Tarih: 09.09.2020 Yazar: Emrah Gölbaşı Yorumlar: 0

İskoçların mezhep ayrımcılığına ve İtalyanların Katenaçyo’sına karşı bayrak açan ilk isyankardı o. “Katolik” Celtic’in başındaki ilk “Protestan” teknik direktör Jock Stein, son nefesine kadar oyunun içinde kalmaya devam etti…

Gelmiş geçmiş en meşhur İskoç kimdir sorusuna nasıl bir yanıt verirsiniz? Evet, İskoçlar bu soruyu sormak için dünyadaki en popüler milletlerden biri olmayabilir ama geçmişe doğru şöyle bir gezintiye çıksak, farklı alanlarda tarihte iz bırakmış bir çok İskoç’a rastlamamız mümkün.

Bugüne kadar yazılmış en önemli kitaplardan biri olarak kabul edilen Ulusların Zenginliği’nin yazarı, “Modern ekonominin babası” olan iktisatçı ve düşünür Adam Smith… 1200’lü yıllarda İngilizlere karşı yapılan bağımsızlık mücadelesinin lideri olan İskoç kral Robert the Bruce… Britanya’nın en saygın halk kahramanlarından William Wallace… Harry Potter’ın yazarı J.K.Rowling… “007 James Bond” Sean Connery… Liste böyle uzayıp gidiyor. Peki Britanya’nın en sağlam ihracat kalemi olan futbol için ne demeli? Elbette hepimizin aklına gelen ilk isim, evinde 48 kupası ile şu günlerde emekliliğin tadını çıkaran ve Manchester United efsanesini yaratan adam olan Sir Alex Ferguson olabilir, ki herkes bu seçimi tartışmasız kabul edecektir. Yine de bu tarz listelere girmeye hak kazanan ama tarihin tozlu raflarında unutulmuş birileri vardır daima, değil mi? 35 yıl önce bugün aramızdan ayrılan İskoç teknik adam Jock Stein “meşhur İskoçlar” sıralamasında en üst sıralarda olmayabilir ama onun ismi Britanya futbolu için çok şey ifade ediyor…

Celtic’teki Protestan

Jock Stein taktik tahtasının başında

90’lardan evvel Britanya futbolu denilince akıllara, adanın lokomotifi olan Premier Lig’in bugünkü göz kamaştırıcı görüntüsünün, devasa boyutlara ulaşan ekonomisinin ve İngiliz takımlarının tartışmasız üstünlüklerinin aksine, trajediler ve sportif başarısızlıklar geliyordu. 1966’da Dünya Kupası’nın kazanılmasının ardından bir türlü “evine dönemeyen futbol” ve sırasıyla 1985 ve 1989 yıllarında meydana gelen Heysel ve Hillsborough tribün faciaları, ada futbolunun üstünde gezinen kara bulutlar oldu hep.

Britanyalılar geçen yüzyılın ortalarında yine benzer şekilde onlarca insanın öldüğü Manchester’daki Burnden Park trajedisinin ve 1958 yılında Kızılyıldız ile oynanan Avrupa Kupası maçından dönüş yolunda uçaklarının düşmesi sonucu hayatını kaybeden 8 Manchester United oyuncusunun yasını tutmuşlardı. Başarılardan ziyade kitlesel kayıpların olduğu facialar ve hüsranlarla anılan ada futbolunun en büyük tekil trajik kayıplarından birisi ise 1985 yılında Dünya Kupası eleme gruplarında oynanan İskoçya-Galler maçının hemen ardından soyunma odasında yaşandı. Ferguson’dan önce sadece Britanya’nın değil Avrupa futbolunun da en büyük ve yenilikçi figürlerinden birisi olan Jock Stein’ın kalbi futbolun yükünü daha fazla kaldıramadı ve İskoç teknik adam 62 yaşında tüm yaşamını adadığı futbol sahasında hayata veda etti.

Jock Stein 43 yaşında bir “Protestan” olarak Celtic’in başına geçtiğinde, yıllar içinde yeşil sahanın üzerinde yaratacağı modern Celtic’ten evvel, bir “Old Firm” mitini yıkarak aslında bu modernleşmeyi o imzayı attığı gün başlatmıştı. Rangers ve Celtic derbisi bugün hepimizin bildiği üzere belki de dünyada sportif rekabetin ötesinde kültürel, politik ve dinsel unsurları çokça içinde barındıran tek futbol derbisi olabilir. İki farklı dünya görüşüne sahip “Katolik” Celticliler ile “Protestan” Rangerslıların içinde olduğu bu rekabet, futbolun içindeki en renkli ama aynı zamanda en acı tatlardan birisi oldu daima.

