Tarih: 26.03.2021 Yazar: Anıl Kantemir Yorumlar: 0

Kazanmanın, en iyi olmanın yarattığı baskı bazen bir sporcunun kariyerini erkenden bitirebilir. Üstelik onu yıllar süren bir depresyona sürükleyerek. Yarım asrı aşan hikayesi halen güncelliğini koruyan Elaine Tanner bunun en çarpıcı örneklerinden…

2020 yapımı “The Weight of Gold” belgeseli, olimpik sporcuların ruh sağlığına ilişkin önemli bir farkındalık yarattı. Aralarında Michael Phelps, Gracie Gold ve Apolo Ohno gibi sporcuların kazanma baskısı, spor için tümüyle fedakarlık ve emeklilik dönemlerinde yaşadıkları yalnızlık gibi sorunları tüm içtenlikleriyle dile getirdikleri belgesel, onların da birer insan olduğunu tüm dünyaya anlatmak için çarpıcı bir araç oldu.

Olimpiyatlardaki “o an” için dört yıl boyunca binbir fedakarlıkla savaşan sporcuların yaşadıkları psikolojik mücadele pek de konuşulan konular arasında değil. Üstelik istenilen sonuçlar gelmediğinde omuzlarına yüklenen ağırlık kaldırabileceklerinden tonlarca fazlası. Bununla da bitmiyor kuşkusuz. Olimpik sporcuların spor kariyerleri sonrası yaşadıkları boşluk ve unutulmuşluk, zirve yıllarını ilgi odağı olarak geçirmiş bu insanlar için kolay kolay üstesinden gelemeyecekleri ciddi ruh sağlığı sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Gezegenin en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlarda yer alan isimler başta olmak üzere spot ışıkları altındaki bazı sporcular dünyanın herhangi bir yerinde anksiyete, yeme bozukluğu, depresyonla birlikte zihinlerinde intihar düşüncesiyle yaşamlarını sürdürüyor.

Bugün karşımıza ciddi bir problem olarak çıkan ve yaşayanların cesur itiraflarıyla gündem olan bu baskıdan muzdarip bir sporcu, bundan tam 53 yıl önce, üç büyük şampiyonaya katılıp sadece üç yıl sürdürdüğü kariyerini erken yaşta bitirmek zorunda kalmıştı.

Yaşadığı ciddi baskılar 17 yaşındaki Elaine Tanner’ın baş edebileceğinden çok daha karmaşıktı. Gençliğe adım attığı bu yaşta emekliliğini açıklayan Kanadalı’dan geriye, üç olimpiyat madalyası kaldı. Tanner’ın bu başarısıyla tatmin olmayanlar ise sadece spordan uzaklaşmasına neden olmadı, onu ciddi bir depresyonla da baş başa bıraktı.

Tırmanış ve Zirve

Her şey Tanner ailesinin Kaliforniya’dan Batı Vancouver’a taşınmasıyla başlamıştı. Henüz dokuz yaşındaki Tanner, kısa bir süre sonra bölgenin en gözde yüzme kulüplerinden Vancouver Dolphins Yüzme Kulubü’ne kaydoldu. Dönemin en iyi yüzme antrenörlerinden Howard Firby kulübün sahibiydi ve o yıllarda teknik açıdan en donanımlı koçlardan biriydi.

Tanner, Firby’nin antrenman metodlarının büyük desteğiyle kısa sürede gelişti. Bir yüzücü için 1.60’lık boyuyla epey kısa olsa da mükemmel bir stile, kusursuza yakın koordinasyona ve olağanüstü bir hıza sahipti. Bu nedenle çok kısa zamanda “Mighty Mouse” lakabını aldı. Yüzmenin sırtüstü stilinde bambaşka bir seviyede olsa da kelebek ve serbest stillerde de üst düzey performanslar ortaya koyuyordu.

1966 yılının Ağustos ayında düzenlenen Britanya İmparatorluğu ve İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları, Kanadalı yüzücünün ilk büyük şampiyonasıydı. Organizasyon aynı zamanda Tanner’ın madalya baskısını daha çocuk yaşta ciddi şekilde hissetmeye başladığı döneminde başına denk gelmişti. Öyle ki Jamaika’nın başkenti Kingston’da düzenlenecek oyunlar için havaalanına ulaşan basın mensupları, Tanner’a madalyayla ülkeye dönüp dönemeyeceğini sorduğunda 15 yaşındaki yüzücü, “Sanırım bronz alabilirim.”  cevabını vermişti. Bu yanıt baskıyı o günlerde ne kadar güçlü hissettiğini açıkça ortaya koymaya yetiyordu.

Jamaika’daki oyunlara antrenörü Howard Firby ile birlikte giden yetenekli Kanadalı, dört altın ve üç gümüş madalyayla şampiyonaya damga vurmuştu. Basına verdiği bronz sözünün fersah fersah üstüne çıktığı bir turnuva geçirmişti Tanner. Üstelik oyunlar tarihinde yedi madalya kazanan ilk yüzücü olmuştu. Adını çok güçlü bir şekilde duyurmayı başarmıştı.

