Tarih: 10.03.2021 Yazar: Barış Korkmaz Yorumlar: 0

Şehrin Takımı’nın ikinci konuğu Gençlerbirliği! Gençlerbirliği taraftarları Pelin Sağlam, Flying Dutchman, Tribünün Cadısı, Mücahit Altunok, Erdem Ceydilek ile yazar ve Serbest Atış ekibini bir araya getiren Kadir Has Üniversitesi Spor İletişimi Programı’nın değerli eğitmeni Tanıl Bora sorularımızı yanıtladı.

  • Gençlerbirliği taraftarı olma hikayenizi bizimle paylaşır mısınız?

Tanıl Bora: Bunu kısaca anlatamam, ne olur mazur görün! “Nasıl Gençlerli oldum?” adlı yazıda, Takımdan Ayrı Düz Koşu* adlı derleme içinde, uzun uzun anlatıyorum, meraklısını oraya çağırayım.

Flying Dutchman: Merhaba Ben Flying Dutchman. Pek çok taraftarımızın aksine başka bir takım tutmadan Gençlerbirliği taraftarı olanlardan biriyim ben. Ailemde futbol kimse tarafından sevilmez; hatta futboldan hoşlanan, takip edenler bile garip karşılanırdı. Bu sayede herhangi bir etki altında kalmadan seçim yapabilme şansım oldu. Önceleri hiçbir takım tutmama düsturu ile tüm maçları izlemeye çalışıyordum ancak küçük yaşta çok fazla maç izleme talebiniz hoş karşılanmayabiliyor benimki gibi bir ailede. Sonrasında bir takım seç sadece onu izle dediklerinde dönemin UEFA Kupasında fırtına gibi esen Gençlerbirliği’ni seçtim. Aslında epey bilinçsiz bir seçimdi o dönem için ancak ilerleyen süreçte beni Gençlerbirliği’ne çeken pek çok şey oldu. 2003 yılında gönül verdiğim renklerle statta tanışmam ise babamın hediye olarak 2007 yılında TSYD kupası maçlarına götürmesiyle oldu. Sonraki süreçte kupanın düzenlendiği ve Gençlerbirliği’nin kupaya katıldığı sadece bir turnuvayı stattan izlemedim. Günümüzde hiçbir artı değer üretmeyen, bir amacı dahi olmayan, Fair Play’den bihaber tek amaçları kazanmak olan ve bu yolda her şeyi mübah gören takımlardansa; stadına gidebileceğim, yaşadığım şehirden parçalar taşıyan, bir gencin tıpkı bir fidanın ağaç olması gibi yetiştiğini görebileceğim, taraftarlarının her olayda ilkeli bir şekilde doğru tarafta dimdik ayakta durduğu bu camianın bir ferdi olmaktan büyük keyif alıyorum.

Pelin Sağlam: Yirmili yaşlarımın başına kadar bir çocukluk alışkanlığı olarak İstanbul takımlarından birini desteklerken, 2011 yılı civarında o takıma ve-maalesef-futbola olan ilgimi kaybettim. Bir oyun olarak futbolu çok sevmeme rağmen, uzun bir süre futbolun endüstriyel ve adaletsiz tezahürlerine odaklanıp, keyif veren yanlarından ve romantizminden uzaklaştım.

Yıllar sonra, 2019’da bir memleket ziyaretinde babamla şehirdeki heyecana kapılıp 1. Lig’de mücadele eden Denizlispor’un maçına gittik. Televizyondan da takip etmeye başlayınca futbolu çok özlediğimi fark ettim. Ancak 15 senedir Ankara’da yaşayan biri olarak Denizlispor tribününde yer almam pek mümkün olmuyordu. 5 Mayıs 2019’da Ankara’da Gençlerbirliği-Denizlispor maçında misafir tribünündeydim ve o maçta Gençlerbirliği ile yeniden tanıştım. Yeniden diyorum, çünkü çocukluğumda da Gençlerbirliği’ne sempati duyduğumu hatırlıyorum. O maçta misafir takım tribünündeydim ama maratonda açılan “Gençler-Denizli el ele” pankartları adeta bana göz kırpıyordu. Sonraki haftalarda kendimi Gençlerbirliği tribünlerinde buldum, hatta-biraz da çekinerek-Gençlerbirliği’nin şampiyonluk maçına Denizlispor formasıyla gittim. Kimsenin garip karşılamadığını, hatta selam verip gülümseyenlerin bile olduğunu hatırlıyorum.

Yeni sezonda Gençlerbirliği kombinesi aldım ve önce sosyal medyada sonra da tribünde Alkaralar’la tanıştım. Bu tanışma benim için bir dönüm noktası olabilir. Çünkü o ana kadar, futboldan uzakta kalmaya gayret ettiğim yılların da etkisiyle, hala net olarak “şu takım taraftarıyım” diyemiyordum. Artık hem Gençlerbirlikliyim, hem Alkarayım, hem de çok güzel ve büyük bir ailenin üyesiyim.

Tribünün Cadısı: Aslında babamla küçüklüğümden beri Gençlerbirliği maçlarını hem televizyondan hem de statta seyrederdik. Gençlerbirliği bir bakıma babamla zaman geçirme araçlarından biriydi benim için ama babam hiçbir zaman tutacağım takım açısından bir baskı oluşturmadı üstümde. Annem, eniştem ve kuzenimin üzerimdeki yoğun etkinliği sonucu lise yıllarıma kadar bir İstanbul takımını tuttum ama Gençlerbirliği de her zaman hayatımdaydı. Lisenin sonlarına doğru artık İstanbul takım taraftarlığının verdiği toksiklikten yoruldum. Maçlarını hayatımda ancak birkaç kez canlı izleyebildiğim, sürekli televizyondan takip etmem gereken ve sürekli ezeli rakiplerine karşı bir savunma ortamı oluşturan bir takımı desteklemek artık mantıksız gelmeye başladı. O andan sonra taraftarlık hayatım tamamen Gençlerbirliği üzerine kuruldu. Maçlarına istediğimde gidebildiğim, yanımdan geçen bir arabada atkısını görünce yan yana maç izlediğimizden nerdeyse emin olduğum, gerçekten şehrimin bir parçası hissedebildiğim, tribününde çok güzel arkadaşlıklar edindiğim, hayatımın büyük parçasını oluşturan bir takım oldu. Taraftarlarının birbirini bir şekilde tanıdığı, bir aile ortamı gibi hissedebileceğiniz bir yer burası. Bir takımı tutmayı bırakıp başkasına geçme kararı bazılarına ters gelebilir fakat benim verdiğim en iyi kararlardan birisiydi.

Erdem Ceydilek: En başta fark etmiyorsunuz belki ama Gençlerbirliği taraftarı olma hikayemizin başlangıcında, özünde böyle bir soruya maruz kalabilme ihtimalinin güzelliği yatıyor. Elbette babadan, anadan, dayıdan Gençlerbirlikliler de var ama tribünün ekseriyeti, bu kimliği çeşitli deneyimler ve muhakemeler neticesinde kazandı, kazanmaya devam ediyor. Ben de bu kimliği sonradan bilinçli bir tercihle kazananlar arasındayım. Cahiliye devrinden sonra gelen mütevazı bir aydınlanma diyebiliriz belki de. Ülkenin ana akım futbol düzeninin beni kendinden itmesi zaten daha öncesine dayanıyor. Daha önceden gelen bu temelin üzerine,  2000’lerin ilk yıllarında, Gençlerbirliği’nin de kuruluşuna ev sahipliği yapan Atatürk Lisesi’nde öğrenciyken, kentle daha canlı bir bağ kurma motivasyonum, Gençlerbirliği’nin o dönemlerdeki sportif başarısı ve alternatif bir kimlik alanı sağlama cazibesi bir araya geldi ve kendimi Gençlerbirliği maçlarına giderken, Gençlerbirliği forumlarını göz ucuyla da olsa takip ederken buldum. Camiayı, kulübün tarihini öğrendikçe ve özellikle de tribün ve forumlar sayesinde tanıdığım insanlarda bir yoldaşlık buldukça da bu kıvılcım büyüdü, büyüdü, büyüdü, daha fazla büyümez dedim, büyümeye, çoğu zaman “kulübe rağmen” büyümeye devam etti.

