bahsetmişti. O dönemlerde, her Yahudi ailede olduğu gibi Eva’nın ailesi de Nazi tehdidini derinden hissediyordu. Babası Eva’nın yüzmeye olan tutkusunun farkındaydı. Aynı zamanda kulübe katılımının onun yaşamını da kolaylaştıracağını düşünmüştü. Sonunda, aile bu teklife olumlu karşılıklı vermişti.

Kulüpte disiplinli çalışmalarını sürdüren Eva, henüz ilk yılında çabalarının sonucunu alıp Macaristan şampiyonluğuna ulaşmıştı. Çocuk yaşta olimpiyatlara katılabilecek kadar kaliteli bir sporcuya dönüşmüştü ancak savaş 1940 ve 1944 Olimpiyatları’nın yapılmasına engel olmuştu. 1941 yılında gelindiğinde Yahudilerin pek çok alanda olduğu gibi spor müsabakalarında da yarışması yasaklanmıştı. Tam da bu yasaklar döneminin başında, bir ulusal müsabakaya kaydolmayı başarmış ancak yarışma başlamak üzereyken bir yetkili tarafından diğer Yahudi sporcularla birlikte yarıştan çıkarılmıştı. Ertesi gün ulusal şampiyonanın özetini veren Yahudi düşmanı bir Macar gazetesi, şampiyonayla ilgili haberini utanç verici bir başlıkla duyurmuştu.

İlk Yahudisiz yüzme yarışında beş ulusal rekor

Savaşın sona erdiği 1945 yılına kadar herhangi bir yarışmaya katılamamıştı başarılı yüzücü. Bu dönem, Yahudilerin sistemli bir şekilde yok edilmeye başlandığı dönemdi ve şanslı olanlar hayatta kalabiliyordu. Eva bu süreçte Budapeşte’de zorunlu işçi olarak çalıştı. Suda olamasa da antrenörünün işçi servisiyle, gizli bir şekilde gönderdiği kartpostallara yazdığı antrenman programıyla çalışmalarına mümkün olduğunca devam ettirdi. Zorunlu işçi olarak çalıştığı dönemde, Macar güçlerinin kontrolünde, beraberinde bulunduğu Yahudi grupla Budapeşte’deki işlek bir duraktan yürüyerek geçerken gizlice bir tramvaya binerek kaçmayı başarmış, İsviçre tarafından işletilen ve ailesinin kaldığı güvenli eve ulaşmıştı. Geride bıraktığı Yahudi grup çok geçmeden Nazilerin güdümündeki Macar güçleri tarafından toplama kamplarına götürülüp katledilmişti.

Zamanının büyük kısmını endişe içinde bu güvenli evde geçirmişti Eva. Zinde kalabilmek için beş katlı apartman dairesini her gün neredeyse yüz kez inip çıkararak, mümkün olduğu kadar antrenmanlarına devam etmişti. İşler gün geçtikçe kötüleşiyordu. Yiyeceklere erişim güçleşmişti. İnsanlar, ellerinde kalan haşhaş tohumu ve bal ile besleniyordu. Bir gün Macar yetkililerin genç Yahudileri topladığı duyulmuş, görevlilerin Eva ve kardeşini almaya gelmeleri uzun sürmemişti. Kardeşi apar topar ortadan kaybolmuştu ancak Eva’nın böyle bir şansı olmamıştı. Babası, kızını kurtarmak için onun hayli hasta olduğunu söylese de görevliler yürüyüşün çok yakındaki Tuna Nehri’ne kadar yapılacağını iletmişti.

Eva’nın babası son kozunu oynamış ve görevliye dönerek, “Onu alma, o Macaristan’ın yüzme şampiyonu ve bir gün onun hayatını kurtardığın için mutlu olacaksın.” demişti. Macar görevli Eva Szekely ile göz göze gelmiş ve onu götürmekten vazgeçmişti. O gün Tuna Nehri’ne götürülen Yahudiler acımasızca katledilmişti. Eva Szekely ise savaşın beş yıl sonrasında aynı görevlinin ellerinden bir kupa aldığında kuşkusuz o gün yaşadıkları zihninde yeniden canlanmıştı.

Eva Szekely
Eva Szekely
Kaynak: kataca.hu

Macaristan’da Yahudilere yönelik sistemli soykırımın canlı şahidi olmuştu genç yüzücü. Yüzmedeki gelişimini sürdürmesi gereken yıllarda hayatta kalabilme mücadelesi vermişti. Savaş sonrası 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda kazandığı zaferden sonra gözünü 1956 yılında Melbourne’de düzenlenen olimpiyatlara dikmişti. Eva, Melbourne’ye vardığında Macaristan devrimin en hareketli günlerini yaşıyordu. Ondan beklenen yine de ikinci olimpiyat altınını kazanmaya kendini konsantre etmesiydi. Ne var ki, Eva’nın aklında geride bıraktığı iki yaşındaki kızından başkası yoktu.