1968 Meksika Olimpiyatları öncesi takvim hayli sıkışıktı ve Elaine’i üst üste büyük şampiyonalar bekliyordu. 1967 yılında düzenlenen Pan Amerikan Oyunları da onlardan biriydi. Kanada’nın Winnipeg kentinde yapılan şampiyonaya yüzmede 12 yıllık bir altın hasretiyle katılmıştı ev sahibi ülke. Tanner’a güvenenlerin sayısı az değildi ancak bu oyunlarda gerçek bir sınav vereceği de aşikârdı. Zira Amerika Birleşik Devletleri takımı şampiyonaya güçlü ve iddialı bir kadroyla gelmişti.

16 yaşındaki yetenekli yüzücü için sorun yoktu. O, iki altın ve üç de gümüş madalyayla Kanada’yı sevince boğmuştu. Üstelik bu başarısıyla Pan Amerikan Oyunları’nda ülkesine 12 yıl aradan sonra ilk altın madalyasını getirmişti. 100 ve 200 metre sırtüstünde kazandığı yarışları baştan sona üstün götürürken rakipsiz olduğunu tüm dünyaya ilan etmişti.

Artık tüm Kanada onu konuşuyordu, 1968 Meksika Olimpiyatları’nda kürsünün en tepesinde olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Tüm beklenti bu yöndeydi ve ülkede kimse altın madalya dışında bir sonuçla tatmin olmayacaktı. O ise sonraları verdiği bir röportajda, “Pan Amerikan ve İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları sonrası ilgi odağı olmuştum. Bu hoşuma gitmiyordu ve asla kendimi rahat hissetmiyordum.” demişti.

Tanner’ın olimpiyat yolculuğu mutlu süren bu hikayenin hüzünlü devam edeceğinin ilk işaretlerini vermişti. Öyle ki bu olimpik serüvende; önce koçu Howard Firby’den uzakta bırakıldı, sonra neredeyse küçük bir bahçe havuzu büyüklüğünde bir alanda antrenman yapmak zorunda kaldı ve onu en güçlü taktiğini uygulamaktan mahrum bırakan bir antrenörün elinde altın madalya avuçlarından kayıp gitti. Zaten bu şartlarda kürsünün en tepesine çıkması bir mucizeydi ama daha da kötüsü kimse sebeplerini anlamak istememişti ve 17 yaşında bir sporcunun üstüne yıllarca taşıyacağı büyük bir yük bırakılmıştı.

Uçurumun Kenarı

Kanada Olimpik Yüzme Takımı’nın olimpiyat hazırlığı bir dizi skandala sahne olmuştu. Önce tüm ülkenin büyük saygısını kazanan ve Kanada yüzme tarihinin tartışmasız en büyük antrenörlerinden Howard Firby’nin görevine son verilmişti. Bu başlı başına facia bir kararken bir de hazırlık kampı için uygun görülen Banff kasabasındaki koşullar yüzücüleri çileden çıkarmıştı.

İlk bakışta, 1968 Olimpiyatları Meksika’da yüksek rakımda düzenleneceğinden bu koşula uygun Kanada’nın Alberta kentine bağlı Banff kasabası uygun bir seçim gibi görünüyordu. Ancak yetkililerin atladığı çok önemli bir detay vardı. Banff’da yüzücülerin antrenman yapması için elverişli bir havuz bulunmuyordu.  Bölgenin ünlü otellerinden Springs Otel’den havuz kullanma izni istense de otel konukların rahatsız olacağı gerekçesiyle bu isteğe olumsuz yanıt vermişti. Sonunda kafile trajikomik bir şekilde antrenmanlarını oval bir süs havuzunda sürdürmek zorunda kalmıştı. Banff’daki sorunlar bununla da bitmedi zira takım ve yetkililer olimpiyatlar yaklaşırken ciddi bir gıda zehirlenmesi de yaşadılar. Bu, zaten pek de verimli gitmeyen antrenmanları ciddi şekilde kesintiye uğratmıştı.

Banff’da yaşananlar sanki oyunlarda Tanner’ın başına geleceklerin bir provasıydı. Yine de kimse 1968 Meksika Olimpiyatları 100 metre sırtüstü finalinde Elaine Tanner’ın geçileceğine ihtimal vermiyordu. Üstelik yarıştaki en büyük rakibi ABD’li Kaye Hall’u bir sene önce Pan Amerikan Oyunları’nda açık bir farkla geride bırakmıştı. Ancak yarış saati yaklaştıkça, Tanner’ın özgüveni yerini endişeye bırakmıştı. Kazanma ve zirvede yer alma baskısı tüm bedenini esir almıştı. Sonraları ifade ettiği gibi, olimpiyat altın madalyası onun hayali olmaktan çıkıp ulusal bir hayale dönüşmüştü. Ya kaybedersem, ya onları hayal kırıklığına uğratırsam fikriyle baş etmekte zorlanıyordu. Tüm bu mental savaş yetmezmiş gibi takımın koçu ona rakım nedeniyle yarışın ilk bölümünü yavaş yüzüp gücünü ve atağını son metrelere saklamasını iletmişti. Bu Tanner’ın yarışın başında liderliği alıp tüm müsabakayı domine ederek tempoyu belirleyen tarzına tarzına taban tabana zıttı. Elaine Tanner’ın korktuğu başına gelmişti, kendi stilinin dışına çıkarak yüzmesi ve taşıdığı büyük endişe yarışı kaybetmesine neden olmuştu. Yıllar sonra müsabakayı kazanıp olimpiyat şampiyonu olan Kaye Hall, “Tanner ile koçu arasındaki konuşmaya kulak misafiri olmuştum. Onun yüzündeki endişeli ifadeyi de görmüştüm. O zaman bir şansım olabileceğini düşünmeye başladım.”  diyerek o günleri hatırlamıştı.