Mücahit Altunok: İlkokula yeni başladığım zamanlardı. Ailemde herkes Galatasaraylıydı. Bir gün sordum: “Bu takım İstanbul’da, hiç Ankara’da takım yok mu?” diye. Dediler Ankaragücü var Gençlerbirliği var. Renkler kırmızı-siyah, takım o zaman UEFA’da, adı Gençler… Bir kere en baştan vurulmuştum. Bu şekilde başladı; yaş ilerledikçe tutkum, bağlılığım arttı. Kısacası çocukluk aşkım oldu.

  • Gençlerbirliği taraftarı olarak en unutulmaz anınız nedir?

Tanıl Bora: Çok var. Beş altı tane seçeyim. 1994/1995’te Ankara’daki Galatasaray ve Fenerbahçe galibiyetleri; benim gönlümde en fazla yer etmiş takım o sezonki takımdır. 2000’de Kayseri’de Fenerbahçe’yi penaltılarla yenerek Türkiye Kupasını kazandığımız an. 2002-2003’te Türkiye Kupası’nda İstanbul’da Beşiktaş’ı 4-3, ertesi sezon yine kupada yine İstanbul’da, Fenerbahçe’ye 4-2 yendiğimiz maçlar. 2003’te Sporting Lizbon’u deplasmanda 3-0 yendiğimiz maç. 2013/2014 sezonunda Trabzonspor’a karşı 0-2’den gelip 3-2 yaptığımız maçta Jimmy Durmaz’ın 3-2 yapan golü.

Flying Dutchman: Aslında pek çok maç anısı sayılabilir burada. Efsanevi geri dönüşler, deplasmanda paylaşılan anılar, kurulan dostluklar… Ben burada yakın zamanda yaşanan bir olaydan bahsetmek istiyorum. Bilindiği üzere Türkiye’de pek çok takıma belediyeler ve/veya siyasi örgütlenmeler üzerinden yardımlar yapılıyor, taraftarlar ise genellikle bu yardımlardan mutlu oluyor hatta daha da fazla olması için ilgilileri sıklıkla rahatsız ediyor. Herkesin daha çok para daha çok transfer ilkesiyle hareket ettiği bu ortamda Gençlerbirliği kültüründen bihaber yöneticiler yakın zamanda bu modaya uyarak Ankara Büyükşehir Belediye’sinden maddi destek istedi. Bu olayın haberleştirilmesi sonrası tüm Gençlerbirliği taraftarları genel akışın aksine bu durumdan rahatsız olduklarını dile getirdiler, hem de her yerde. Belediyeye ziyarete gidenler, ilgili sosyal medya uygulamalarındaki paylaşımlar altında taraftarlar güçlü bir şekilde bu duruma itiraz etti. Ankara halkının parasının iş bilmez yöneticiler eliyle belli menajerlere harcanmaması için yoğun bir çaba ortaya kondu. Bu gerçekten etkileyici bir olaydı benim için. Açıkçası bu olayla beraber bu taraftar ile beraber bulunmaktan bir kez daha gurur duydum.

Pelin Sağlam: Sanırım 23 Şubat 2020’deki Ankaragücü maçı benim için çok özel bir anıdır. O maç bir Ankara derbisi olarak zaten önemliydi. Ama özellikle, öncesinde yönetimlerin arasında vuku bulan huzursuzluk sebebiyle, sosyal medyadaki atışmalarla ve maç esnasında Ankaragüçlü bazı taraftarların maratonda (yani bize ayrılan tribünde) belirmesiyle daha da gergin hale gelmişti. Maç içinde misafir tribünler ile maratonda birleşen Ankaragüçlülerin karşılıklı yaptıkları “Gençler kümeye” ve “Ankara’da en büyük Ankaragücü” tezahüratları hepimizin o maçı daha çok istemesine sebep oldu. 74. dakikada Sio’nun kafa golü ile gelen galibiyetin yaşattığı sevinci ve kısılan seslerimizi unutamam.

Tribünün Cadısı: Bu soruya iki tane cevabım var. Hangisini seçebileceğimi bilmediğim için ikisinden de bahsetmek istiyorum. Birincisi düştüğümüz senenin son iç saha maçı. Matematiksel olarak düştüğümüzü çoktan bilmeme rağmen o maçta yaşadığım üzüntüyü unutmam mümkün değil. Aynı zamanda yıllarca bize ev sahipliği yapan 19 Mayıs Stadyumu’nda da oynanan son maçtı. Kuzenim ve arkadaşımla birlikte gitmiştik. Sahada takım, tribünde taraftar… Hepimizin gözlerinde birer damla yaş. Anısı hala yürek sızlatır.

Bir diğeri ise Süper Lig’e geri yükseldiğimiz senenin son maçı. O maç sonrası yapılan seremoni, taraftarların hazırladığı pankartlar, patlayan konfetiler, balonlar, çalan şarkılar, takım ve taraftar hep birlikte sahada olmamız… Yolda açtığımız marşlar eşliğinde eve dönerken taraftarlarla karşılaşıp bir anda kutlama konvoyuna dönüşmüştük. Eve geldiğimizde o bayram havası hala devam ediyordu. Heyecandan zor uyumuştum. Hala dün gibi aklımda.

Mücahit Altunok: Ben Cephe grubundayım. Grubun yeni kurulduğu zamanlarda abimiz Yılmaz Güney topladı bizi etrafına. ‘’Arkadaşlar! Cephe bir gökdelen ve bizler bu gökdelenin ayaklarıyız. Sadece tribünde değil, hayatta da sımsıkı tutacağız kardeşlerimizi. Birimizin bir derdi varsa gidip beraber dertleneceğiz, beraber üstesinden geleceğiz. Birimizin mutluluğu hepimizin mutluluğu olacak, onu da paylaşacağız ve bu gökdelen böyle yükselecek’’ dedi. O gün iliklerime kadar Gençlerbirliği ile doldum, sevgi ile doldum. 13-14 yaşında bir kez daha aşık oldum bu takıma, tribünlerine.

  • Ankara’da taraftarlık nasıl yaşanıyor? Normal zamanda maç günü neler yapıyorsunuz? Diğer günlerdeki taraftarlık faaliyetleriniz nelerdir?

Tanıl Bora: Gitmeden, sabahtan itibaren hep hafif gergin olurum. 19 Mayıs’ta oynanırken, eskiden en az bir saat once giderdim. Son yıllarda yarım saat kala gidiyordum. Eryaman Stadı çok uzak olduğundan, oraya o kadar erken gitmiyordum. Diğer günler? Whatsapp grubundan taraftar sohbetlerini, yazışmalarını izlerim. Maç ertesi günler Alkaralar Youtube yayınını izlerim. Ara ara takımın durumu aklıma gelir, canım sıkılır. Öyle.