Kökeni 1800’lü yıllara kadar giden ve mezhep ayrımcılığına dayalı bu kutuplaşmanın en şiddetli yansımasının olduğu yerlerden biri oldu bu rekabet. Elbette İskoçya’daki aşırı mezhepçiliğin beslendiği tek yer futbol sahaları değil, ancak zaman içinde dünyadaki tüm hukuk sistemlerinin arasında anti-mezhepçiliğe dair yasalar barındıran tek ülkenin İskoçya olmasının da ana sebebi bu tarihi çekişmeden kaynaklanıyor. Çünkü bu ezeli rekabet belli zamanlarda öyle gerilimli ve şiddet içeren anlar yaşadı ki, ayrımcılıktan kaynaklanan bu tarz suçları engellemek için başka çareleri kalmadı.

Old Firm: Celtic vs Rangers

Aslında Rangers-Celtic rekabeti başlarda bu kadar politik değildi. Glasgow şehrinin bu iki takımının yöneticileri 1800’lerin sonlarında bu rekabetteki ticari potansiyelin farkına vardılar. 1893 yılında Celtic Park’ta oynanan Glasgow Kupası finalinde her iki takım anlaşıp stadyumu yarı yarıya paylaşmışlardı. Tabii ki maç sonrasındaki gelirleri de… Yine o yıllarda İskoç takımlarının Christmas zamanında İngiltere’ye gitmeleri ve orada maç yapma gelenekleri de yerini Old Firm’in artık İskoçya topraklarında oynanmasına bırakmış ve dolayısıyla maç gelirinin tamamı da takımlara kalmıştı. Yıllar içinde ilgi öyle bir düzeye geldi ki, belli dönemlerde sportif rekabet çok yüksek olmasa da aralarındaki maçlar 80.000 kişilik stadyumlarının dolmasına sebep oldu.

Özellikle iki dünya savaşı arasındaki süreçte, Old Firm saha içinden yavaş yavaş saha dışına taşmaya başladı. Bütün Avrupa’yı etkisi altına alan faşizm, Britanya sınırlarından içeri girmekte zorlandı. Aslında buna gerek kalmamıştı çünkü işsizliğin artması ve fakirleşmenin ardından özellikle İskoçya’da çeteleşme önemli oranda artmıştı. İskoçlar kendi kaosunu kendileri yaratmıştı ve bu kaosun tam orta yerinde de Rangers-Celtic rekabeti yer alıyordu. Ülkenin işsiz güçsüz takımı, takımlarının peşinde her şehre gidip gittikleri yerlerde isyan çıkartıyorlar ve bu isyanların hemen hemen tamamı bir yerden sonra yoğun bir mezhep çatışmasına dönüşüyordu. İçinde bolca kan ve şiddet unsurlarının olduğu bir çatışma…

Tarih boyunca bu rekabetin daha politik ve keskin tarafı Protestanlar yani Rangers tarafı oldu. 1920’den sonra takımlarında Katoliklerin var olamayacağına dair çıkardıkları sözlü kural, 1989 yılına kadar varlığını sürdürebildi. Öyle ki bu kural sadece saha içini değil yönetim kademelerini ve hatta kulüp çalışanlarını dahi kapsadı. Rangerslılar yazılı olmayan bu anti-Katolik etiketini hiç bir zaman kabul etmediler ama gerçek buydu ve bunu tüm İskoçya biliyordu.

İskoçya’nın yetiştirdiği en büyük futbolculardan olan Greame Souness 1986 yılında teknik direktör olarak takımın başına geçtiğinde farklı mezheplerden, renklerden ve kültürlerden oyuncuların Rangers’ta oynamasının normal olacağını söyleyerek bu kuralın yıkılması için ilk adımı atmış oldu. 1989 yılında daha önce Celtic’te de oynamış bir Katolik olan Maurice Johnston’ın Rangers’a attığı imza aynı zamanda tarihe de atılmış bir imza oldu. 90’lardan sonra ise, içlerinde İtalyan bir Katolik olan Gennaro Gattuso’nun da olduğu bir çok Katolik oyuncu Rangers’ta oynadı ve bu ayrıştırıcı ve şiddeti körükleyen kural da ortadan kalkmış oldu.