Tanner yarışın iki gün sonrası, moral bozukluğunu üstünden atamadan favori olarak görüldüğü 200 metre yarışında da bu kez bir diğer ABD’li Lilian Watson’a geçilerek ikinci olmuştu. Oyunların onun adına kapanışı, 4×100 serbest finalinde Kanada takımıyla kazandığı bronz madalya olmuştu.

Kanadalı yüzücü için büyük çıkmaz oyunlar bittikten sonra başladı. Ülkesine döndüğünde gazetelerde onun altını madalyaya ulaşamadığı ve başarsız olarak ülkeyi hayal kırıklığına uğrattığı yazıyordu. Röportajlarda 17 yaşında kazandığı üç madalya öne çıkarılmıyor tam tersine neden kaybettiği sorgulanıyordu. Tanner sonraları o günleri, “Kanada’ya döndüğümde kendimi bir ezik gibi hissediyor bütün ülkeyi utandırdığımı düşünüyordum.” diyerek hatırlamıştı.

Tüm bunlar yaşanırken sporu yönetenler sessiz kalmış,17 yaşındaki bu büyük yetenek yalnız bırakılmıştı. Tanner çok geçmeden sporu bıraktığını açıkladı zira ciddi bir depresyona girmişti. Üç yıl süren yoğun spor kariyeri onu yirmi yıl süren; anksiyete atağı, ciddi yeme bozukluğu ve intihar fikriyle zorlu bir dönemden geçirdi. Bu süreçte iki kez evlendi ancak aradığı mutluluğu bulamayarak boşandı. 1988 yılına gelindiğinde Vancouver’da birkaç valizle arabasında yaşıyordu ve işsizdi. Üç olimpiyat madalyası ise halen onunla, aracının bagajında bulunan babaannesinin dikiş kutusundaydı.

Hayata tutunuş

1988 yılının sonlarına doğru arkadaşları Elaine’i hayata döndürmenin yolunu arıyordu. Eski bir cankurtaran olan John Watt ile tanışması da bu döneme denk gelmişti. Şaşırtıcı biçimde farklı şekillerde yaşanmış ancak birbirine benzer süre gelen hayatları onları yakınlaştırmaya yetmişti. Bu birliktelik ikilinin kabullenme, affetme ve koşulsuz sevmeyi birbirine öğretmesini sağlamıştı.

John ve Elaine ikilisi “Team Underdog” isimli bir yardım kuruluşu kurarak, başarılı ancak maddi zorluk yaşayan sporcuların önünü açmaya çalıştı. Elaine artık hayata yeniden tutunmaya başlamıştı, çok geçmeden eğitimine ağırlık verdi ve sertifikalı bütünsel sağlık danışmanı diploması aldı. Çocuklara duyduğu sevgi onun çocukların gelişimine katkı sağlayacak bazı kitaplar yazmasına neden oldu. Zamanla işler yoluna girmiş Elaine hayata yeniden dönmüştü.

Kısacık kariyerine sığdırdıkları zaten yeterince etkileyiciydi ancak hep daha fazlasını isteyen başarı sevdalılarının ellerinde kariyeri kaybolmuş bir sporcuya dönüşmüştü. Üç yıllık kısa ama dev kariyerine birbirinden değerli ödüller de sığdırmıştı Kanadalı yüzücü. Henüz 15 yaşındayken, Kanada’da sporculara verilen prestijli Lou Marsh ödülünü ve Kanada’nın efsanevi sporcusu Bobbie Rosenfeld’e ithafen verilen yılın kadın sporcusu ödülüne layık görülmüştü. 1971 yılında Kanada’nın Spor Onur Listesi’ne alınırken, 1972 yılında her sene yılın genç sporcusuna verilen bir ödüle ismi verilmişti.

Elaine Tanner’ın başına gelenleri yaşayan sporcuların sayısı hiç de az değil. “The Weight of Gold” belgeseli de doğrudan sporcuların itiraflarıyla halen bu problemlerin canlı olduğunun bir göstergesi. Oldukça göreceli olan başarı ya da başarısızlık kavramı üzerine inşa edilmiş bir bakış açısıyla, Tanner’ın yaşadığı örneklerin azalacağını ön görmek ise epey iyimser bir yaklaşım gibi görünüyor.

Kapak:cbc.ca

Bir Cevap Yazın