Flying Dutchman: Ankara yapısı itibarıyla çok fazla yerli nüfus içermeyen kalabalık bir şehir. Memurların ve öğrencilerin çok olması şehir nüfusunda belli bir sirkülasyona neden oluyor. Bu sirkülasyon içerisindeki insanların şehir aidiyeti her zaman yüksek olamayabiliyor. Doğal olarak bu durum maç günü şehre de yansıyor. Özellikle şehrin kalbindeki 19 Mayıs Stadyumu’nun yıkılması ve yerine Eryaman gibi şehir merkezine daha uzak bir noktada stat inşa edilmesi de bu duruma etki ediyor. Sonuç olarak şehir merkezinden uzakta bir maçta şehir tam olarak bir heyecan yaşamıyor. Öyle ki Ankara’nın Süper Lig’deki iki temsilcisinin son oynanan seyircili maçlarında stat dolmazken, stat yakınındaki AVM stattan daha kalabalıktı.

Şehrin havaya girememesinin taraftarı çok etkilediğini söylemek ise bence mümkün değil. Tüm taraftarlar maç günü büyük bir heyecanla hazırlıklarını yapıyor, toplanıp gruplar halinde stada intikal ediyorlar. Maç öncesi maç hakkında neler olacağı tartışılırken, maç sonu galibiyet kutlaması ya da nerelerde hatalar yapıldığına dair yorumlar size eşlik ediyor.

Pelin Sağlam: Bu soruyu pandemi dönemi dışında cevaplamak gerekiyor sanırım. Normalde Ankara’daki maçlarda maraton 304 bloğun en üst kısmında yerimizi alırız. Maçın ardından Kızılay’da bir mekana gider, akşamı maç hakkında konuşarak geçiririz. Deplasman maçlarını da birlikte izler, yine maç sonunda birlikte oluruz. Alkaralar, her maç sonu canlı yayınlar yapar. Bu yayınlarda teknik, taktik ve kulüpten haberler konuşulur. Pandemi sürecinde de bu yayınları devam ettiriyoruz. Bazen bu yayınlarda kamera önünde bazen de kamera arkasında yer alıyoruz. Genel olarak sosyal medyada aktif taraftarlarız, bireysel paylaşımlar yaptığımız gibi, haber amacı taşıyan içerikler de üretiyoruz. Özellikle pandemi sürecinde Alkaralar Youtube kanalı üzerinden çeşitli konularda yayınlar yapıldı, bazen akademik bazen eğlence amaçlı içerikler üretildi. Mesela bunlardan biri benim hazırladığım taraftar tişörtü tasarlama videosuydu, bu videonun yayına hazır hale getirilmesinde yine taraftar arkadaşlarım yardım etti. Genel olarak böyle geçiyor.

Tribünün Cadısı: Maç günlerinin heyecanı uyandığım anda başlar aslında bende. Annem ve babam için de öyledir. Gün, maça göre planlanr. Eğer iç saha maçıysa, maçtan birkaç saat önce stadın etrafındaki bir kahvecide Gençlerbirliği sayesinde, ve iyi ki, hayatıma giren arkadaşlarımla buluşuruz. Maç saati gelene kadar rakip fark etmeksizin, kendi kendimizi bir şekilde gaza getirir yüzümüzde bir gülümsemeyle stada doğru yol alırız. Grubun yarısı maratonda yarısı kapalı tribünde maç izlemek için dağılır. Ben de genellikle kuzenlerimle ve okuldan arkadaşımla izlerim. Maç çıkışı toplanılan noktalar bellidir. Tribünün bir kısmı dağılır, bir kısım ise kutlama/üzülme seromonisine geçer. Eğer deplasman maçıysa Ankara’da tüm tribünün bildiği ve benimsediği bir mekanda maç öncesi toplanılır. Maç yayını başlar. Bir “Haydi Gençler!” sesi yükselir televizyona en yakın masadan. Hep birlikte yine tek yürek maç izleriz. Masalar arası şakalaşmalar döner, atılan gole beraber sevinir yediğimiz gole beraber üzülürüz. Pandemide en çok özlediğim şeylerden biri de bu ortam oldu.

Ankara taraftarlığından bahsedip bir konuya değinmeden geçmem doğru olmaz diye düşünüyorum. Sporun ve taraftarlığın aslında cinsiyeti olmaz, olmamalıdır. Bunu günümüzde söylüyor olmak fazlasıyla üzücü aslında fakat bir kadın olarak ve maçları dört-beş kişilik kadın grubu içerisinde izleyen biri olarak da şunu söylemek istiyorum, hem birbirimizi tanımanın verdiği güven hem de taraftarımızın sahip olduğu saygı düzeyi sayesinde içimiz çok rahat bir şekilde maç izlemeye gidebiliyoruz. Normalde olması gereken zaten bu olmalı fakat günümüzde bunu söyleyebilmenin değerli olduğunu düşünüyorum. Başka takımların maçlarında yaşanan rahatsız olaylardan haberdar olduğum için sahip olduğumuz bu ayrıcalığın bir gün bütün tribünlerde ve sokaklarda geçerli olmasını umuyorum.

Mücahit Altunok: Maç günleri işe gider gibi erken başlar. Pankartı ve davulu stada getirmekten tutun, öğrenci olan ya da maddi durumu iyi olmayan kişilerin biletlerinin ayarlanmasına kadar bir mesai bekler bizi. Atkı satarız, imkanı olanlar cebinden verir ama herkes içeri girmeden içeri girmeyiz. Bizim için maç günlerinden ibaret değildir tribün. Öğrencilerin derslerine yardımcı olunur, ilerlemek istedikleri alana göre ablaları ve abileri onlara rehberlik eder. Tıraş olacaksam Sincan’da Hüseyin’e giderim. Arabam boyanacaksa adres Yılmaz Abi. Bir organizasyonun var ve meşrubata ihtiyacın varsa Gimat’a Bilal’in yanına. Herkes birbirini bilir ve kimin elinden ne gelirse kardeşlerine yardımcı olur.

  • 2000’lerin başında Avrupa’da en çok iz bırakan takımlarımızdan biri de Gençlerbirliği. O günlerde neler yaşadınız? Günümüzden bakınca o günleri nasıl hatırlıyorsunuz?

Tanıl Bora: Melankolinin konusu.

Flying Dutchman: Beni Gençlerbirliği taraftarı yapan dönem o dönem. Her taraftarımız için önemli bir yeri vardır ama benim için yeri çok başka o dönemin. Hem taraftarlığa başlangıcım olması hem de bugünkü sorunlarımızın kurtuluş reçetesi olması nedeniyle önemli. Gençlerbirliği o tarihlerde çok iyi yönetilen bir kulüptü. Tam anlamıyla bir rol modeldi. Ucuza alınan genç yabancılar ve altyapıdaki isimler parlatılıp satılıyor, kazanılan paralar lüks harcamalar yerine altyapı tesisleşmelerine ayrılıyordu. Tabii bu durum sizi doğrular içerisinde tutmaya yetiyordu. Sistemi bozmadığınız sürece başarı kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Gençlerbirliği kötü bir noktadan Avrupa’da boy gösterecek adından söz ettirecek konuma geldi. O gün benim için güzel hatıraların yanı sıra bir umut kaynağı da. Gençlerbirliği o dönemlerin hemen öncesinde çok zor günler geçirdi hatta 10-15 yıl önce amatöre düşme tehdidi yaşadı. Bugün içinde bulunduğumuz durumu düşününce çözümün yine kendi içimizde olduğunu görüp umutla doluyorum.

Pelin Sağlam: O zamanlar Gençlerbirliği taraftarı değildim. Haliyle çok fazla anım yok. O dönemki maçları sonradan izledim, detayları sonradan okudum, öğrendim. “Keşke orada olsaydım” dediğim ve en çok özendiğim dönemlerdir.

Tribünün Cadısı: Yaşım ve o zamanlar Gençlerbirliği ile bu kadar ilgili olmamam hatırlamama maalesef pek izin vermiyor.