Üçüncü 50 metre

1948 Londra Olimpiyatları’nda aynı kafilede yer aldığı Dezsö Gyarmati ile 1950 yılında evlenmişti Eva. Dezsö, Macaristan su topunun en popüler oyuncularından biriydi ve evliliklerinden iki sene önce 1948 Londra Olimpiyatları’nda gümüş madalya kazanan su topu takımında yer almıştı. Sonraki süreçte, 1964 Tokyo Olimpiyatları da dahil olmak üzere beş olimpiyatta kendine yer bulmuştu. Katıldığı bu beş olimpiyatın üçünde altın, birinde gümüş, birinde ise bronz madalya kazanan takımın en değerli parçalarından biriydi. Uzun süre dünyanın en hızlı su topu oyuncusu olarak kabul edilmişti.

Çiftin evliliğinden dört sene sonra kızları Andrea dünyaya gelmişti. Eva’nın sorumluluğu artsa da hayalleri halen devam ediyordu ve tam da olgunluk döneminde ikinci kez Macaristan marşını 1956 Melbourne Olimpiyatları’nda dinletmek niyetindeydi. Ne var ki, oyunların yaklaştığı bu dönemde Macaristan’da bir dizi siyasi hareketlilik başlamıştı. Öğrencilerin öncülüğünde başlayan olaylar geniş çaplı bir halk hareketine dönüşerek kontrolden çıkmıştı. Sonraları “Macar Devrimi” adı verilen ayaklanmada halk, Macaristan’ın Sovyetler Birliği kontrolündeki “stalinist” politikalardan ayrılmasını istiyordu. Halkın büyük desteğiyle, 1 Kasım 1956 tarihine gelindiğinde Macaristan bağımsızlığını ilan etmiş ve demokratik bir hükümet kurulduğu açıklanmıştı. Ülkedeki durumun kontrolden çıktığını gören Sovyetler Birliği yönetimi, 4 Kasım 1956 günü 2500 tank ve 100 bin askerle geniş çaplı bir operasyon başlatmış ve ülkede kontrolü tekrar sağlamıştı. Reformcu politikacı Imre Nagy başta olmak üzere ayaklanmaya destek veren isimler birer birer tutuklanmış ve Sovyetler Birliği’nin istediği “normalleşme” süreci hızla hayata geçirilerek Sovyet tarzı komünizme geri dönülmüştü.

Macar Devrimi
Macar Devrimi döneminden bir kare
Kaynak: paulwandrews.wordpress.com/

Macar Devrimi’nin en yoğun yaşandığı dönemde olimpiyat hazırlığı yapan Eva, ülkede yaşanan siyasi olayların askeri bir boyut kazanmasıyla ailesi ve çocuğuyla ilgili haklı bir endişe duymuş, yaklaşan yarış öncesi kısa zamanda beş kilo vermişti. Oyunlar başlayıp sıra 200 metre kurbağalama finaline geldiğinde Eva, en iyi ikinci dereceyi yaparak gümüş madalyada kalmıştı. Aklının tamamıyla annesi, babası ve kızında olduğu bu olimpiyatlardan, yine de madalya çıkarmayı başarmıştı. Oyunların bitimiyle Macar Devrimi’nin başarısızlıkla sonuçlandığını duyan birçok Macar oyuncu ve sporcu ülkesine dönmeyerek başka ülkelerde yaşamayı seçmişti. Eva ve Deszö ise devrim yanlısı olmalarına rağmen çocukları için Budapeşte’ye dönmüşlerdi. Olimpiyatların bir sene sonrasında Viyana üzerinden ABD’ye sığınan ailenin macerası, Eva’nın anne ve babasıyla birlikte olmak istemesi nedeniyle Macaristan’a geri dönüşle sonlanmıştı.