Rangers’ın aksine Celtic, tarihinde hiç bir zaman bu tarz bir politika gütmedi. Hiç bir zaman da mezhebi, yeteneğin önüne koymadılar. 1965 yılında Jock Stein bir Protestan olarak Celtic’in başına geçti ve ilk söylediği şeylerden biri de Protestanların arasında genç ve yetenekli bir çok oyuncu olduğu ve bu oyuncuları Celtic’e getireceğiydi. Onun için öncelik daima yetenek ve performanstı. Ardından da ekledi: “Rangers hiç bir zaman çok yetenekli bir Katolik oyuncuyu almazdı…”

Stein’ın Lizbon’daki aslanları

1967 Avrupa Şampiyonu Celtic, nam-ı diğer Lizbon Aslanları

Glasgow’u şehir halkı bile “yaşaması zor bir yer” olarak anlatır. Çetelerin, ayyaşların, mezhepçi şiddet yanlılarının cirit attığı o yıllarda öyle bir adam çıktı ki bu gri havayı bir anlığına da olsa aydınlatarak mevcut kaos dışında bambaşka bir dünyanın var olabileceğini gösterdi insanlara. Kömür madencilerinin ve liman işçilerinin hayatın çetin şartlarında var olma mücadelesi verdiği bu şehre, içlerinden çıkan ve kendisi de eski bir maden işçisi olan Stein, 1967 yılının Mayıs ayında sadece Avrupa’nın en büyük kupasını değil, beraberinde umut ve mutluluk da getirdi Lizbon’dan geri dönerken. Celticli oyuncular o dönem Avrupa’nın tartışmasız en iyi takımı olan Inter’i finalde 2-1 mağlup edip tarihe “Lizbon Aslanları” olarak geçti.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın futbol iklimi de sertleşmiş, İtalyanların Katenaçyosu kıtanın hakim oyun anlayışı haline gelmişti. Inter de bu akımın bayrak taşıyıcısı olmuştu. 1960 yılında Arjantin asıllı Fransız teknik adam Helenio Herrera’nın takımın başına geçmesiyle, Inter için Avrupa futbolunu hakimiyeti altına aldığı yıllar başlayacak ve üst üste kazanılan kupaların olduğu kadar saha içindeki o sert ve acımasız oyunlarının etkisiyle “La Grande Inter” olarak anılmaya başlayacaktı Katenaçyo’nun temsilcileri.

Helenio Herrera kazandığı tüm başarılara rağmen futbol tarihinin en soru işaretli figürlerinden birisi oldu daima. Inter’deki 8 yıllık dönemi sadece kupalarla değil, “eczane kupası hocası” lakabını almasına yol açan doping iddialarıyla, şike dedikodularıyla, oyuncularını psikolojik ve fiziksel olarak aşırı zorlamasıyla ve kimi zaman başvurduğu “hileli” yöntemlerle de anıldı. Herrera’nın kurbanlarından birisi de bu muhteşem dönemi 1967 yılında sonlandıracak isim olan Jock Stein olacaktı az daha. Ancak Inter’in hocasının hesaba katmadığı bir şey vardı. İskoç efsane de, en az onun kadar kurnazdı ve rakibini iyi tanıyordu.

Inter karşısındaki Celtic takımı

1967 yılındaki Avrupa Kupası finali Inter ve Celtic arasında Lizbon’da oynanacaktı. O yıla kadar Herrera, Inter ile 3 Serie A, 2 Avrupa Kupası ve 1 de Kıtalararası şampiyonluk kupası kazanmıştı. Suarezli, Mazzolalı kadro adeta yenilmez, yıkılmaz bir kimliğe bürünmüştü. Ancak bir çok kişinin bilmediği bir şey vardı. Interli oyuncular Herrera’nın katı disiplini altında tükenme noktasına gelmişlerdi neredeyse.

Lizbon’daki final öncesi iki teknik adamın ilk karşı karşıya geldikleri yer Glasgow Havaalanı oldu. Herrera, Old Firm’i izlemek ve Celtic’i analiz etmek için özel bir jetle Glasgow’a uçmuş ve rakibi Stein’ı da dönüşte jetine davet etmişti. İskoç teknik adam da Torina’da Juventus-Inter maçını izleyecekti. Ancak maçın ardından onu Glasgow Havaalanı’nda bir sürpriz bekliyordu. Herrera, çok iri olduğu ve uçağa sığmayacağı gerekçesiyle Stein’ı uçağına almadı. Rakibini iyi tanıyan İskoç teknik adamın bir B planı vardı ve önceden ayırttığı tarifeli uçak bileti sayesinde Torino’ya gidebilmişti. Burada da stadyuma oldukça zor girebilecekti çünkü Inter onun maçı izleyebilmesi için gerekli ayarlamaların hiçbirisini yapmamıştı. Inter ve Herrera, rakiplerine ilk bel altı yumruğu savurmuşlardı ancak Stein, Muhammed Ali misali o yumruktan ustaca kaçmayı başarmıştı.