Mücahit Altunok: Benim armayla yeni tanıştığım zamanlar. Avrupa semalarında çakan şimşek olduk, İstanbul’un kabusu olduk. Valencia’ya elendiğimiz maç hüngür hüngür ağladım. O günü andığımda hala gözlerim dolar. O günlere 2021 yılından bakamıyor insan. Geldiğimiz nokta utanç verici. Liyakat kavramının anlamını yitirdiği ve Ankara’nın koca çınarının köklerinin baltalandığı bir dönemdeyiz.

  • Ankara’yı bir başka köklü kulübümüz Ankaragücü ile paylaşıyorsunuz. Diğer şehirlerdeki ezeli rekabetleri de göz önüne aldığınızda Gençlerbirliği-Ankaragücü rekabeti hakkında neler söylemek istersiniz?

Tanıl Bora: Tarihi ve sahici bir rekabettir. Ankaragücü’nü sever sayarım, karakterli bir camiadır. Ne yazık ki Gökçek-Cemal Aydın cengi kulübü mahvetti. Son yıllarda, çöküş içinde, kaderlerimiz benzeşti.

Flying Dutchman: Gençlerbirliği-Ankaragücü rekabeti çok değerli bir rekabet. Bence Türkiye’deki en büyük iki derbiden birisi. Bu derbiyi özel yapan unsurlar; takımların aynı stadı paylaşması, aralarındaki tarihsel rekabet ve temsil ettiği değerler. Oldukça keyifli ve güzel maçlar, sürpriz sonuçlar gösteren derbiler izledik bu zamana kadar. Sıkıcı, 0-0 biten derbileri sevmeyen benim gibi bir insan için keyif alma garantili, tabii biz kazanırsak daha güzel.

Pelin Sağlam:  Gençlerbirliği-Ankaragücürekabeti diğer şehirlerdeki gibi bir semt rekabeti değil. Ortak noktamız “Ankara”. Aynı sokaklarda yürüyor, aynı parklarda oturuyoruz, aynı mağazalardan alışveriş yapıyoruz. Kent kimliği ve kültürü açısından ortaklaştığımız çok fazla nokta var. Bu açıdan, bu rekabet diğer derbilerden ayrılıyor ve yine aynı sebepten kaybolmayacak bir bağımız var. Zaten birçok taraftarımız Ankaragücü maçlarında desteğe gitmiştir ya da Ankaragüçlüler bizim maçlarımızda desteğe gelmiştir. Peki, farkımız ne? Ya da neden bazen gerginlikler yaşanıyor? Bu iki kulübün temsil ettiği değerler, sosyokültürel farklar ve tabii ki sosyal çevremiz aslında bu iki takımdan hangisini tuttuğumuzu belirliyor. İşte bu unsurlar bazen gerilimin temel sebeplerini oluşturabiliyor. Bazen de günlük olaylar, maçlarda yaşananlar, kulüp yönetimlerinin tavırları gerginlik sebebi olabiliyor. Bu seviyede bir gerginlik de bence derbilerin tadı tuzu zaten.

Tribünün Cadısı: Gençlerbirliği-Ankaragücü taraftar karşılaştırması Ankara’da her zaman yapılır ve bir şekilde bu sosyokültürel bir karşılaştırmaya döner. Bu karşılaştırmalara girmeden konuşmam gerekirse Ankara takımlarının Süper Lig’e geri çıkma serüvenlerinde iki takımın arası biraz daha düzelmiş gibiydi, tribünde bizi desteklemeye gelen Ankaragüçlüler vardı. Fakat Süper Lig’e çıktıktan sonra Ankaragücü tribünün bizi “Ankara’nın küçük kardeşi” gibi görme hatasına düştüğünü gördük. Bizim bağımsız bir Ankara takımı olduğumuzu kabul etmeleri gerekirdi. Destekleri için teşekkür ederiz fakat bunu bizim üstümüzde baskı yapmak için kullanmaları bana göre büyük bir hataydı. Geçen seneki Ankara derbisinde hem tribünde hem sosyal medyada yaşanan gerginliklerden sonra da en azından bir süre daha yıldızların barışacağını düşünmüyorum. Sonuçta onlar da şehrimin takımı, başarısız olmalarını istemem ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: “Her zaman, her yerde en büyük Gençler!”

Mücahit Altunok: Eskiden her şey çok güzeldi. Son zamanlarda bireysel tartışmalar iki tribünden insanları kutuplaştırmaya başladı. Bu soruyu iki yıl önce sormuş olsaydınız kuracağım tek cümle olurdu: ‘’Gardaş deriz kankaya’’

  • İlhan Cavcav sizin için ne ifade ediyor? Nasıl bu kadar istikrarlı bir yönetim sergiledi?

Tanıl Bora: Karışık hisler. Gençlerbirliği’ni 1970’lerin sonuna dip kümelerde sürünmekten, belki de unutulup gitmekten kurtardı, kurumsallaştırmaya dönük önemli adımlar attı. Fakat tek-adamlaştıkça, bugünkü müthiş gerilemenin temelini attı.

Flying Dutchman: Gençlerbirliği İlhan Cavcav’dan önce de var olan ve önemli bir kulüptür, İlhan Cavcav da bu kulübe çok büyük katkılar sağlamıştır ancak pek çok zarar da vermiştir. Rahmetli İlhan Cavcav’dan bahsederken iki yönünden de bahsetmek gerekir. İlki İlhan Cavcav gerçekten büyük bir spor ve iş adamı. Vizyonu ve yaptıklarıyla Türk futbolunun bugünkü pek çok sorununa cevabı veren işler yapması, altyapı hamlesi, yetenekli genç oyuncuları bulup oynatıp satması vs. gerçekten çok doğru ve önemli işlerdi. Ancak ikinci yönden baktığınızda işler biraz değişiyor. 2006 yılında kongrede rakibi rahmetli Atilla Aytek’i yenmek için naylon üye yoluna başvurması, menajerlerin kulübün içinde bu kadar bulunmasını sağlaması vs. kulübün bugünkü geldiği noktada ne yazık ki bize büyük zararlar veren sonuçlara yol açtı. İlhan Cavcav bugün pek çok taraftarın ve yöneticinin kulübe küsmesine neden olarak belki de bu kulübün bu noktaya gelmesine neden olacak sorunların temellerini atmıştır.

Pelin Sağlam: İlhan Cavcav, Gençlerbirliği’nin zor dönemlerinde elini taşın altına koymuş, Gençlerbirliği’ni “parlatırken”, Gençlerbirliği ile birlikte kendisi de parlamış bir başkan. Aslında istikrarlı bir yönetim sergiledi demek çok doğru olmaz. İyi yönetim sergilediği dönemler olduğu gibi; Gençlerbirliği taraftarlarını yönetimden uzaklaştırdığı, kulübü menajerlere teslim ettiği, yanlış transferler yaptığı dönemler de var. Geçenlerde taraftar arkadaşımız Mehmet Ali Çetinkaya’nın da yazdığı gibi “küçük olsun benim olsun” düşüncesiyle butik ve amaçsız bir Gençlerbirliği meydana getirdiğini söylemek mümkün. Zaten son olarak da vizyon sahibi, gerçek Gençlerbirlikli insanların yönetimi devralmasını engelleyerek-belki de-Gençlerbirliği’ne en büyük kötülüğü yine kendisi yaptı.

Mücahit Altunok: İlhan Cavcav, Gençlerbirliği’nden ziyade Türk futbolu için büyük başkandı. Yüzlerce gencin hayallerine kavuşmasına ve bu gençlerin Türk futboluna kazandırılmasına vesile oldu. Gençlerbirliği’ni şampiyonluğa oynayacak güce getirdi ancak bunu yapmadı. O, Türk futbolunun geleceği için Gençlerbirliği’ni hak ettiği yere gelmekten mahrum bıraktı. Emeği büyük ve kendisine saygımız sonsuz ancak bir miktar kırgınlığımız var bu noktada.