Ülkeye dönüşleriyle birlikte Macar hükümetinin radarına giren Eva ve Deszö’nün bir kez daha kaçma girişiminde bulunacağını düşünen yönetim, 1960 Roma Olimpiyaları’nda sadece birinin yarışmasına izin vermiş ve o isim Deszö olmuştu. Özellikle, 1956 Melbourne Olimpiyat Oyunları’nda Sovyetler Birliği ve Macaristan’ın yaşadığı gerginlik döneminde iki ülke su topu takımı karşılaşmış, Macaristan rakibini 4-0 yenerek altın madalya yolunu sonuna kadar açmıştı. Karşılaşmanın sonlarına doğru Macar su topçu Ervin Zador Sovyet meslektaşı Valentin Propokov tarafından yumruklanmış ve sağ gözünden akan kan nedeniyle maça “Sudaki Kan” ismi verilmişti. İstikrarlı bir jenerasyon yakalayan su topu takımının madalya kazanacağına olan inanç ve takımın Dezsö Gyormati’ye olan ihtiyacı nedeniyle Eva’nın üçüncü olimpiyat hayali sonlanmıştı.

Eva Szekely, bu seçim sonrası aktif yüzücülük kariyerini bitirme kararı almıştı. 1950 yılında tamamladığı eczacılık eğitimi ona bir hastanenin eczanesinde çalışma fırsatı sunmuştu. Burada çalışırken aynı zamanda çeşitli kulüplerde yüzme antrenörlüğü yapmıştı. Özellikle kızı Andrea’nın yeteneğini görüp onu bir olimpiyat şampiyonu yüzücü olacak şekilde yetiştirmeye çalışmıştı. Bir olimpiyat şampiyonu anneden eğitim alan Andrea, henüz 14 yaşında 1968 Mexico City Olimpiyatları’na katılmış, burada iki final yüzmeyi başarmıştı. Sonrasında, 1970’de Barcelona’da yapılan Avrupa Şampiyonası’nda iki altın madalyaya ulaşmıştı Andrea. Yine de kızının kendisi gibi bir olimpiyat altınına ulaşması Eva için çok önemliydi. 1972 Münih Olimpiyatları kafilesinde kızının antrenörü olarak yer almıştı. Andrea hem sırtüstü hem de kelebek yüzebiliyordu, bu nedenle iki yarışmaya da katılmıştı. Ondan beklenen altındı ancak 100 metre sırtüstünde gümüş madalya kazanırken, 100 metre kelebekte ise bronz madalyada kalmıştı.

1972 Münih Olimpiyatları, sportif olarak birbirinden farklı müsabakaların yanı sıra dünyayı şaşkına çeviren bir saldırı olayına da ev sahipliği yapmıştı.. Kara Eylül isimli örgüt, 11 İsrailli sporcu ve antrenörü öldürmüştü. Eva Szekely, öldürülen güreş takımı antrenörü Moshe Weinberg ile saldırıdan bir gün önce kahve içmişti. Kuşkusuz yaşanan bu trajik olay, Eva’yı İkinci Dünya Savaşı’ndaki karanlık günlere geri döndürmüştü.

Eva Szekely ve Andrea Gyarmati
Eva Szekely ve Andrea Gyarmati
Kaynak: ujpestihirmondo.hu

Yıldız yüzücü, ölümün kol gezdiği yılları yaşayarak güçlükle inşa ettiği kariyerinde hedeflerine ulaşmayı başarmıştı. Kızının antrenörlüğünü üstlenip, döneminin en flaş yüzücülerinden biri haline getirmişti. Tüm bu başardıklarıyla, yaşarken dahi yüzme dünyasında ve Macaristan’da farklı ödüllere onurlandırılmıştı.

Son 50 metre

Kuşkusuz Eva Szekely, çocukluğundan beri tutkusu olan yüzmede, yaşadığı tüm sarsıcı olaylara rağmen hayalini kurduğu olimpik sporcuya dönüşmüştü. Üstelik tarihin en kanlı savaşının gerçekleştiği dönemde, Yahudiler sistemli bir şekilde yok edilmeye çalışılırken bile azmi hayret vericiydi. Suda olmaya duyduğu aşk tüm hikayenin başıydı belki de. Öyle ki, bir röportajında, ”Su, kendimi güvende ve rahat hissettiğim gerçek dünya.” demişti.

Kariyerini tamamladığında arkasında, iki olimpiyat madalyası ve altı dünya rekoru bırakmıştı. Tüm bu başarılar 1976 yılında, yaşarken dahi yüzmenin Uluslararası Şöhretler Müzesi’ne alınması için yeterliydi. Ayrıca, Macaristan’ın prestijli ödülü olan ve kendi dalında iz bırakan sporcu ile sanatçılara verilen “Prima Primissima” ödülüne layık görülmüştü.

Şüphesiz ki o, Adam’ın yaşadıklarının pek çoğunu yaşayarak güçlenen, örnek aldığı Csik’in izinden gidererek hayallerine ulaşan tarihin en azimli sporcularından biriydi.

Bir Cevap Yazın