Tüm bu akıl oyunlarından etkilenmeyen Stein’ın ve Celtic’in İtalyanlara cevabı 25 Mayıs günü Lizbon’un Estadio Nacional Stadı’nda gelecekti. Interli oyuncular, uzun maç kampları ve taktik çalışmalardan yılmışlar ve Celtic maçı öncesi psikolojik olarak tükenmişlerdi. Yoğun stres altında Celtic karşısına çıkan Interliler karşılarında kanat hücumlarına dayalı son derece yaratıcı bir futbol oynayan Stein’ın öğrencilerini buldu. İskoç teknik adam, İnter’in yıllardan beri uyguladığı Katenaçyo’nun ve derinde kurdukları savunma hattını aşmanın bir yolunu bulmuştu.

4-2-4 dizilişi ile sahaya çıkan Celtic’te kanat bekleri Jim Craig ve Tommy Gemmell sürekli hücuma çıkarak Inter’in adam markajını yerle bir etmişlerdi. “Savunma yapmak için en iyi yer, rakip ceza sahasıdır” diyecek kadar modern bir anlayışa sahip olan Stein’ın Celtic’i karşısında, Herrera’nın o aşılmaz savunması dağılmış, İskoçların sürekli hücumları sonucunda çaresiz duruma düşmüştü. Inter ilk yarıda Mazzola’nın penaltısı ile öne geçmesine rağmen, ikinci yarıda her ikisi de kanat beklerinin katkısıyla gelen goller sayesinde Celtic Avrupa Şampiyonu olan ilk Britanyalı takım olmuştu. Maç 2-1 bitmişti ancak Celtic o gün Lizbon’da dünyaları kaçırmıştı. Bu beklenmeyen kupa, aynı zamanda kulüp tarihinin de zirvesiydi. Stein’ın hücum futbolu, Herrera’nın Grande Inter’inin o baskın dönemini sona erdirmiş ve Avrupa futbolunda yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Maçın ardından bir başka İskoçya ve aynı zamanda Liverpool efsanesi olan teknik direktör Bill Shankly, tarihe geçecek o sözleri söylemişti: “Jock, sen artık ölümsüzsün…”

Sona doğru

Jock Stein, Celtic tarihinde ve taraftarların kalbinde ölümsüz bir yere sahipti artık. Ne var ki kupayı kaldırıp tarihe geçmesinin üzerinden geçen 8 yılın ardından ölüme çok yaklaşacaktı İskoç teknik adam. Bir tatil dönüşü Manchester Havaalanı’nında evine doğru gitmekteyken içinde eşinin ve 2 arkadaşının da bulunduğu Mercedes aracı karşı yönden gelen başka bir araçla kafa kafaya çarpışmış ve Stein ağır yaralanmıştı. Vücudunda kırılmadık kemik kalmamış ve aylarca hastaneden çıkamamıştı. Bu trajik kazaya kadar Stein, Celtic’i üst üste 9 sezonda lig şampiyonluğuna ulaştırmış ve bunların yanında 6 kez de İskoçya Kupası’nı müzesine götürmelerini sağlamıştı. Celtic’in bir daha hiç bir zaman ulaşamayacağı bu görkemli dönemin sonunu da bu kaza getirmişti maalesef.

Jock Stein ve Celtic’de kazandığı kupaları

Kazanın ardından 1 sene çalışmaya ara veren teknik adam, tekrar takımın başına geçtiği 1976-1977 sezonunda kariyerinde son kez şampiyonluk kupası kaldırmış ve bir sonraki sezon ligi 5. sırada bitirmelerinin ardından takımdan kendi isteğiyle ayrılmıştı.

1978 yılında sezona Leeds United’ta başlayan Stein, İngiltere’nin futbol ortamından hoşlanmayıp sadece 44 gün sonra, selefi Brian Clough gibi istifa etmiş ve İskoçya’nın başına geçmişti. Kariyerinin son perdesini ülkesinin milli takımının başında yaşayacak olan teknik adam, aynen Celtic’te olduğu gibi milli takıma da en başarılı dönemlerinden birini yaşatacaktı.