  • Peki, Murat Cavcav sizin için ne ifade ediyor?

Tanıl Bora: Beka kaygısı, diyeyim.

Flying Dutchman: İlhan Cavcav için bahsedebileceğimiz o iyi yön maalesef Murat Cavcav’da yok. Sadece babasının adı sayesinde bir yerlere gelebilmiş, yöneticilikten ve futboldan anlamayan bir kulüp başkanı. Gençlerbirliği bir süredir kötü yönetiliyor ve sorunlar yaşıyordu. Bugün bulunduğumuz noktaya elbet bir gün gelecektik ama bu süreci Murat Cavcav’ın başarısız yönetimi daha hızlı bir şekilde sürdürdü. Taraftardan, kulübün değerlerinden kopuk, yöneticilikten ve futboldan bihaber kulüp başkanı ne yazık ki babasının mirasına da zarar vererek kulübü batırdı.

Pelin Sağlam: Murat Cavcav, İlhan Cavcav’ın Gençlerbirliği’ne-az önce bahsettiğim-en büyük kötülüğüdür. Bazı insanlar Gençlerbirliği’nin sahibini Cavcav ailesi sanıyor ve bu algı bile bu kötülüğün bir tezahürü. Hayır efendim! Gençlerbirliği, taraftarındır. Aile şirketlerinde bile kurumsallaşmanın öneminin anlaşıldığı bir dönemde, Gençlerbirliği’nin, bırakın aile şirketini, bir aile bakkalı gibi yönetilmesi tam olarak karşı çıktığımız nokta. Aile içi meselelerin yönetime yansımasının, anlık verilen kararların, günü kurtarma telaşının, plansızlığın, kulüp içindeki dedikoduların, rol çatışmalarının, liyakatsizliğin, menajer oyunlarının Gençlerbirliği’ni günden güne yok ettiğini görüyoruz, biliyoruz. Murat Cavcav bizim için bunları belki görmezden gelen, belki tam olarak bunu hedefleyen ama özetle tüm bunlara izin veren kişidir. O yüzden bir an önce istifa etmelidir.

Mücahit Altunok: Bir şey ifade etmiyor. İşi ehline bırakmak gerek diyorum. Ya bırakıp gidecek ya da hem ailesi hem Gençlerbirliği için kara leke olarak tarihe geçecek.

  • Neler oldu da Gençlerbirliği için işler tam tersine döndü?

Tanıl Bora: Az evvel bahsettiğim tek adamlaşma süreci… 2003-2004 deneyimini bir kazanıma dönüştürüp baş altında yerleşikleşmeyi hedeflemek yerine vasatlaşmayı tercih etmek… Sonrasında, İlhan Cavcav’ın son yıllarından başlayıp, kaybından sonra ivmelenerek, transfer politikasının menajerler ve onlarla “iş birliği” yapanlarca idare edilir hale gelmesi.

Flying Dutchman: Gençlerbirliği arkasında büyük kitlelerin olduğu, siyasi ya da ticari belli desteklerin var olduğu bir kulüp değil. Bu nedenle hata yapma lüksü oldukça az. Mesela bugün pek çok takım yüzlerce milyon hatta milyarlarca lira borç içerisinde ancak bir şekilde kulübü idare edebilecek düzeyde. Gençlerbirliği şeffaf yönetilmediği için net rakamları bilmesek de Gençlerbirliği’nin 100 milyon Lira’ya yakın borcu olduğunu düşünüyoruz. Rahmetli İlhan Cavcav öldüğünde kasasında 20 milyon Euro civarında parası olan ve işleyen bir sisteme sahip bir takımdık. Bu süreçte Murat Cavcav ve yönetimi belli menajerleri zengin edecek şekilde yolsuz ve hatalı transferler gerçekleştirerek hem hazır parayı harcayıp borca girdi hem de sportif başarıdan uzak bir görüntü sergiledi. Rahmetli İlhan Cavcav döneminde de Gençlerbirliği hatalı transferler yapardı, transferde %100 isabet sağlamak zaten zordur. Ancak neredeyse %100 başarısız transferler yapmak ya da bir oyuncuya arkasında başka amaçlar olacak şekilde ederinden fazla para vermek sadece hatalı transfer olarak açıklanamaz. Maddi anlamda yapılan bu hatalı seçimlerin yanı sıra idari anlamda da pek çok hata yapıldı. Ümit Özat yönetiminde Gençlerbirliği taraftarları ile kavga eden, kendi değerlerini ve kültürünü yok etmeye çalışan bir yapı haline büründü. İnanılmaz bir şekilde kulüp ve taraftarın profillerinde değişim gerçekleşmeye başladı. Zeki, çevik ve ahlaklı futbolcu yetiştirme felsefesi güden kulüp yetiştirilen oyuncuları menajerlere peşkeş çeken, kulüpte alkol partileri düzenleyen bir hale büründü. Tabii bu duruma ek olarak maddi anlamdaki hatalar da eklenince büyük çöküş kaçınılmaz bir hal aldı. Bugün Gençlerbirliği’nin bu noktaya gelmesinin en iyi örneği Taşkın Aksoy’dur. Taşkın Hoca’nın Gençlerbirliği’nde göreve getirilmesi yakın zamanda Gençlerbirliği için gerçekleşen en iyi şeydi. Tabii uzun sürmedi hocayı kandırıp kovdular. Gençlerbirliği kulübü Taşkın Hoca’nın beni dolandırdılar açıklamasına cevap dahi veremedi ne yazık ki.

Pelin Sağlam: Gençlerbirliği’nde işlerin tersine dönmesi yine İlhan Cavcav dönemine dayandırılabilir. 14 Mayıs 2006’da yapılan kongrede delege yapısının değiştirilmesi genelde dönüm noktası olarak değerlendirilir. Gençlerbirliği taraftarlarının üye olma talepleri görmezden gelinirken, Gençlerbirliği ile uzaktan yakından alakası olmayan kişilerin üye yapılmasıyla hatırlanan bu kongrede, yeni üyelerin misyonu tahmin edilebilecek şekilde mevcut yönetimin koltuğunu muhafaza ve müdafa etmekti.  Halen de bu durumun devam ettiğini biliyoruz. Yıllardır üyelikleri bekletilen gerçek Gençlerbirliklilerin umutları tükenirken, içten içe üç İstanbul takımı tutan insanların hızlı bir şekilde üye yapıldığını ve hatta kulüple ucuz sponsorluk anlaşmaları yaptıklarını görüyoruz.

Mücahit Altunok: Mevcut yönetim liyakat yoksunu, kulübü değil kendini düşünen insanlardan oluşuyor. Başka bir sebebi yok bu olanların.

  • Gençlerbirliği denilince eskiden akıllara uygun maliyetle getirilip yüksek verim alınan yabancı oyuncular ve altyapıdan yetişip futbolumuza kazandırılan yetenekler gelirdi. Özellikle altyapıdaki suskunluk kulübün ismiyle müsemma görüntüsünü biraz değiştirmiş gibi görünüyor. Neler söylemek istersiniz?

Tanıl Bora: Bu dediklerinize rağmen hala altyapıdan parlak yetenekler çıkabiliyor gerçi. Berat  Özdemir’i düşünün, Arda Kızıldağ’ı düşünün.  Fakat doldur-boşalta dayalı, liyakat gözetmeyen transfer politikası, fırsat bulamamaktan başlayarak, altyapı oyuncularının layığıyla değerlendirilmesini engelliyor. Oyuncuların özellikle mental olarak gelişmesini temin etmeye dönük bir organizasyon yok. Bu gidişat içinde altyapının da sönmesi tehlikesi elbette büyük.

Flying Dutchman: Aslında önceki sorularda da bahsettik. Ama biraz daha detay verip açacak olursak Gençlerbirliği eskiden oyuncu izleyip alıyordu. Altyapıdan çıkan oyuncuları da bu yetenekli transferlerle birleştirip başarı arıyordu. Ancak uzun süredir Erdem Karagöl ya da birkaç başka menajer üzerinden transferler gerçekleştiriyoruz. Oyuncu izlemek yerine menajerin elinde ne varsa onları alıyor, altyapımızdaki oyuncuları bu menajerlerle çalışmaya zorluyoruz. Tabi böylesi bir durum futbolcuları da soğutuyor kulüpten imkanı bulan ilk fırsatta takımdan ayrılıyor. Kalanlar da pek başarılı olamıyor. Zaten transferler de kötü olunca bu döngü hiç kırılmadan devam ediyor.

Pelin Sağlam: Altyapı konusunda söyleyecek çok fazla şey var ve burada yine yönetim zaafiyetlerine vurgu yapmak gerekiyor. Öncelikle altyapıdan yetişen gençlerin birçoğunda Gençlerbirliği aidiyetinin eksik olduğunu söylemek mümkün. Futbolcular Gençlerbirliği’ni sadece basamak olarak görebiliyor. Bu konuda öncelikle Gençlerbirliği tarihini, sevgisini aşılayacak bir politika güdülmediğini düşünüyorum. Bunun dışında-hep bahsettiğimiz gibi-menajerler daha altyapıdan itibaren bu gençleri ağına düşürüyor ve belli menajerlerin oyuncuları hem Hacettepe’de hem Gençlerbirliği’nde daha fazla forma buluyor. Menajeri olmayan, daha doğrusu belli (!) menajerlerle çalışmayan gençler de bu çarkın içinde kendini ispat etmekte zorlanıyor ya da bir süre sonra o menajerlere boyun eğiyor. Burada gencecik çocukları menajerlerin oyunlarına açık hale getiren hatta bundan nemalandığı bilinen yönetimin büyük suçu var. Büyük beklentilerle getirilmiş altyapı hocalarının/koordinatörlerinin çok kısa bir süre sonra Gençlerbirliği değerlerine yakışmayacak şekilde kulüple ilişkisinin kesildiğini görüyoruz. Sorunun cevabına tekrar gelecek olursak, bunun gibi plansızlıkların, kötü niyetli eylemlerin mevcut olduğu bir altyapı yönetiminden zaten yüksek verim alınan oyuncu çıkmasını beklemek fazlaca iyimser olur.  Bugün altyapıdan çıkmış parlayan oyuncular görebiliyorsak, bu genel olarak altyapı hocalarımızın emekleri ve oyuncuların bireysel çabaları sayesindedir.

Tribünün Cadısı: Aslında altyapımız hala güçlü fakat hem takımın yalpalaması, hem yaşadığımız teknik direktör değişimlerinin sıklığı nedeniyle altyapıya gereken süreyi ayıramadığımızı düşünüyorum. Gelen hocalar, tabii mantıklı da olarak, tecrübe eksikliği riskini almak istemiyor. Biz buna rağmen puan toplama sorunu yaşadığımız için her geçen gün oynadığımız maçların önemi artıyor. Maçın değeri arttıkça da zaten tecrübe eksikliği yaşayan oyuncular maçlarda daha çok telaşlanıyor. Bu da hata yapma oranlarını artırıyor gibi düşünüyorum. Şu anda aktif olarak takımda bulunan altyapı oyuncularımızın, özellikle bu dönemde öne çıkan Arda’nın geleceğinin parlak olduğunu düşünüyorum. Alttan gelecek yeni nesillerimizin de  İrfan Can Kahveci gibi Mert Çetin gibi başarılı olacaklarına inanıyorum.  “Altyapı onurumuzdur.”

Mücahit Altunok: Cevap aynı: Liyakat.

  • Yalnızca Gençlerbirliği açısından değil, Ankara takımlarında teknik direktör seçimi konusunda bir gariplik var. Aynı ismin takımlar arasında defalarca gidip geldiğini görebiliyoruz? Bunun arkasında ne gibi sebepler var?

Tanıl Bora: Sadece Ankara takımları değil ki, bütün takımlar haldır haldır teknik direktör değiştiriyor. Bazen sırf değişiklik gazıyla üç dört galibiyet alsın diye, geçiciliğini baştan bilerek teknik direktör “tutuluyor.”

Flying Dutchman: Bence yöneticilerin biraz kolaya kaçmak istemesi bunda etkili. Mustafa Kaplan elinizdeki oyunculara itiraz etmeyip çok az paraya çalışabilecek bir teknik direktör. Süper Lig için yetersiz bir teknik direktör, aslında yöneticiler de bu durumun farkında ancak dediğim gibi iyi bir hoca ile anlaştığınızda sizden kaliteli transferler ister, onlara karışmanızı istemez, fazla maaş ister. Ancak bu tarz teknik direktörlerle bu işler daha kolay ilerliyor yöneticiler için. Tabii Ankara’daki durum gerçekten çok üst seviye bir noktaya gelmiş durumda Gençlerbirliği-Hacettepe-Ankaragücü arasında sürekli dolaşan bir teknik direktörümüz var. Yukarıda saydıklarıma ek olarak artık Mustafa Hoca ile her iki kulüpteki yöneticilerin dostlukları da bu iş bulma olayında etkili oluyor.

Pelin Sağlam:  Evet bu isim, yani Mustafa Kaplan, Ankara’da transfer dönemlerinin vazgeçilmezi. Aslında kötü yönetilen Ankara takımlarının ondan vazgeçememesine şaşırmıyoruz artık. Düşünsenize, bir yönetici olarak derdiniz kulübün geleceği ya da değerleri değil, sadece cebinizi doldurmak… Açıkça yanlış olan transferlere ses etmeyen bir teknik direktöre niye “hayır” diyesiniz?! Ben kendisinin bunun dışında bir özelliği olduğunu pek düşünmüyorum.

Mücahit Altunok: Kulüplerin içindeki insanlara yakın olması ve düşük maliyetli olması diye düşünüyorum. Elimde olsa tesislerin önünden geçmesine bile izin vermem.

  • Özellikle son dönemlerde sosyal medyada yankı bulan protestolarınız oldu. Hızlı bir şekilde organize olup etki yaratan eylemlerde bulunmanız hayranlık uyandırıcı. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Tanıl Bora: Genç arkadaşlarımızın başarısı, ben de hayranlık duyuyorum. Kesinlikle, Gençlerbirliği kimliğinin en sadık ve sağlam teminatı olan taraftar camiasının kabiliyetlerinin, aşkının ve “ruhunun” bir alâmeti.

Flying Dutchman: Gençlerbirliği taraftarları pek çok görüşe sahip insanlardan oluşuyor. Herkesin ortak noktada buluşabildiği tek konu Gençlerbirliği. Böyle olunca aynı bir çocuğu korur kollar gibi savunmak istiyor herkes takımı. Neredeyse 100 yıllık kulübün basiretsiz yöneticiler elinde menajerlere oyuncak olması herkesin vicdanını yaralıyor, canını acıtıyor. Canı acıyan tüm taraftar aynı anda ses çıkarıyor. Burada taraftarın çıkarsız olarak kulübü sahiplenmesini görebiliyoruz. Neredeyse herkes hep bir ağızdan bu olaylara karşı dik duruş sergiledi. Belediyeye Ankaralının parasını menajerlere yedirmeyin dedik, Gençlerbirliği’ni soyan menajerlerden birine daha önceden sosyal paylaşım sitelerinde paylaşmış olduğu bir olaydan ceza aldırdık ve en önemlisi kısa sürede 15 bine yakın tweet atarak yönetimi istifaya davet ettik.