Görevi devralmasının ardından Stein’ın başlangıcı aslında pek de iyi sayılmazdı. Oluşturduğu ilk takımın tamamı İngiltere’de oynayan oyunculardandı ve Stein’a göre İskoçya duygusal ve naif bir oyun yerine pas oyununa dayalı daha disiplinli bir anlayış ile oynamalıydı. Başlarda bu felsefeyi oturtmakta zorlansa da 1982 Dünya Kupası elemelerinde takım oldukça iyi bir performans ortaya koyarak İspanya’ya gitmeyi başardı. İspanya’da henüz ilk turda elenmelerine rağmen, oynadıkları oyun Stein’ı ve İskoçları tatmin etmişti.

1986 Dünya Kupaları elemeleri başladığında bu yolun sonunun hem sevince, hem de hüzne çıkacağını hiç kimse bilmiyordu elbette. 10 Eylül 1985 günü, elemelerin son maçında İskoçlar, burada alacakları bir beraberliğin onları Meksika’ya götüreceğinin bilincinde olarak Galler’e gitmişlerdi. Galler’in Dünya Kupası’nda yer alması içinse mutlak suretle kazanması gerekiyordu. Stres seviyesi oldukça yüksek bir karşılaşmaydı. Maç öncesi Stein’ın fiziksel durumu pek de iç açıcı sayılmazdı. Teknik adam ile röportaj yapan BBC muhabiri Roddy Forsyth, onun sürekli terlediğinden ve yüzünün bembeyaz olduğundan bahsetmişti.

Maç oldukça sert başlamış ve daha oyunun çeyrek dilimlik zamanı geride kalmadan meşhur golcü Ian Rush, Galler’in ihtiyacı olan o golü bulmuştu. Stein’in oyunu geride kabul edip beraberliğe yatma planları suya düşmüştü. Galler ise golün ardından, İskoçların en büyük hücum silahı Gordon Strachan’ı iyiden iyiye etkisiz hale getirmişti. Devre arasında İskoç teknik adamın üzerindeki baskı iyice artmıştı ama oyuna müdahale etmesi de kaçınılmazdı. Strachen’ın yanına gidip ikinci yarıda onu oyundan alacağını söylerken yüzünün rengi giderek daha da kötüye gidiyordu. Strachan öfkeyle Stein’ın üstüne yürüyecekken onu durduran isim o sıra takımın yardımcı teknik direktörü olan Alex Ferguson olmuştu.

1984/1985 Jock Stein ve Alex Ferguson.

İkinci devrede İskoç teknik adam planladığı gibi Strachan’ın yerine Davie Cooper’ı oyuna aldı ve o Cooper bitime 9 dakika kala penaltıdan attığı gol ile İskoçların Meksika bileti almasını sağladı. Tüm oyuncular ve yedek kulübesi sevinç içinde zaferi kutlarken, Stein rakiplerinin elini sıkmak için Galler kulübesine doğru yürümeye başladı. Ancak elini uzatmaya fırsat bile bulamadan dizlerinin üstüne düştü ve kendinden geçti. Apar topar soyunma odasına götürülen İskoç teknik adamın bilinci yapılan ilk müdahale sonrası tekrar açıldı. Doktora kendisini biraz daha iyi hissettiğini söylemesinden dakikalar sonra tekrar bayılan efsane hoca, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Başta kalp krizi sanılmasına rağmen yıllar sonra Stein’ın ölüm sebebinin akciğerlerinde biriken sıvının olduğu söylendi. İskoç teknik adam maç öncesi hazırlık döneminde tedavisini aksatmış ve ilaçlarını almamıştı. Tüm yaşamı boyunca futbolla yatıp kalkan İskoç teknik adam, oyuna olan bu yoğun bağlılığı yüzünden acı bir şekilde hayatını kaybetmişti.


Celtic Park önündeki “ölümsüz” Jock Stein: “Taraftarlar olmadan futbol bir hiçtir.”

Jock Stein en meşhur İskoçlar listesinde üst sıralarda olmayabilir. Ancak İskoç teknik adamın içinde Adam Smith gibi bir entellektüel, Robert the Bruce gibi doğuştan bir lider ve William Wallace gibi bir halk kahramanı yaşıyordu. Halefi Alex Ferguson belki ondan daha büyük başarılar elde edip isminin önüne “Sir” unvanı almış olsa da, Stein’ın “ölümsüzlüğü” Celtic Park’ın önüne dikilen heykeli ile bir kez daha belgelendi. Onun İskoç futboluna yaşattığı başarılar hiç bir zaman unutulmadı ve unutulmayacak…

Bir Cevap Yazın