Pelin Sağlam: Bunun temel sebeplerinden biri hem gerçekte hem de sosyal medyada aktif taraftarlara sahip olmamız. Gençlerbirlikliler takımlarını sadece televizyondan izlemiyorlar. Hemen hemen herkes-hangi taraftar grubuna mensup olduğu ya da yakın hissettiği fark etmeksizin-bir işin ucundan tutuyor: Biri stadyuma pankart taşıyor, biri istatistikler çıkarıyor, basına haberler hazırlıyor, biri transfer döneminde oyuncu araştırıyor, bir başkası kulübün yayınladığı fotoğraflar üzerinden menajer rollerini deşifre ediyor, bir diğeri o menajerin trafik güvenliğini tehlikeye sokan davranışlarını ortaya çıkarıp ceza aldırıyor. Yani hemen hemen tüm arkadaşlarım Gençlerbirliği ile yatıyor, kalkıyor. Bence bu yüzden hızlı bir şekilde organize olabiliyoruz. Önceden dönem dönem taraftar grupları arasında ayrılıklar olsa da son dönemde herkesin ortak sorunu Gençlerbirliği’nin kötü gidişatı ve hepimiz bu gidişatı durdurmak istiyoruz.

Tribünün Cadısı: Daha önce de bahsettiğim gibi, bir şekilde bütün tribün birbirini tanır ve bilir. Aslında bakıldığında çok fazla farklı düşünceden insan ve grup barındıran bir tribünüz. Kişi sayısına oranla en fazla taraftar grubu içeren tribün bile olabiliriz fakat sonuçta bizi birleştiren şey arma. Arma ve kulübü ilgilendiren durumlar hepimiz için birinci öncelik. Kişi sayımız az olsa da sosyal medyada gerçekten etkili bir tribüne sahibiz. Bunu da gerektiği noktada ulusal basının dikkatini çekmek için yapabileceğimiz en iyi şekilde kullandığımızı düşünüyorum. 

Mücahit Altunok: Biz yalnızca bir tribün değiliz. Hayatın her alanında birliğiz ve konu Gençlerbirliği olunca sınır kavramı kalkıyor zihinlerimizden. Yıllardır ayrı duran gruplar konu sevdamız olunca tek yürek olabiliyor.

  • Gençlerbirliği’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Gençlerbirliği nasıl yeniden güzel günlere dönebilir?

Tanıl Bora: Karamsarım. Mevcut yönetim değişmez, idareimaslahatı değil kulübün geleceğini düşünen ve sahiden Gençlerbirliği’ne bağlılık duyan bir yönetim oluşmazsa, adı 1. olan 2. ligde de aşağılara gidebiliriz.

Flying Dutchman: Bence Gençlerbirliği için çare geçmişte. Yine eskisi gibi altyapımıza yatırım yapıp altyapıdaki oyuncuların yanlarına ise oynattığımızda kendini geliştirebilecek, kendisi ve takımımızı değerlendirecek oyuncular koyarak ilerlememiz gerekiyor. Ucuza transfer ettiğimiz bu oyuncular bizi koyduğumuz gerçekçi hedeflere götürürken bir yandan da onları satarak ekonomik anlamda yine güçlenmemiz gerekiyor. Mehmet Demirkol Socrates’teki bir yayınında Gençlerbirliği için Türk futbolunun ortalaması ifadesini kullanmıştı. Gençlerbirliği’nin kurtuluşu için bahsettiğimiz reçete aslında Türk futbolunun kurtuluşu için de gerekli olan reçete. Şu an yaptığımız gibi beş-altı maçta bir teknik direktör değiştirerek, sürekli ya tutarsa transferler yaparak bu iş olmaz. Planlı ve mantıklı hareket etmek zorundayız. Yoksa hazıra dağ dayanmaz.

Pelin Sağlam: Ben kendi adıma bir nebze umutluyum. Gençlerbirliği’ni bir hanedan olarak görenlerden kurtulabilirsek eğer, kurumsal olarak yapılanmış bir Gençlerbirliği ile çok güzel günler görebiliriz. Güzel günlerden kastım sadece sportif başarı değil elbette. Öncelikle, Gençlerbirliği’nin temel değerlerine bağlı şeffaf bir yönetim anlayışının yerleşmesi gerekiyor. Çıkar ilişkisine girmeden taraftarına kucak açmış, eleştirileri-önerileri dikkate alan bir yapı oluşturmak oldukça önemli. Dünya çapında keşifler yapabilecek, objektif ve bağımsız bir ya da birden fazla oyuncu izleme-araştırma ekibi kurulması, tesislerin daha da modern hale getirilmesi gerekiyor. Özellikle altyapı yönetiminin bu alanda eğitim almış kişilere bırakılması ve altyapı hocalarının maaşlarında iyileştirmeler yapılması gerekiyor. Lisanslı ürünleri çeşitlendirmek, hem kadınlara hem çocuklara özel ürünler çıkarmak, bunları kolay ve uluslararası düzeyde ulaşılabilir hale getirmek de oldukça önemli. Teknik ekip tercihlerinin plan-program dahilinde yapılması ve sportif anlamda önce kaliteyi, sonrasında başarıyı temel alan kısa ve uzun dönemli hedefler koyulması gerekiyor. Tüm bunlarla birlikte; yönetimde, teknik kadroda, çalışanlar arasında, A takımda ve altyapıda huzurlu bir çalışma ortamı sağlandığında inanıyorum ki güzel günler gelecektir.

Tribünün Cadısı: Kısa vadeli baktığımzda bu sene ligde kalabileceğimize dair bir inancım kaldığını maalesef söyleyemem. Önemli olan bu düşme ivmesine kapılmadan bir alt ligde sağlam bir şekilde ayaklarının üstünde kalmak diye düşünüyorum. Kulübün yaşadığı kriz ortamı doğru ve mantıklı hamlelerle en kısa sürede toplanırsa, altyapıyı da arkamıza alarak sağlam bir kadro kurmayı başarabilirsek belki birkaç sene içinde, eski günlerdeki gibi, İstanbul takımlarını korkutan bir deplasman olmaya kaldığımız yerden devam edebiliriz. 

Mücahit Altunok: Gerçek Gençlerbirliği taraftarı insanlar yönetime gelirse güzel günler yakındır. Böyle devam ederse sıkı tutunun, düşüşümüz bir basamak ile sınırlı kalmayacak!

  • Medya ilgisi, kurumların sağladığı adalet, gelir dağılımı konularında Anadolu takımları çok muzdarip durumdalar. Üstelik üç büyüklerin yapay mağduriyetlerinden sıra kendilerine de gelmiyor. Neler söylemek istersiniz?

Tanıl Bora: Yıllardır çok konuşulan bir konu. Yapısal bir eşitsizlik ve adaletsizlik bu. Yakınmak çare olmuyor, mevcut kaynakları verimli kullanmayı bilmek lazım, bunu yaparsanız her şeye rağmen başarılı olmak mümkün.

Flying Dutchman: Kendi iç hesaplaşmamızı yaparken bu durumu da unutmamak lazım. Yıllardır üç-dört takım lehine o kadar çok hata yapıldı ki bunların sadece ‘hata’ olduğunu söylemek gerçekten çok güç. Yakın zamanda bu takımların “kim daha çok mağdur oldu” tartışmasına şahit olmuştuk. Bu süreçte konuştukları her anda tuttukları takımın formasını taşıyan yorumcular kendilerini aklamaya çalışırken rakipleri lehine hataları sıraladılar. Çok şükür ki halen medyada dürüst ve tarafsız gazeteciler var ki buna ses çıkartanlar da oldu. O dönem Mert Aydın ben bu tartışmadan Anadolu takımlarının inanılmaz derecede hakkının yendiğini anladım demişti. Maalesef sürekli mağdur edebiyatına başvurup bir yandan da lehlerine hata olmasını bekliyorlar. Bizim bu sene zayıf bir kadromuz var, bununla beraber pek çok yönetim sıkıntısına da şahit oluyoruz. Bu süreçte genç bir kalecimiz olan Übeyd as kalecimiz Nordfeldt’in sakatlığı sonrasında forma buluyor. Deplasmanda yenildiğimiz bir maç sonrası bu kaleciye ve ailesine karşı bir linç başlatıldı mesela. Aksi bir durum kendi takımlarına ima edildiğinde bile tüm medya bas bas bağırırken bu duruma sessiz kalıyor. Medyasından federasyonuna tüm unsurları kendine çevirmiş oldukları bir düzende halen haksızlığa uğradıklarını iddia etmeleri ne yazık ki çok komik oluyor.

Pelin Sağlam: Aslında ağlayanın bir sonraki hafta ödüllendirildiği genele de sirayet eden bir düzen var ve tabii bu düzenden en çok yararlanan yine üç İstanbul takımı. Bu adaletsizlik, onların silinen ya da ertelenen borçları ile katlanıyor ve bu borçlara rağmen halen uçuk transferler yapabiliyorlar. Sonra aynı ligde sözde eşit koşullarda diğer takımların onlarla rekabet etmeleri bekleniyor. Öncelikle tüm kulüplerin borçları konusunda eşit yaptırımlar uygulanması gerekiyor. Birinin puanını silerken, diğerine borç yapılandırma imkanı sunulmamalı. Diğer konular maalesef arz-talep üzerine kurulu. Taraftarı çok olana özel program yaptıkları, saatlerce, hatta günlerce, maçlarını yorumladıkları düzenin aksi bence şimdilik mümkün görünmüyor. Bunu şu aşamada biz taraftarlar kendi kaynaklarımızla yapabiliyoruz ve bu yayınlara alternatifler üretmeye çalışıyoruz. Sizin gibi yeni oluşumların bu anlamda ilgisini ve desteğini görebilmek de bu açıdan oldukça kıymetli.

Tribünün Cadısı: İstanbul takımlarının arkaları ülke genelinde fazlasıyla sağlam. Onların etkilemeye çalıştıkları ve genellikle başardıkları mecralara Anadolu kulüplerinin ulaşması gerçekten zor. Futbol, bir spor ve eğlence kanalı olmaktan çıkalı çok oldu bana göre. Gerçek amacı hatırlanmadığı, birilerinin geliri olmaya devam ettiği sürece de Anadolu takımları bundan en çok yara alan taraf olarak kalmaya mahkum. 

Mücahit Altunok: Endüstriyel futbol para neredeyse orada şekilleniyor. İş insanları memleketlerinin takımlarını desteklemediği sürece ve medya kadrajını İstanbul’dan Anadolu’ya çevirmediği sürece düzen değişmeyecek.

  • Futbolumuzdaki bu İstanbul hakimiyeti nasıl kırılabilir sizce?

Flying Dutchman: En önce eşitlikle. Herkese fırsat eşitliği sağlamadığınız sürece, herkese adil davranmadığınız sürece bir şeyleri yıkmak mümkün değil. Bu şampiyon çıkarmakla da alakalı değil. Bursaspor şampiyon oldu ama İstanbul hegemonyası devam ediyor. Yayın gelirindeki eşitsizlik, basındaki ağırlık, lobi faaliyetleri… Bu ve bunun gibi pek çok durum o takımlara avantaj sağlıyor. Ligimizdeki belli takımlarının borçları inanılmaz seviyede ama ne bir yaptırım ne bir zorunlulukla karşı karşıya kalıyorlar. Limitler, puan silmeler vs. sadece Anadolu takımlarına çalışıyor. Gençlerbirliği’nin borcunun 40-50 katı borca sahip takımlar çilek transferler yaparken çok daha az borçla puan silme, transfer yasağı alan kulüpler oluyor. Bu düzen değişmedikçe hegemonyanın yıkılması mümkün değil.

Pelin Sağlam: Paranın, gücün, sayıca çok olmanın önemli olmadığını görmek, göstermek gerekiyor ancak Türkiye’de bu biraz zor sanki. Maalesef güç ve güçlü görünen daha çok seviliyor. Onların arasındaki rekabetin tarafı olmak daha çok keyif veriyor birçok insana. Bugün, öteki için yaptıkları suçlamanın bir benzeri kendilerine yapıldığında daha da hırslanıyorlar ve bu kısır döngü onları takımlarına daha çok bağlıyor.

Halbuki takımının futbolcusuna sesini duyurabilme ihtimalinin olduğunu, o takımın formasını almak için para biriktirmenin kıymetini ya da futbolcunun terlettiği formayı maç sonunda kapabilmenin ne demek olduğunu bilmelerini sağlayabilsek keşke. Gol attığında futbolcunuzun sevinçle size doğru koştuğunu görmek mükemmel bir his örneğin (tribünlerin kapalı olduğu bu dönemde en çok özlediğim şeylerden biri budur).

Yine dönüp dolaşıp yaşadığın şehrin takımını tutmaya geliyoruz. Şehrin takımı 3. Lig’de de oynuyor olabilir, ama bu insanlar üç-beş maça gitseler muhtemelen televizyon başında bir İstanbul takımı izlerken aldıkları keyiften daha fazlasını alacaklar. Nitekim son dönemde daha fazla insanın bunun farkına varmaya başladığını ve şehir takımlarına daha fazla destek verdiğini gözlemliyorum. Bu durum umut verici ve umarım artarak devam eder.

Tribünün Cadısı: “İstanbul takımları kapatılsın, yerine AVM yapılsın.” Şehrinin takımını tutmanın verdiği o tutkuyu yeni nesillere yaymanın önemli olduğunu düşünüyorum. Eski nesillerdeki İstanbul sevgisini/hırsını kökünden söküp çıkaramazsın fakat yeni nesiller öyle değil. Bu açıdan o şehrin taraftarlarının yapabilecekleri çeşitli etkinlikler, okullara düzenlenebilecek ufak tefek yardımlar ya da belki atkı dağıtımı bile bir çocuğun gönlünü çalabilir; şehir takımlarının da buna benzer şeylerde etkili olması, okul takımlarını desteklemeleri sempati toplayabilir belki. Bir anda değil ama uzun süreli düşünüldüğünde etki giderek katlanabilir. Belediyelere, taraftarlara, takımlara herkese iş düşüyor yani. 

Mücahit Altunok: Önceki soruyla ek olarak insanları evrensel düşünüp yerel yaşamaya teşvik edersek, bırakın kırmayı yıkar geçeriz.

  • Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Pelin Sağlam: Türkiye’de futbol konusunda böyle alternatif ve eşitlikçi yayınların çoğaltılmasını destekliyoruz ve emekleriniz için teşekkür ederiz. Umarız bir an önce tribünlere dönebildiğimiz günler gelir. Çünkü tribünler güzeldir, gidin. Gençlerbirliği tribünleri ise çok güzeldir, gelin.

Son olarak, bıkmadan usanmadan her fırsatta dile getireceğiz:  #cavcavistifa

Tribünün Cadısı: Bize sesimizi duyurma şansı verdiğiniz için teşekkür ederim.

Mücahit Altunok: Tüm tribünlerin saygı içinde olduğu, şiddet ve küfürden arındığı günleri görmek dileğiyle…

*Takımdan Ayrı Düz Koşu, Derleyen: Tanıl Bora

https://iletisim.com.tr/kitap/takimdan-ayri-duz-kosu/7456

Bir Cevap Yazın